Sôfîlerin eserlerinde Tûr ve Tûr-i Sînâ, tabirleri sık sık karşımıza çıkar. Onların lisânında Tûr, bir mecâzdır, tecellî mahalli ma'nâsına kullanılmışdır. En büyük tecelligâh insandır, bu yüzden Tûr, en çok da insanın ve bâhusûs tezkiye edilmiş kalbin remzi olarak kullanılmışdır. Birkaç misâl verelim ki mesele daha iyi anlaşılsın.
Bir veliyyullah bu mecâzı şöyle ifâde eder :
Mûsâ benem kim Hakk ile dâim münâcât eylerem
Gönlüm tecellî nûrudur anınçün Tûr olmuşam
Diğer bir veliyyulah da şöyle ifâde etmişdir :
Erişse Hazretinden nûr edersin milk-i kalbi Tûr
Tecellîden olur ma'mûr mekânın lâ-mekân iken
Yine aynı zât şöyle buyurmuşdur :
Sînemi Tûr-i tecellî-i cemâl eyle müdâm
Aşk ile yansın tutuşsun şu'le nâr olsun bana
Yûnus Emre Hazretleri de nutuklarında bu remzi çok kullanmışlardır. Birkaç beytini zikredelim :
Sekiz uçmak 'âşıklara köşk ü sarâydır anlara
Mûsâ'leyin hayrân olup Tûr Dağında kalan benem
Tûr-ı münâcât bana durdugum yerde olur
Benem bugün Bâyezid uş gizli sırra geldim
Hâcet değil 'âşıklara Tûr'da münâcât eylemek
Ben kandasam Dost andadır her bir yeri Tûr eyleyem
Bu nutuklardan da anlaşılacağı üzere Tûr, tezkiye-i nefs ve tasfiye-i kalb ederek, tecelliyât-ı ilâhîye lâyık olan insanın yani insân-ı kâmilin remzidir. Nitekim sûre-i celîlenin devâmında da buna işâret vardır. "لَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ ف۪ٓي اَحْسَنِ تَقْو۪يمٍۘ" âyet-i celîlesi insandaki bu istidada işâret etmekde, yani insanın özü itibarıyla ilâhî tecelliyâtı kabûle elverişli olarak yaradıldığı beyân edilmekdedir. Bu istidadını kullanarak vücûd ülkesini, nefsin ve şeytanın askerlerinden kurtarıp, onu mâsivâ fesadından ve fitnesinden temizleyerek emniyyetli bir belde hâline getiren insanın remzi de yine aynı sûredeki "beledi'l-emîn" lafzı ile ifâde edilmişdir.
Gir gönüle bulasın Tûr sen-ben demek defterin dür
Key güher er gönlündedir sanma ki ol 'ummândadır