Tarîkatın ilk üç şartını "Bidâyet-i Tarîk" başlıklı yazımızda beyân etmiş ve her birine işâret eden âyet-i kerîmeleri de zikretmişdik. Şimdi de bunlardan birincisi olan Tövbe" üzerinde biraz duralım : Tövbeyi kısaca, "Kişinin işlediği günâha pişmân olup bir daha yapmamak üzere azm etmesi" diye tarif edebiliriz. Tövbeyi tövbe yapan iki hususdan biri pişmanlık diğeri de tekrar yapmamak husûsunda kararlılıkdır. Bunlardan biri eksik olursa tövbe makbûl olmaz. Meselâ işlenen günâhdan pişmânlık duyulmadan sırf tövbe etmek için edilen tövbe kabûl olmaz. Birçok insan da günâhına pişmân olarak tövbe eder ama o günâhı tamâmen terketmeye bir türlü azm edemez. İçinden "Ben şimdi tövbe edeyim, bu günâhın yükünden kurtulayım, ileride yine yaparsam, yine tövbe ederim" diye düşünür. Böyle bir tövbe de makbûl değildir. Nitekim Cenâb-ı Hakk Kur`ân-ı Kerîm'de "يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا تُوبُٓوا اِلَى اللّٰهِ تَوْبَةً نَصُوحاًۜ Yâ eyyühellezîne âmenû tûbû ilallâhi tevbeten nasûhâ" yani "Ey îmân edenler, Allah'a samîmî ve kesin bir dönüş ile tövbe edin!" buyuruyor. Âyet-i kerîmedeki "Tevbeten nasûhâ" tabiri, Türkçemizde "Tövbe-i Nasûh" olarak kullanılır ve hem samîmi bir pişmânlığı hem de o günâhı işlememeye kesin karar vermiş olmayı ifâde eder. "Et-tâibu mine'z-zenbi kemen lâ zenbe leh / Tövbe eden kimse, o günâhı hiç işlememiş gibidir" hadîs-i şerîfindeki müjde de, ancak böyle tövbe edenler içindir. Muzaffer Efendi Hazretleri bu hadîs-i şerîf hakkında buyurdular ki :
Bu hadîs-i şerîf, hakkıyla tövbe edenler içindir. Hakkıyla tövbe etmek şu demekdir. Nasıl ki hayvandan sağılan sütü memeden içeri veremiyorsak, tövbe de, bir daha o günâhı yapmamak niyetiyle olmalıdır. İşte böyle tövbe eden bir kişi ne günâh etmiş olursa olsun Allah günâhını affeder. Hattâ bazen, affetmekle de bırakmaz, tövbesinden hoşnûd oolduğu bazı kullarının seyyiâtını hasenâta çevirir yani günâhını sevâba döndürür. "إِلَّا مَن تَابَ وَآمَنَ وَعَمِلَ عَمَلًا صَالِحًا فَأُوْلَئِكَ يُبَدِّلُ اللَّهُ سَيِّئَاتِهِمْ حَسَنَاتٍ وَكَانَ اللَّهُ غَفُورًا رَّحِيمًا / İllâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât ve kânallâhu gafûran rahîmâ" âyet-i kerîmesi bunu beyân eder.
Tarîkat-ı aliyyenin ilk şartının tövbe olması da gâyet tabiidir. Çünkü tövbe etmek, küfürden îmâna dönmek gibidir. Dîn değiştirmenin nasıl ki şakası yoksa, tarîkata girerken yapılan tövbenin de şakası olmaz. Kesin bir kararlılık ve azim gerekir. Tarîkata girdiği halde durmadan günâha girip arkasından tövbe eden kişi, tarîkatden katiyyen feyz alamaz ve ma'nen ilerleyemez. Tıpkı yediğine içtiğine dikkat etmeyen bir hastanın doktordan ve ilaçdan fayda görememesi gibi. Hakkıyla tövbe edenlere "Tevfîk-i Sübhânî" erişir ve Cenâb-ı Hakk onları büyük günâhlara düşmekden muhafaza eder. Bu şekilde tövbe edenler, takdîr-i ilâhi îcâbı günâha girecek olsalar bile hemen Allah'a rücû' ederler.