Tövbe ve Muhabbetullah

7 Haziran 2022 tarihinde yayınlanmıştır.

İsmail Hakkı Bursevi

Büyük mürşidlerimizden İsmâil Hakkı Bursevî Hazretleri Kitâbü'n-Netîcesinde "اِنَّ اللّٰهَ يُحِبُّ التَّوَّاب۪ينَ innallahe yuhibbü't-tevvâbîn" âyet-i kerîmesi hakkında şöyle buyurmakdadır :

Ma'lûm ola ki tevvâb odur ki tevbesi cemî'-i zünûbdan ola. Nitekim sıyga-i mübâlağanın müfâdı budur. Ve her nerede tâib gelirse dahi murâd budur. Zîrâ mutlak kâmile masrûfdur ve tevbe-i kâmile cemi'-i zünûbdan olmağa mahmûldür. Onun için ba'zı 'ulemâ ba'zı zünûbdan tevbeye terk dedi, tevbe demedi ve isâbet etdi. Zîrâ Allâhu Teâlâ, 'ibâdı tevbeye da'vet etdiği makâm-ı mahbûbiyyete îsâl içindir. İnsân ise Hakk'a min-vechin mahbûb ve min-vechin mağdûb olmak olmaz. Zîrâ biri kurb ve biri bu'd iktizâ eder. Kurb ile bu'd ise bir yerde müctemi' olmaz. 

Pes, insânın latîfe-i insâniyyesinden Hakk'a teveccüh matlûb olduğu gibi cemî'-i eczâsından dahi matlûbdur. Ya'nî kuvâ ve a'zâsı dahi mâ-hulika-lehde müsta'mel olmak lâzımdır, tâ ki ihtidâ tâmm ola ve her cüz'ün hâline göre Hakk'a tekarrubu husûle gele. Zîrâ bedenin Hakk'a tekarrubu tâ'atle ve rûhun müşâhede iledir. Şol sebebden ki rûh 'âlem-i emr ve makâmı ıtlâkdan ve cesed 'âlem-i halk ve makâm-ı takyîddendir. Bu 'âlem ise 'âlem-i Hakk'a duhûl edemez. Zîrâ kayd ıtlâka mâni'dir. Onun için hiçbir kimse "Ben Hakk'ı basar ile gördüm" diyemez ve illâ 'âlem-i hissde görmek lâzım gelir. Hakk ise min-haysü hüve mahsüs değildir, belki mahsüs olan âsârı ve mezâhiridir. Belki Hakk meşhûddur ki müşâhedesi basîrete mevkûfdur. 

Ve şol ki "Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellem zükâk-ı Medîne'de Hakk Teâlâ'ya mülâkî oldu" denildi, maksûd hazret-i misâliyyeden bir misâli rü'yetdir ki bu dahi Hazret'e mahsûs bir müşâhededir. Ve hakîkatde mer'î olan sûret-i Muhammediyyedir ki sûret-i mahsûsada kendinden kendine tecellî etmişdir. Onun için Hakk Teâlâ'yı birkaç kerre şâbb-ı emred sûretinde gördü. Zîrâ sûret-i insâniyyeye münâsib olan sûret-i ilâhiyye budur. Zîrâ Hakk hicâb-ı 'azametle muhtecibdir. Onun için insânı halk etdi, tâ ki kendine halîfe ola ve Hakk'ı görmek isteyen halîfe yüzüne nazar eyleye. Eğerçi mazhardan kat'-ı nazar sırr ile 'âlem-i ıtlâkdan dahi görmek olur. Ve emred olup mültahî olmadığı budur ki lihye sûret-i hicâb ve mertebe-i şerî'atdir. Ve şerî'at hakîkate nikâb gibi olduğu gibi lihye dahi vech-i hakîkate nikâbdır. Nikâb ile ise rü'yet olmaz. Onun için arûsun yüzüne bürka ta'lîk ederler. Ve ol bürka kendine hicâb değil, belki ecânib ve ağyâra hicâbdır. Pes, yâr kendi kendini bî-perde ve ağyâr nikâb ile görür. Onun için ağyâra mahcûb dediler. Zîrâ hicâb-ı zulmânî ve nûrânîden hâlî değildir. Nazar eyle ki halk, emrede 'âşık olurlar. Zîrâ bî-perdedir. Mültehî oldukda zât avârız ile muhtecib olup ehl-i sûretin muhabbeti fenâ bulur. Ve ehl-i ma'nâ hakîkate nazar edip hakkânî sever. Pes, emred olmak bir nesneyi tegannî ile okumak gibidir ki ehl-i perde ol vasfa 'âşıkdır. Fe-emmâ ma'nâya nâzır olan mûr ile Süleymân'ı ve emred ile fili berâber görür ve lafza ve tegannîye bakmaz, belki onu vecde getiren ma'nâ olur. İşte vâsıl ile gayr-i vâsıl burada temeyyüz bulur.

El-hâsıl tevbe-i mutlaka-i sahîhada hicâb-ı hiss ve kuvâ açılır ve ahkâmı zevâl bulup sırr-ı rûhânî zuhûra gelir. Bu cihetden tâib makâm-ı mahbûbiyyete erişir. Zîrâ Hakk'ın mahbûb edindiği onun sûret-i cesedâniyyesi değildir. 'Aşk-ı mecâzîde ve sûret-i tegannîde olduğu gibi. Belki mertebe-i cesedde makbûl olan 'amel-i sâlih ile teveccühdür ki mûsıl-i mertebe-i rızâdır ki makâm-ı sıfatdır. Ve mertebe-i rûhda makbûl olan 'amel ve âlet-i 'amel ve ta'allukâtdan fenâdır ki mûcib-i likâdır ve likâ, makâm-ı zâtdır.

Pes, bundan fehm olundu ki tevbe vâdî-i bu'ddan semt-i kurba tahavvül ve fenâ fillâh makâm-ı kâbe kavseynden ev-ednâya teveccühdür. Çünki bu bâbda ibtigâ-i vesîle lâzım geldi, lâ-cerem sâlik her yüzden vesîleye muhtâc oldu. Onun için şerâi' ve ahkâm ile takayyüd lâzım geldi. Nitekim bu mertebenin esrârı merraten ba'de uhrâ tahrîr olunmuşdur.

֎

Listeye geri dön