18 Ekim 2020 tarihinde yayınlanmıştır.
Şarkın büyük hükümdârı Gazneli Mahmûd, başvezîri ile berâber, tebdîl-i kıyâfet edip şehrin sokaklarında gezinirken, bakmış bir demirci, dangada dangada demir dövüyor, sonra karşıya bakıyor, çekici koyuyor, gülerek oraya doğru koşuyor. Oraya varınca, duruyor, yüzünü asıyor, ağlaya ağlaya geri dönüyor. Gene geliyor, demiri döverken, gene bakıyor, gene gülüyor, gene çekicini koyuyor, gene koşuyor. Akşama kadar böyle.
Tımarhânede böyle deli çok var, bu vaziyetde. Sen deli zannediyorsun, halbuki bir şey görüyor o. Sen zannediyorsun ki, bir şey yok, kendi kendine ağlıyor zannediyorsun, halbuki öyle değil.
Pâdişah sadrazamına demiş ki, "Bunun bu ahvâlini bana tahkîk edeceksin, tetkîk edeceksin, gelip bana haber vereceksin. Yaz bakayım". Sadrazam not etmiş.
Oradan yürümüşler, bakmışlar, bir adam, minârenin dibinde duruyor, minâreye bakıyor, bir kuş geliyor, konuyor, görüyor onu, gülüyor. Hemen minâreye fırlıyor, koşa koşa yukarıya çıkıyor. Tam yukarıya varınca, kuş uçuyor, ağlaya ağlaya aşağı iniyor. Gene geliyor, gene öyle. Ama o görüyor onu, başkaları görmüyor, bir tek o görüyor. Gülerek çıkıyor minâreye, ağlayarak aşağı iniyor. Bütün gün böyle. Pâdişah, "Bunu da yaz" demiş. Müezzin, câminin müezzini, vazîfesi o.
Sen gördün mü, Kuledibi'nde bir yahudi çocuğu var, ismi bilmem ne. Eline toparlak bir şey geçirmiş, böyle tırrrt, tırrrrrt, rırrrr, rırrrr diyerek Hasköy'le Kuledibi arasında işliyor. Otomobil gibi. Kendi başına. Öyle işliyor, akşama kadar, hiç durmadan. Kim bilir kaç sefer yapıyor akşama kadar? Yirmi sefer mi otuz sefer mi yapıyor?
Oradan gidiyorlar, pazar yerinde bir a'mâ, "Allah aşkına bana sadaka veren, enseme bir tokat vursun. Allah için bir sadaka veren, bana bir tokat vursun" diye sesleniyor. Sadaka veren, yapıştırıyor. Adamın ensesi, tokat yiye yiye öküzün ensesi gibi olmuş. Adam, "Ne kadar kuvvetli vurursanız Allah o kadar sizden râzı olsun" diyor. Yapıştırıyorlar, şırraak, şırraak. Pâdişah, "Bunu da yaz" demiş. Sadrazam yazmış. "Haydi git bunları tetkîk et" demiş.
Sadrazam gelmiş, demirciyi bulmuş. Merhaba, merhaba. "Ben pâdişahın sadrazamıyım, sultanın emri bu, senin bu hâlin nedir? Sultan geldi, gördü seni, sen bizi tanımadın. Biz sivil geldik buraya, seni böyle gördü. Bu hâlini bana anlatacaksın, pâdişah bunu istedi senden" demiş. Demirci, "Peki efendim, anlatayım" demiş.
Harb zamânıydı, gece gündüz çalışıyorduk, demir dövüyorduk, kılıç yapıyorduk, yay yapıyorduk, ok yapıyorduk. İş çok sıkıydı, öyle ki yemek yemeye eve gidemiyorduk, burada ocak başında yiyorduk. Bir gece karım bana tavuk pişirmiş, göndermiş. Ben tavuk yerken bir kedi peydâ oldu, bir siyah kedi. Ben kış dedim, o geldi, ben kış dedim o geldi, arsızlık yapdı bana. Ben buna hiç yediğimden tattırmadım, vermedim. Hattâ kemiklerini de vermedim. Kızdım ona. Öyle benim asâbımı bozdu. Nasırıma basdı. Kızdırdı beni. Karakedi. Kemiklerini de vermedim, kaldırdım ateşe atdım, yakdım. Sonra karakedi bana dedi ki, hıh! Sersem herif! Aaa! Karakedi konuşuyor. Hadi evvelâ tavukdan vermedin, tavuğun eti senin hakkındı ama kemikleri benim hakkımdı. Bana kızdın diye niye hissiyâtına o kadar kapıldın da kemiklerinden bana vermedin. Haydi etinden vermedin, tamam, senin hakkındı o, ama kemikleri sinirleri benim hakkımdı. Yemedin onları sen, ateşe atdın, yakdın. Eğer tavuğun kemiklerini, sinirlerini bana verseydin, bak, bu hazîneyi burada gör, bir hazîne çıkardı ordan, bu senindi. Bak bu senindi. Şimdi sen, bu asabiyetinin cezasını çekeceksin. Bu defîneye mâlik olamayacaksın sen dedi. Şimdi ben buraya demir dövmeye geldim mi, o kedi karşıdan bana görünüyor, defîneyi gösteriyor. Ben zannediyorum bana verecek, koşuyorum gidiyorum, kayboluyor. Gülerek gitmemin sebebi, defîneye mâlik oldum diye koşuyorum, oraya gitdim mi kayboluyor, ağlıyorum, dönüyorum. Ha, demek ki, insan, hissiyâtıyla hareket etmemeli, zararı büyük oluyor.
İkincisi, müezzine gitmiş. "Senin derdin nedir" demiş. Müezzin diyor ki, sabah namazına çıkdım. Sesi muhrik bir adamdım, gâyetle güzel sesim vardı. Sonra minarede benim sesimi beğenmişler. Cin pâdişahının kızı benim sesimi beğenmiş. Cinlerden birine tenbîh etmiş, bana o benî-âdemi getirin demiş. Ben sabah ezânını okudukdan sonra, tam minâreden aşağı ineceğim sırada, bir kuş geldi, beni yakaladığı gibi, aldı doğru bir sarayın bahçesine götürdü. Sarayın bahçesi dille tarif edilir gibi değil. Hesnâ müstesnâ bir hanımefendi bir tahtın üstüne oturmuş, onun yanına beni götürdü koydu. Koyar koymaz ben hemen apazlamaya kalkdım kadını, sarıldım. Dedi ki, Yooo! Sen bana haramsın şimdi, sen bana elini vuramazsın. Ben seni arzu etdim, isteyerek buraya getirdim. Ben getirtdim seni buraya. Nikâhımız kıyılsın, helâlınım ben senin, her şey senin olacak, ben de senin olacağım. Kulun kölen olacağım, âilen olacağım senin. Ama şimdi sen böyle haram helal bilmiyorsun. Sen müslümanım diyorsun, müezzinim diyorsun, ezan okuyorsun ama haramdan helâldan haberin yok senin. Niye sarılıyorsun sen bana! Çek elini! Ben dinlemedim, tekrar sarıldım. Döndü o cinniye bir bağırdı, sen bana sûret-i insanda bir hayvan getirmişsin. Al bu hayvanı buradan götür dedi. O cinni yapışdığı gibi yakama aldı getirdi beni minâreye koydu. Şimdi ben aşağı indim mi o kuş geliyor oraya konuyor. Ben gene gideceğim oraya diye koşuyorum yukarıya. Oraya varınca, kuş uçuyor. Aşağı iniyorum, oraya geliyor. Onu görüyorum diyor. Bunu gördüm ben, gördüğüm bu benim. İnsan şehvetine, isteğine mağlûb olmamalı. Şerîatı, şer'-i şerîfi, emr-i ilâhiyi dinlemeli, yerine getirmeliymiş. Bilemedim, beceremedim, şimdi bu derde mübtelâ oldum ben diyor.
Uzun hikâye, bunu ben Amerika’da dört haftada anlatdım. Bu hikâyeyi. Burda kısa kesdiğime bakma.
Nihâyet, o körü buluyor, "Sen niye böyle sadaka istiyorsun da ensene tokat attırıyorsun?" diye soruyor. Anlatayım diyor, ben bir kervancıydım. Bin katırım vardı benim. Hindistan’la Semerkand arasında eşya taşırdım, halkı götürür getirirdim. O vakit, tren mren yok. Bir adam geldi, bir şeyh efendi. Dedi ki bana, 'Bin katır yükü eşyam var benim, beni Semerkand’a götürür müsün?' dedi . Götürürüm, dedim ve yüksek bir baha istedim kendisinden, derhal kabul etdi, peki dedi, eşyayı hayvanlara yüklediler. Başka kimse yokdu, adam yalnızdı, ben de yalnızdım. Eşyayı yükledik fakat yükler küçük görünüyor fakat çok ağır. Ağırlıkdan hayvanların beli eğrildi. Şeyh görmeden yükleri karıştırdım, bakdım çuvalların içinde altun var. Bin katır. Ben niyeti bozdum. Götürdüm Hazret-i Şeyh'i bir ormana, bir derbende, üzerine çökdüm, seni öldüreceğim dedim. Niye beni öldüreceksin? dedi. Bu kadar altun var, bu altınlara ben mâlik olacağım dedim. Şeyh dedi ki, öyle yapmayalım. Ben sana helâlin minallah, onun yüzde yirmi beşini vereyim. Sana kâfî gelir o yüzde yirmi beş. Yoook! Katiyyen! dedim. Yüzde otuz, hayır, yüzde kırk, hayır, yüzde elli, yarı yarıya, hayır, yüzde yüz, olmaz demiş. Haber verirsin sen beni demiş. Şeyh Efendi, vermem oğlum, vermem. Bana zekâtını ver demiş. Yani malın hepsi senin olsun bana zekât diye kırkda birini ver. Hepsini sana vereyim, kırkda birini bana ver, kâfî gelir bana. Olmaz dedim diyor. Hepsini alacağım, seni öldüreceğim. Oğlum benden ne istiyorsun, beni niye öldüreceksin, niye kanıma elini süreceksin, bak bu kadar sana mal mülk bağışlıyorum. Haber verirsin sen. Vermeyeceğim, haber vermeyeceğim. Beni burada bırak sen al katırları git, ben buradan tek başıma giderim. Hayır öldüreceğim. Gel öldürme, sen bana bu altınları sen nerden buldun diye bana sormuyorsun, değil mi? Sormuyorum. İşte şimdi ben sana öğreteyim nerden bulduğumu. Bende bir sürme var, sağ gözüne çek, bak toprağın altına, nerde defîne var görürsün. Yerin altını gösterir o. Ben öyle buldum altınları. Yalan söylüyorsun! Yalan söylemiyorum, denemesi bedava. Sağ gözüme sürdü diyor. Bakdım hakîkaten de yer keşf olundu bana. Nerde altın madeni var, nerde altın var, madenler var, hep görmeye başladım. Dedim ki diyor, sol gözüme de çek. Yoook, sol gözüne çekersen gözün kör olur, sağ göz kâfîdir. Hayır! Çekeceksin, sol gözde bir marifet var, sen onu bana öğretmek istemiyorsun, seni ben öldüreceğim. Oğlum gözün kör olur, bırak şu hırsı. Kâfî, tamah etme daha fazla, tamam oldu bak işte hepsini sana verdim, bunu da öğretiyorum. Hayır! Peki dedi, bir çekdi sol gözüme, iki gözüm birden kör oldu. Kaldım ortada, gömüldüm karanlığa. Şeyh yine de beni aldı, Allah razı olsun, beni ormanda bırakmadı, o derbendde, beni bir ata bindirdi, çekdi getirdi beni bu şehre bırakdı. Demiş ki, sen benim mallarımı alıyordun, şimdi senin malın bana mâl-ı ganâimdir, bin katırın, sen şimdi burada dilen demiş. Bu kadar mala mâlik oldun, anamın ak sütü gibi sana helâl etdim, sen ona da kanâat etmedin, sana bütün defîneleri gösterdim gene râzı olmadın, şimdi senin sürünmen lâzım. Evet benim sürünmem lâzım, enseme tokatı vur, sadakayı ver. İşte onun için tokat yiyorum. Tokat yemeye ben lâyıkım. Onu da yazmıilar böyle.