23 Ocak 2024 tarihinde yayınlanmıştır.
Uzlet, Hakk için halkı terk etmek demekdir. Yani halkı terk edip Hakk'a yönelmek demekdir. Halkı terk etmek de bir kaç türlü olur. Bazen insanlardan uzaklaşıp inzivâya çekilerek yapılır uzlet, bazen seyahate çıkarak, bazen halvete girerek yani erbaîn çıkararak, bazen de halk içinde Hakk'la beraber olarak uzlet edilir. Tebettül, inzivâ, infirâd, teferrüd, inkıtâ' tabirleri de uzlet için kullanılır.
Uzlet demek, herkesden uzaklaşmak, herkesden alâkayı kesmek değildir, ehl-i dünyâdan uzaklaşmakdır. Sâlihleri terketmek olmaz. Bilakis, sâlihlerle, sâdıklarla beraber olmak lâzımdır. Bunun en güzel misâli de Ashâb-ı Kehf'dir. Bu gençler, zâlimlerden, fâsıklardan, fâcirlerden kaçarak bir mağaraya sığınmışlardı. Kötüler arasında yaşamakdansa mağarayı tercîh etmişlerdi. Yapdıkları uzlet idi ama her biri tek başına ayrı bir mağaraya gitmedi, bir arada idiler.
Halvet ile uzlet arasında ortak taraflar vardır. Zîrâ halvet de halkdan uzaklaşarak yapılır. Bu itibarla halvet de bir çeşit uzletdir diyebiliriz. Ne var ki, uzlet halvetden daha şumullüdür, hem mekân, hem de zaman bakımından. Halvete de sıkı ve katı bir uzlet diyebiliriz. Çünkü halvete giren sâlik, kendisini tamâmen tecrîd eder. Kimseyle görüşmez, hiç bir işle meşgûl olmaz. Ancak Hakk'ı zikreder, Hakk'a ibâdet eder. Uzletde ise bir işle meşgûl olmak yâhud sâlih arkadaşlarla görüşmek, sohbet etmek câizdir.
Ehlullah hazerâtı sâlikler için dört temel düstûr vaz' etmişlerdir ki bunlardan biri de uzletdir. Diğer üçü, az yemek, az uyumak ve az konuşmakdır. Uzlet, bu üçünün anahtarıdır. Zirâ uzlet eden kişinin yemeyi, uyumayı ve konuşmayı azaltması kolay olur. Devamlı insanlarla haşır neşir olanlar, yemeyi de uyumayı da konuşmayı da kolay kolay azaltamazlar.
İsmâil Ankaravî Hazretleri Minhâcü'l-Fukârâsında uzlet hakkında şöyle buyuruyorlar :
Hakk Teâlâ Dâvûd Peygamber Hazretlerine vahy eyledi ki, "Yâ Dâvûd, Senin için ne hâsıldır ki mu'tezil olursun ve yalnızlık ihtiyâr kılarsın?". Dedi ki, "Yâ Rabb, halkı senin için terk eyledim". Hakk Teâlâ dedi ki, "Yâ Dâvûd, âgâh ol ve bîdâr ol ve nefsin için dînde ihvân ittihâz eyle. Her şol dost ki benim tâ'atim üzere sana muvâfakat eylemez, ondan mu'tezil ol ve ona musâhib olma ki ol sana 'adüvvdür.
Bu hadîs-i şerîfde tâlib-i Hakk olmayan kimselerden 'uzlet etmeği ta'lîm buyururlar. Ve tarîkimizin dahi şartı, 'avâmm-ı nâsdan i'tizâl eylemekdir. Nitekim Hazret-i Mevlânâ Mesnevî'de mevâzı'-ı kesîrede bu ma'nâya tenbîh buyururlar. Ve fi'l-hakîka, hayr-ı dünyâ ve âhiret uzlete menûtdur. Ve ihlâs ve sıdkın husûlü halkdan ictinâb edip, muhabbetlerin kalbinden ihrâc etmeğe menûtdur.
'Uzlete dört haslet lâzımdır ki, 'uzletin her bir harfi bir haslete delâlet eder. Meselâ 'uzletin "ayn"ı, 'ilme ve "ze"si zühde ve "lam"ı, lillah olmasına ve "te"si, takvâya delâlet eyler. "Ayn"-ı 'ilm olmazsa 'uzlet zillet olur. Ve eğer "ze"-yi zühd olmasa, 'illet olur. Ve eğer, "ayn"-ı 'ilm ve "ze"-yi zühd ikisi bile olmasa, 'uzlet mahzâ meşakkat olur. Ve sâhib-i 'uzlet bu ikisinsiz ta'zîb-i hayvân bilâ-fâide kılar. Ve eğer 'uzlet "lam"-ı lillahdan 'ârî olursa, hemân 'izzet ve riyâset murâd olur. Ve eğer "te"-yi takvâdan berî olursa, mahzâ halkdan 'azl olduğu kalır. Pes, 'uzletin her bir harfi, bir şarta delâlet kılar ki, 'uzlet edene bu dört şart vâcib olanlardandır.