5 Ekim 2023 tarihinde yayınlanmıştır.
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri buyurdular ki :
Meşhûr Mahmud-ı Gaznevî, pâdişah, sivil giyinmişdi, gidiyordu, bakdı bir demirci gördü. Demirci demir dövüyor, demir döverken duruyor, karşı duvara bakıyor, sonra gülüyor, koşuyor duvara doğru, tam duvarın yanına varınca ağlayarak geri dönüyor, tekrar demirini dövüyor. Sadrazamına dedi ki, "Git bunu öğren, anla bunun ahvâl ü harekâtını, nedir bunun başına gelen bu iş".
Oradan yürüdüler, bakdılar, bir minârenin önünde bir adam, minâreye bakıyor, koşarak, gülerek çıkıyor minârenin üstüne, minârenin üstüne varınca, ağlayarak aşağıya iniyor. Dedi sadrazamına, "Bunun da ahvâlini öğren, bana haber ver, nedir bunun hâli".
Biraz daha yürüdüler. Bir pazar içerisinde bir kalabalık yerde, bir a'mâ, gözleri kör, sesleniyor, "Bana on para sadaka veren benim enseme tokatla vursun. Vurmazsa hakkı helâl olmasın. Mutlakâ beni dövün siz". Parayı alıyor ve tokatı yiyor. Böyle bu şekilde. Dedi, "Bunun da ahvâlini öğren, gel bana haber ver". O a'mânın ensesi, araba çeken öküzün boynu gibi olmuş tokat yemekden.
Sadrazam evvelâ demirciye gitdi. Çünkü öğrenecek, pâdişaha bildirecek. Dedi, "Senin bu hâlin nedir? Sultan emrediyor, senin ahvâlini öğreneceğim ben". Dedi o adam, "Anlatayım ben sana meseleyi" dedi. "Harb zamanıydı, işle çokdu, bana emir verildi, ben kılıç yapıyordum, mızrak yapıyordum, dövüyordum böyle. Karım bana bir tavuk pişirmiş, buraya göndermiş. Çünkü ben istirahat edemiyorum, yemeği yiyip hemen işe başlıyorum. Tam tavuğu yiyeceğim vakitde bir kara kedi peydâ oldu karşımda, siyah bir kedi karşıma durdu, başladı arsızlık yapmaya bana, benim tavuğumdan istiyor. Ben kediyi kovdum, o kedi gene geldi. Ben kovdum o gene geldi filan. En nihâyet ben tavuğu yedim, sonra kızdım kediye gadablandım, yapdığı işden, arsızlıkdan dolayı, kemikleri tutdum ateş atdım yakdım. Yakınca o kedi karşıya gitdi, bak gene duruyor orada işte, ba ba ba orda, ordan bir hazîne gösterdi. Dedi ki, 'Tavuğun etini yemek senin hakkındı ama kemiklerini yemek benim hakkımdı. Sen bana niçin tatdırmadın kemikleri de yakdın. Eğer bana kemikleri yedirseydin bu defîne senin olacakdı' dedi. Şimdi ben buraya geldim mi, o defîneyi bana gösteriyor. Ben gidiyorum oraya defîneyi almak için, kayboluyor. Gülerek gidiyorum, defîneyi alacağım diye, ağlayarak geri geliyorum, defîneye mâlik olamıyorum çünkü" dedi.
Tımarhâneye gidiyorsun, bazı adam duvara bakıyor konuşuyor böyle. Sen zannediyorsun ki duvara konuşuyor. Hayır! Duvardan konuşan var onunla. Sen işin farkında değilsin. Yaaa! Bunun üzerinde durmak lâzım uzun uzadıya ama geçiyoruz. Bir ders olur çünkü ayrıyeten.
Sadrazam ikinci adama vardı. O minâreye çıkıp ağlayarak aşağı inen adama. "Senin hâlin nedir, pâdişah emretdi, sen bu hâlini bana haber vereceksin, ben sultana bildireceğim" dedi. Dedi ki adam, "Ben müezzindim, minâreye çıkıp ezan okuyordum, bir sabah namazında çıkdım ezan okumaya, bir hayvan geldi, beni minâreden aldı, bir saraya götürdü. O sarayın toprakları miskdendi, altınlarla, gümüşlerle süslenmişdi bahçesinin duvarları ve çiçeklikleri. Dil tarif edemez. Havuzun kenarında gâyetle güzel bir hanım, çok güzel bir hanım oturuyordu, beni götürdü o hanımın yanına koydu. Ben hanımı görünce dayanamadım, elimi atdım. Hanım dedi ki, 'Sen bana haramsın şimdi, niye bana el atıyorsun, bırak. Seni ben istettim buraya, ben getirttirdim. Nikâhımız kıyılsın ben senin helâlin olacağım, o vakit ben senin âilen olacağım. Şimdi yapma, biraz sabret, şehvetine mağlûb olma, aklını başına al, sâhib ol şehvetine' dedi. Ben dinlemedim, kadına sarılmak istedim, kadın o beni getiren hayvana dedi ki, 'Sen bana insan sûretinde bir hayvan getirmişsin, al bunu götür yerine koy' dedi. O hayvan aldı beni getirdi minâreye bırakdı. Şimdi ben aşağı iniyorum, bakıyorum o kuş oraya geliyor, beni gene götürecek diye ben yukarı çıkıyorum. Çünkü ben kadına âşık oldum. Fakat kadın beni attırdı. Çıkıyorum yukarı fakat bakıyorum ki kuş yok orda. Aşağı iniyorum ağlayarak, gene bakıyorum kuş oraya gelmiş. Gülerek çıkıyorum, ağlayarak aşağı iniyorum" dedi.
Şimdi, bu ne oluyor böyle? Şehvetine mağlûb olanların ahvâl u harekâtı bu. Bir kızla bir erkek sevişiyorlar böyle, birbirleriyle görüşüyorlar, nikah kıymadan yatıyorlar birbirleriyle, şehvetlerine sâhib olamıyorlar. Sonra çocuk oluyor, adam bırakıp kadını kaçıyor. Kadın çocuğu aldırıyor, bedbaht oluyor, ortalarda kalıyor. İşte şehvetine mağlûb olanların nihâyeti böyle. O adam gibi ağlamakla mükellef oluyor sonra. Bekliyor ki gelsin erkek diye. Karşıdan gördü mü gülüyor, erkek sırtını çevirdi mi ağlıyor.
Sadrazam üçüncüye gitdi. "Senin bu hâlin nedir, pâdişah emretdi, bana haber ver dedi, yazacağım ben" dedi. O a'mâ dedi ki, 'Ben kervancıydım". Vaktiyle kervanla götürüyorlardı. Şimdi zamanımızda arabalar var, otomobiller var, kamyonlar, tayyareler filan var. Eskiden kervan giderdi böyle eşyâ taşırdı kervanlar. "Kervancıydım ben, bir adam geldi, dedi ki bana, 'Semerkand'a gideceğiz' dedi. 'Yüz katır yükü eşyâ var bende, kaça götürürsün beni sen Semerkand'e'. Ben dedim ki işte şu kadar para. 'Peki' dedi, kabûl etdi. Biz yüz katırı yükledik, gidiyoruz. Fakat katırların sırtındaki yük küçük olduğu hâlde, katırların belleri iğrildi. Ağır bir yük var içerisinde. Ben gitdim, elimle bakdım, içerisi altın dolu. Ben niyetimi bozdum. Aldım o adamı, götürdüm bir ormana, çıkmaz bir derbende götürdüm adamı. Dedim ki, seni öldüreceğim ve ben bu malları alacağım dedim. O zât dedi ki bana, 'Beni niye öldüreceksin? Âhiret gününü düşün! Kıyâmet gününü düşün! Allahu Teâlâ'nın azâbını düşün! Allah'ın cehennemi vardır. Beni niye katledeceksin, ne istiyorsun benim kanımdan?'. Ben dedim ki, bu paralara ben sâhib olacağım. O dedi ki, 'Canım ben onun yarısını sana vereyim. Elli katırı senin olsun, elli katırı da benim olsun. Kâfî gelir bu. Niçin beni öldüreceksin?'. Yok olmaz öyle şey dedim ben. O dedi ki, 'Peki öyleyse öyle yapmayalım, seksen katırını sen al, yirmi katırını bana ver'. Olmaz, ben seni öldüreceğim dedim ben. Niye? Sen giden haber verirsin karakola, şehre vardığımız vakitde, polislere beni yakalatırsın dedim. O dedi ki, 'Yâhu yapma Allah rızâsı için beni öldürme! On katırı benim olsun, doksan katırı senin olsun". Hayır, seni öldüreceğim ben dedim. Fesübhânallah!
Sonra bana dedi ki, 'Sen düşünmedin mi ben bu altınları nereden buldum?'. E peki nereden buldun? Bende bir sürme var, sağ gözüme çekdiğim vakitde, toprağın içindeki defîneleri görüyorum ben. Şimdi ben senin gözüne çekeceğim bu sürmeyi. Bak istersen göreceksin. Sana bu sürmeden çekeyim ben, binlerce katır altın bulabilirsin'. Peki yap bakalım dedim. Gözüme sürmeyi çekdi, sağ gözüme, bakdım hakîkaten de toprağın altındaki bulunan madenleri, altın madenlerini görüyorum ben. Dedim ki ona sol gözüme de çek. 'Yoook, sol gözüne çekdirme, sol gözüne çekersen, gözlerin kör olur' dedi. Yok, hayır, onda başka marifet var, benden saklıyorsun, seni öldüreceğim ben dedim. 'Yâhu yapma evlâdım, sen niçin böyle yapıyorsun? Biraz tamahını terket. Bak işte sana hepsini verdim, bu sürmeyi de veriyorum' dedi. Hayır, sol gözüme de çekeceksin dedim. Pekala dedi ve sol gözüme çekdi, iki gözüm de kör oldu. Fakat adam beni orada bırakmadı gene, insanmış, beni aldı getirdi, Semerkand'a buraya, gözüm kör olduğu hâlde, getirdi bırakdı. O kadar hazîneye mâlik olduğum hâlde, adam bana bunları verdiği hâlde, ben tamah etdim, bir türlü gözüm doymadı benim, en nihâyet bu tamahım benim gözlerimin kör olmasına sebeb oldu. Başıma gelen felâket bundan ibâretdir" dedi.