Tövbeyi Hemen Yapın - Hutbe - 14 Eylül 1984

20 Mayıs 2022 tarihinde yayınlanmıştır.

Namaz

HUTBE

Kâlallahu Teâlâ fî Kitâbihi'l-Azîz.
Eûzübillahimineşşeytânirracîm.
Bismillahirrahmânirrahîm.
اِنَّ ف۪ي خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِ وَاخْتِلَافِ الَّيْلِ وَالنَّهَارِ لَاٰيَاتٍ لِاُو۬لِي الْاَلْبَابِۚ * اَلَّذ۪ينَ يَذْكُرُونَ اللّٰهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلٰى جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ ف۪ي خَلْقِ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِۚ رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هٰذَا بَاطِلًاۚ سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ
İnne fi halkı's-semâvâti ve'l-ardı vahtilâfi'l-leyli ve'n-nehâri le âyâtin li uli'l-elbâb. Ellezîne yezkurûnallahe kıyâmen ve ku'ûden ve 'alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkı's-semâvâti ve'l-ard, rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ, subhâneke fekınâ 'azâben nâr.
Sadakallahü'l-azîm.

Seneler seneleri, mevsimler mevsimler, aylar ayları, günler günleri, haftalar haftaları, saatler saatleri, kovalamakda ve insanoğlunun da arkasından koşan ve dâimâ onun ensesinden ayrılmayan bir kuvvet var ki, ona melekü'l-mevt derler. O da insanoğlunu takip ediyor. İnsanoğlu seneleri, ayları, günleri, haftaları süratle takip ederken, onu da arkasından takip eden bir azîm melek var. Ona melekü'l-mevt diyorlar ki Azrâil aleyhisselâm. O öyle bir davetli ki, isteyene istemeyene, sevene sevmeyene, inanana inanmayana gelici bir davetli o. Tâ Hazret-i Âdem aleyhisselâmdan ve ondan evvelki geçen âlemlerden kıyâmet gününe kadar ne kadar zî-rûh varsa, insanoğullarından ve cinnilerden, en nihâyetde, bu zât-ı ekrem ile karşılacaklar. Bu zâtla karşılaşmayacak hiç bir kimse yok. Bu melekü'l-mevt, âşıkları maşûkuna eriştirdiği gibi, zâlimleri ve kâfirleri de azâba götürecekdir.

Düşünelim. Bu yaşa geldik, herkes kendi bulunduğu yaşı hesâba katsın ve tefekkür etsin. Bu gecelerin gündüzlerin birbirini kovalaması, yani geceyle gündüzü bir makas farz ediniz, kâinâtın ömür kumaşını ve bizlerin ömür kumaşını doğramakda. Terzi nasıl kumaşı doğruyorsa, gece gündüz de, mevsimler de, insanların ve mahlûkât-ı ilâhînin ömür kumaşını doğramakdadır.

Ömür çok çabuk gelip geçicidir. Bir mevsim gibidir. Doğdun ilkbahar, yaza doğru gençliğin, yaz dinçliğin, sonra ihtiyarlığın, sonra ölümün, yani kış ölümündür. Bunu bize kâinât talîm eder. Görene! Köre ne! Her sene toprak ölür, sonra dirilir, bunda büyük ibretler vardır. Yani öldükden sonra dirileceğimizi gösterir bize ama görmeye göz gerekdir.

Yaradılan mahlûkât niçin halk olunmuşdur? Ne varsa kâinâtda karıncasından tut, sineğinden tut, filine kadar, bizim amellerimizi Cenâb-ı Hakk hayvan şeklinde tecessüm etdirmiş, bizim önümüze koymuşdur. İnsanlık numûneleri olduğu gibi hayvanlık numûneleri de vardır. Kendini bunlara bakarak mîzâna koyabilirsin. 

İnsanlık numûnesi Hazret-i Muhammed'dir, sallalahu aleyhi vesellem. O'na uyanlar ve O'na uyanlara uyanlar da insandır. Tâ ilâ yevmi'l-haşrı ve'l-karâr. Çünkü kâmil, mükemmel insan Hazret-i Muhammed'dir. Esmâ O'na talîm edilmiş, zât O'na talîm edilmiş, mir`ât-ı Hakk olmuşdur. O'na bîat eden Allah'a bîat etmiş, O'nu seven Allah'ı sevmiş, O'na ihânet eden Allah'a ihânet etmişdir. Hattâ bir kimse, Allah muhâfaza buyursun, ağzından bir kötü söz çıksa Cenâb-ı Hakk'a karşı, tövbesi müsetcâb olur da, Resûl-i Ekrem'e çıkarsa tövbesi kabûl olmaz. Çünkü iffet-i ilâhî, nâmûs-i rabbânîdir. Yani nasıl ki senin şahsın vardır ve mukaddesâtını vardır, şahsına yapılan bir buğzu, bir adâveti affedebilirsin, affetmen lâzımdır, ama mukaddesâtına edilen fenâlığı affetmek, senin işin değildir o. Er kişi onu affetmez. Zâten edemez, mukaddesât bu! Allah'ın da mukaddesâtı Hazret-i Muhammed'dir. 

Her Cuma her câmide, kelâmullahın her ânında ve her zamânında, Kur`ân'ın içinde, Allah, zât-ı ulûhiyyetiyle ve melekleriyle berâber muttasilen, hiç munkati olmadığı hâlde, Resûl-i Ekrem'e salât ü selâm verdiğini ilân eder. Cuma günleri de müezzinler bize bunu ne yaparlar, câmilerde ilân ederler : "إِنَّ اللَّهَ وَمَلَائِكَتَهُ يُصَلُّونَ عَلَى النَّبِيِّ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا صَلُّوا عَلَيْهِ وَسَلِّمُوا تَسْلِيمًا innallahe ve melâiketehû yusallûne 'alen nebiyy yâ eyyühellezîne âmenû sallû 'aleyhi ve sellimû teslîmâ". Manâsı, "Allah melekleriyle berâber muhakkak habîbi Muhammedine salât eder, ediypr, ey mü'minler, siz de Allah'a uyarak, ne yapınız, O'nun habîbi Muhammedine salât ediniz". Allah Resûlünün bu salâta ihtiyâcı yokdur, senin benim salâtıma. O'na salât etmekle biz nûrlanırız, biz yüceliriz, biz yükseliriz, tâ "فِي مَقْعَدِ صِدْقٍ fî mak'adı sıdk", sâdıkların ve sıddîkların makâmına yücelirizki o makâm Melik-i Cebbâr'ın indindedir. Yani Hakk'ın yanındadır, Hakk'ın katındadır. Yani Hakk'a vuslatdır. 

Ömür çok çabuk geçicidir. Bak düşününüz, nasıldın? Dün çocukdun, sonra genç oldun. En güzel hayâtın senin çocukluk âleminde, vardan yokdan anlamazsın. Mekteb başladı mı hayât ağırlığı senin üzerine yüklenir. Onun arkasından askerlik, onun arkasından evlenme, onun arkasından ölümler, kalımlar, çocuk olmalar, doğumlar, çekişmeler, vuruşmalar. Velhâsıl aklın başındaysa, iyi dinle, yetmiş sene ömrün varsa otuz beş senesi uykuyla geçer. Yetmiş senelik bir ömrün otuz beş senesi uykuyla geçer. Otuz beş senenin on yedi senesi çocuklukla geçer, on yedi sene kalır. O on yedi sene içine, hastalıklar, ölümler, sıkıntılar, her türlü ağırlıklar onun içine yüklenir. Kırk sene yaşayan bir mü'min, otuz dokuz sene burada keder görür, bir sene oh diyebilir ancak. Onun için Resûl-i Ekrem şöyle işâret buyuruyor, sallalahu aleyhi vesellem...

Eğer aklın başındaysa, bu akıl da akl-ı maâd ise, sana düşünme nimeti verildiyse, gözüne ibret nimeti konulduysa, bu kelâmdan ibret alırsın. Hemen kulluk kemerini beline kuşanırsın. Günahlarına tövbe edersin. Hemen Allah yoluna başını koyarsın. Öyle bir hâle gelirsin ki, öyle bir hâl sana tavsiye ederim ki, yola giden kimse yükünü hazırlamış, trenin kalkmasını yâhud vapurun kalkmasını beklediği gibi tabutunun kalkmasını bekler. Ansızın bir gün "Gel!" diyecekler. "Dön!" dedi mi, hemen dönersin geriye. İster pâdişah, ister paşa, ister kral, ister ordulara, ister dünyâya ve ukbâya mâlik ol. Bir kerre "ircıî" dedi mi, birisi "irciî ilâ rabbiki" var, "rabbine dön" var, bir de "ircıî ile'n-nâr" var. Birisi bu'diyyet, biri kurbiyyet. Onu da buradan elde edersin. Seni Allah sevmiş, sana Kur`ân'ı inzâl etmiş, habîbi Muhammed vâsıtasıyla ve sevgilisine seni ümmet etmişdir. Bu nimeti bil. Bunun şükrünü edâ et. Resûlullah'ın sünnetini ihyâ eyle. İbâdet ve tâatına bak.  Şu hadîse bak şimdi Peygamberimiz ne diyor,  sallalahu aleyhi vesellem.

"ve kâle'n-nebiyyü sallalahu aleyhi vesellem", Resûlullah buyurdu, "accilû bi's-salâti kable'l-fevt". Aman! Aman namaz kazâya kalmadan namazı kıl. Namaz kazâya kalmadan namazı kıl. "Accilû", acele et, ta'cîl et, ta'cîl et. Tövbeyi de ta'cîl et. Namazın vakti çok çabuk geçici olduğu gibi, ömür de çok çabuk geçicidir. "Accilû bi't-tevbeti kable'l-mevt", ölmeden tövbe et. Çünkü ömür çok acele gelip geçicidir. Ha bugün ha yarın derken birgün ansızın göğsüne otururlar. 

Vaktiyle dört kıtaya hükmetmiş bir pâdişah-ı âlem, dâimâ aldanmış, bugün tövbe ederim, yarın tövbe ederim, öbür gün namaza başlarım diye. 

Bir çok zavallı insanlar bunun gibidir. Bu da bir hayra niyetdir ama yemeği yemeden gitme, yemeği ye de git. Yani kıl da git. Sonra çok pişman olacaksın, ellerini ısıracaksın. Kabirde yalnız başınasın. Amelinle başbaşa kalacaksın. Bak anlatacağım şimdi. 

Osmân ibn Affân ki Resûl-i Ekrem'in iki kerîmesini almışdı, işte ismi orada yazılı, şurada, Osmân ibn Affân radıyallahu anh Efendimiz Hazretleri kabir denildiği vakitde çok ağlardı. Titrer ve tüyleri diken diken olurdu. Bu Osmân ki, Efendimizin iki kerîmesini almış, iki nûru, iki nûr-i Muhammedî'yi almış. Ve aynı zamanda Resûl-i Ekrem, Peygamberimiz, Hazret-i Muhammed Mustafâ, rahmeten-lil-âlemîn, Beşîr, Nezîr ve Şâhid olan Peygamberimiz, Allah'ın mahbûbu, sevgilisi buna "Ey sâlih Osmân, bana duâ ediyor musun?" diye sormuş kendisine. Bu Osmân ki câmiü'l-Kur`ân, Kur`ân'ı cem' eden bu. Şehîd olduğu vakitde oruçluydu ve Kur`ân okuyordu. Öyle şehîd ettiler kendisini. Peygamberimiz sallalahu aleyhi vesellem bu zâta, "Ey Osmân-ı sâlih, bana duâ ediyor musun?" diye sormuşdur kendisine, iltifat buyurmuşlar Resûl-i Ekrem Efendimiz. Bu zât, kabir denildiği vakitde ağlardı, üzülürdü, tüyleri diken diken olurdu. Dediler ki, "Yâ Osmân ibn Affân, Resûl-i Ekrem'in sana bu kadar teveccühleri var, niçin kabirden korkuyorsun? Mahşerden bahsedildiği vakitde bu kadar müteessir olmuyorsun da kabirden müteessir oluyorsun". Dedi ki, "Mahşer umûmîdir ama kabirde tek başımızayız, yalnızız" Yalnız!

Sen hiç bir kış gününde, gökyüzü kapanmış, kapkara, yolunu kaybetmişsin, kırda kalmışsın, kaldığın var mı öyle? Ne korkunç olduğunu biliyor musun? Daha bu böyle iken, ya kabirde olursa bu iş? Sakın ha kabrin içindeki karanlıkdan bahsettiğimi zannetme ha! Kabirde başka bir âlem var. Yani başka bir dünyâ var. Âlem-i berzah var. Orada karanlıkda kalmak meselesi mevzubahis.

"Accilû bi't-tevbeti kable'l-mevt". Resûl-i Ekrem diyor ki, "tövbeyi hemen yapın, acele ediniz tövbede, ihmâl etmeyin tövbeyi". 

Tövbenin manâsı, bir günah yapdığın vakitde, "Tövbe Yâ Rabbi" demek manâsına değil. Kötülükleri terk edeceksin ve yapdığın kötülüklerden ikrâh geleceksin, hatırına geldiği vakitde ağlayacaksın, Allah'a rücû edeceksin, bir daha yapmamak üzere cezm ü kasd edeceksin. Tövbe bu. Lisânen "Tövbe" demek, zikirdir bu. Bir daha tövbeyi tarif edeyim, senin anlayacağın gibi, bir hayvanı sağdık, o sağdığımız sütü memeden sağdığımız memeden içeri verebilir miyiz? Tövbe böyle olacak, terk etdiğimiz günahlara bir daha dönmek yok. Bu niyetle olacak. Kaderde varsa, kazâda, zuhûra gelir, ona sözümüz yok. 

Şimdi, hükümdar dört kıtaya hükmediyor ama bir kimseye hükmedemiyor. Nedir o? Melekü'l-mevte hüküm yok. Zâten Allah gâlib, her şey mağlûbdur. O ayrı. Bu hükümdar ha bugün tövbe ederim, ha yarın tövbe ederim, böyle böyle gününü geçirdi. 

Sana hitâb ediyorum şimdi, hikâye diye dinleme! Kendi hayâtına tatbîk et. "Bugün tövbe edeceğim, bu bayram da geçdi, Kurban Bayramı, inşaallah bir daha Ramazan'a" filan deme hemen tövbe! Aklın başındaysa. Sonra ağlamana, pişmanlık duymana, ellerini ısırmana, saçını sakalını yolmana fayda yok kabirde. Ne vakit gideceğimiz malûm değil. Sana mı bana mı? Gence mi ihtiyara mı? Doktora mı hastaya mı? Bilmiyoruz nereye çarpacak. Hastanın başında doktor ölüyor. Hastayı tedâvi eden doktor diyor ki, "Buna hiç çâre yok" diyor. "Bu ölümdür" diyor. Doktorda bir şey yok, hasta kalıyor, doktor ölüyor. Kaç tâne rast geldim. Aklın başındaysa bak ne söylüyorum. 

Hükümdar da böyle yapdı ve fakat bir türlü nefs-i emmâresinin başını kötülüklerden alamadı. İçkiden vazgeçemedi, fışkıdan vazgeçemedi, fuhşiyatdan vazgeçemedi. Allah yoluna kafayı koyamadı. Velhâsıl hep zamânını böyle geçirdi. 

Bunlar helâk oldular, böyle yapanlar. Hemen kasd edeceksin, "Yâ Rabbi sana döndüm, rücû etdim, ben nefsimin mahkûmu oldum, sana teslîm oldum yâ Rabbi, beni hak yola götür" diyeceksin, Allah'a teslîm olacaksın, hak yola gideceksin. Evvelâ gençlere söylüyorum, yaşlılara değil, gençlere. Evvelâ size lâzım gençler! Allah ve Resûlü sizi çok seviyor. Eğer sevmese senin burada ne işin var genç. Sen şimdi nefs-i emmârenin peşinde olman lâzım gelir. Seviyor Allah seni ki, getirdi seni buraya. Onun için evvelâ size. Gençlerin ibâdet ve tâatı Allah'a çok sevgilidir. Bir de kemâle ermiş insanlar, saçlarına sakallarına ak düşmüş, ölüm habercileri gelmiş, onlar da tövbe etmişler. Allah'ın sevdiği kullar bunlardır. Hele yaşlılar, günah dahi işleseler, Allah diyor ki, "Ey sinirleri gevşeyen, saçı sakalı ağıran, beli bükülen ihtiyar! Bendne korkmadan bana karşı günah işliyorsun, ben sana azâb etmeğe hayâ ederim" diyor Hazret-i Allah.

Ve hükümdar en sonunda son menzili olan yatağa yatdı. Yani ecel yastığına başını koydu. Vezir vüzerâsını topladı. Dedi ki, "Ey vezirlerim, ey paşalarım, ey kumandanlarım, görün beni, ibret alın. Ben dört kıtaya hükmederdim, değil mi, şimdi ben âhiretin kokularını alıyorum ve gideceğim makarrımı da görüyorum buradan. Vakti geçirdik biz tövbede. Siz bana bakın benden ibret alın. Kötülüklerden bir şey çıkmıyor. Gelin siz ibâdet ve tâata dönünüz. Hiç olmazsa beni görün benden ibret alın, Allah'a yönelin" dedi. "Size ben ibret olayım. Ben kâinâtdan ibret almadım, şimdi ben size ibret olayım da benden ibret alın" dedi. "Ben korkarım kabir azâbından beni toprağa gömmeyin, beni bir tabutun içine koyun, sarayımın tavanına asın" dedi. "Kırk gün asker beklesin beni". Öyle yapdılar. Fakat nısfu'l-leylde korkunç bir gürültüyle tabut gürledi. Ne olduysa? Açdılar, bir yılan, hükümdarı yarı beline kadar yutmuşdu. Yılanı katl etdiler, tekrar yerine koydular. Bir müddet sonra gene bir gürültü. Açdılar, gene aynı yılan, yutmuşdu gene. Üç sefer böyle oldu. Dördüncüde büyük bir veliyyullaha gitdiler, o devirde, sordular, dedi ki, "Onu siz katl etseniz de faydası olmaz. O sizin bildiğiniz dünya yılanı değil. Onun kendi ameli, nefs-i emmâresinin timsâlidir o" dedi. "O başbaşa kaldı kendi kabrinde. Ondan onu kurtaramazsınız" dedi

Böyle günler gelmeden, bu akabelere uğramadan, yakalarımız zebânî eline girmeden, melekü'l-mevt bizi tutmadan, kabirde tekl başımıza kalmadan gelin tövbe edelim. Ömürler çok çabuk geçici. Aklın başında değil mi, bak, seneler seneleri kovaladı, aylar ayları, haftalar haftaları, günler günleri, bayram bayramı. Dün Ramazan derken dün Ramazan Bayramı, bugün Kurban Bayramı derken Kurban Bayramı da geçdi, içimizden bir çok arkadaşlarımız da ayrıldılar, amelleriyle başbaşa, çıkıp gitdiler. O haram demeyip topladıkları düşmanlarına kaldı, sevmediklerine kaldı, onlar taksîm etdi yediler, hesâblarını onlar verdiler. 

Şimdi, aklı başında olanlara benim sözlerimin kâfî geleceğine kâniyim ben. Hemen gencimiz ve ihtiyarımız, orta yaşlımız ve çocuğumuz, hepimiz tövbe istiğfar ederek Allahu Teâlâ Hazretlerinin yoluna baş koyalım. "Kalbim temiz", "Beş vakit namazda ne varmış", "Sofuların namazı var, bizim de niyâzımız var" demeyelim. Bu yanlış bir yoldur. Kılamasan bile, "Eyvâh! Ben niye kılamıyorum" diye ağla! Ağlayamıyorsan niye ağlayamıyorum diye ağla! hem kılmıyor hem kılanı tahtie ediyor, hatâlandırıyor. Öyle yapma sakın ha! Âkıbetin iyi olmaz! Kılamıyorsan, "Ben niye kılamıyorum? Allah beni niye huzûruna kabûl etmiyor?" diye düşün. Çünkü namaz kılmayan bir kimse huzûrullaha kabûl edilmiyor demek ki. Bu bir huzûrdur ve davetçisi de Hazret-i Allah'dır. Ve minâresinden müezzin ağzıyla Allah davet eder kullarını huzûruna. Sen kulken sevmediğini huzûruna almıyorsun da Allah sevmediğini huzûruna alır mı? Her yerde huzûrdayız ama câmide bir husûsiyyet vardır. Câmide, mescidlerde, Allah'a secde edilen yerlerde bir husûsiyyet vardır. Buraya geliyorsun, bil ki Hakk Teâlâ'nın sana karşı olan bir muhabbeti olduğunu bilmen lâzım. Bunu fırsat bil ve Rabbinin önünde secde eyle, Allahını tesbîh et. Dilinde Allah'ın esmâsı, kalbinde Allah'ın sevgisi ve muhabbeti olsun. 

İbâdet ve tâatda iki gününü bir eden zarar etdi. Dünyâ husûsâtında da böyledir. Dünyâ husûsâtında da böyledir. İki günü bir eden, zarardadır. Mutlakâ ilerlemek lâzımdır. Dünyâda da böyledir, maddede de böyledir. Bâhusûs dünyâ altundan olsa, âhiret tenekeden, tenekeyi tercîh et. Çünkü dünyâ altından da olsa fânîdir, elinden çıkıcıdır. Âhiret teneke de olsa, senin olacak o ebediyyen. Estağfirullah, öyle değil ya, anlatmak için söylüyorum bunu. Ebediyyen ordasın, bir daha buraya gelmek yok, bitdi. Buraya gelen gidiyor. Seninle ben tâ mahşer gününde bir daha karşılaşırız, huzûrullahda. İnşâallah Resûlullah'ın sancağı altında, inşâallah şehîdlerle, gâzîlerle, nebîlerle, velîlerle, âşıklarla, sâlihlerle cem' oluruz. 

Allah Ganî'dir, Allah diyeni kapısından boş çevirmez. Kim olursa olsun. Ama ömrünün kıymetini bil yavrum. Namazın vakti çabuk geçtiği gibi ömür de çabuk geçicidir. Hemen tövbe et ve Allah'a rücû' eyle. O vakit zarar etmezsin. Tövbe edenler zarar etmediler, tövbe etmeyenler zarar etdiler. Cevâhirlerden daha kıymetli ömürlerini denize savurdular, hebâ etdiler, atdılar, sokaklara atdılar. Dünyâ yüzüne tekrardan dönüp bir kerre Allah demeyi Allah'dan isteyeceksin ama izin verilmeyecek, Kur`ân-ı Kerîm'in beyânına göre. "Yâ Rabbi, tekrar bizi dünyâya çıkar, a'mâl-i sâliha icrâ edelim". Geçdi, bitdi o iş.

Hani, malûm-i ihsânınız, ben size anlatmışdım ama yine söyleyelim de sözümüze nihâyet verelim. İlyas Nebî ölüyormuş. Dedik ya, her nefis ölümü tadıcı. Ağlıyormuş İlyas aleyhisselâm. Peygamber, peygamber, oyuncak değil, mahalle imamı değil, peygamber! Melekü'l-mevt demiş ki, "Yâ Nebiyyallah, ölümden mi korkuyorsun, niye ağlıyorsun? Sen bir peygambersin, senin makâmın cennetin a'lâ kısmındandır" deyince, "Yok yâ melekü'-mevt, ona ağlamıyorum. Rabbime ibâdet etmeye doyamadım" demiş. Yani "Ete kana bürülü iken, dünyâ vücûdunda iken Rabbime ibâdet etmeye doyamadım" demiş.

Fırsatı ganîmet bil. İbâdet ve tâatdan lezzet almıyorsan hastasın. Çünkü hastaya bal tatdırdıkları vakitde, bal hastaya acı gelir. Neden? Mizâcı bozukdur. Kim ki ibâdet ve tâatdan, kim ki zikrullahdan zevk duymuyorsa hasta o. Tövbe etsin, hastalığını tedâvî ettirsin. Son pişmanlık para etmez. Bir gün gök yarılacak, güneş dürülecek, yıldızlar dökülecekdir, tövbe kapın kapanacakdır. O günler gelemeden Rabbine dön. 

Allah Ganî'dir. Hazret-i Muhammed gibi bir peygamberimiz var. Ebûbekir Sıddîk gibi bir şefîimiz var, Ömer gibi bir hâmîmiz var, Osmân gibi bir duâcımız var, Ali gibi bir müncîmiz var, Kur`ân gibi bir kitâbımız var. Bize kâfî gelmez mi? Gelir ama, Allah de, Allah'da dâim ol ve kâim ol. Çenen îmân üzere kapansın. Ona çalış. O da ibâdetle ve tâatla olur, muhabbetle olur.

Tövbe istiğfâr edelim, hangi günaha tövbe edersen, o günahı yapmamış gibisin. İki cihân serveri, ins ü cin peygamberi, sebeb-i hilkat-i âlem olan Efendimiz, "et-tâibü mine'z-zenbi kemen lâ zenbe leh" buyurmuş. İyi dinle! "Günaha tövbe eden, o günahı yapmamış gibidir" buyurmuş. Allah derhal affediyor. Onun için "Allah benim bu günahımı affeder mi, etmez mi?" diye düşünme böyle bir şeyi. Allah'a hüsn-i zan et. Allah'ı sev. Allah'a hüsn-i zan et. Allah affedicidir. Allah de, mahrûm olmayacaksın.

Vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm, ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtın müstakîm.

Kemâl-i lutf u ihsânından Allah
Dedi "lâ taknetû min rahmetillâh"
Olagör rahmet ümmîdinde dâim
Bu ma'nâdan eğer oldunsa âgâh
"Ve bi'l-eshâri hüm yestağfirûn"
Bak istiğfâr eyle her seher-gâh
Yürü sa'y edegör bâkî na'îme
Kişiye çün ki kalmaz mâl eğer câh

www.muzafferozak.com

Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 14 Eylül 1984 (19 Zilhicce 1404) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.
Listeye geri dön