19 Ağustos 2024 tarihinde yayınlanmıştır.
İsmâil Hakkı Bursevî Hazretleri Vesîletü'l-Merâmında buyuruyorlar ki :
Makâm-ı sülûkün muktezeyâtındandır ki sâlik olan kimse vaktini muhâfaza eyleye. Ve onun vakti nefesidir. Zîrâ ömür dedikleri nefesdir. Yoksa mâh u sâl değildir. Gerçi 'avâm-ı nâs şühûr ve a'vâm 'addederler. Fe-emmâ şühûr ve a'vâm ol nefesin tefâsılındandır. Yani asl-ı zamân, dehr dedikleridir ki, ân-ı gayr-i münkasimdir. Sonra mâzî ve müstakbel ve yevm ve leyl ve üsbu' ve emsâli ondan niseb-i muhtelife olmuşdur. Ve niseb ve izâfât ma'dûmâtdır. Onun için Allahu Teâlâ üzerine zaman cârî olmaz. Belki onun tecellîsi zamânın bâtını ve devr-i 'arş zâhiridir. Ve sâlikin zebân-ı hâli, her bir nefesde, "وَقُلْ رَبِّ زِدْن۪ي عِلْمًا" deyu duâ eder.
Zîrâ her nefesde mezîd-i 'ilm hâsıl olmasa mağbûn olur. Nitekim eserde gelir : "من استوى يوماه فهو مغبون men istevâ yevmâhu fe hüve mağbûn" (İki günü bir olan zarardadır).Yani burada yevmle murâd, ân-ı gayr-i münkasimdir. Ve ekâmil-i nâsın her ânda 'ilmi mezîd olmakda ve ma'rifet-i ilâhiyyesi terrakî bulmakdadır. Ve sâirlere dahi gerekdir ki bâri her sâ'atde ve edne'l-emr her yevm-i şer'îde, 'ilm-i ilâhîde terakkî bulalar. Tâ ki bir yevmin devri bî-fâide olmaya.
Ve aslı budur ki, nefes muhâfaza olmasa sâ'ate sârî olur ve sâ'at yevme ve yevm üsbû'a ve üsbû' şehre ve şehr seneye ve sene dehre sirâyet etmekle mecmû'-i evkât telef olup hüsrân-ı 'azîm hâsıl olur. Ve sôfiye ibnü'l-vakt dedikleri budur. Zîrâ her vaktin hükmünü ri'âyet ve muktezâsı üzerine cereyân etmek evsâf-ı nebeviyyedendir.
Pes tâbi'-i tarîkat-i nebeviyye olan kimse, vaktin lâyık olduğu ma'nâ ile kâim olur. Ve şol ki ebu'l-vakt derler, ma'nâ-yı mezkûrun gayrıdır. Zîrâ übüvvet mebdeiyyete nâzırdır. Zîrâ insân-ı kâmil, mazhar-ı Hakk ve masdar-ı sırr-ı mutlakdır. Bu cihetden cemî'-i eşyâ ondan tevellüd eder. Gerçi insân-ı kâmil bu da'vâyı etmez, zîrâ rütbesi ve hâli delâlet etdiği kifâyet eder. Enbiyânın da'vâ-yı nübüvvet ve ızhâr-ı mu'cizât etdikleri zarûrîdir. Evliyâya ise da'vâ-yı velâyet ve ızhâr-ı kerâmet etmeğe zarûret yokdur. Belki onlar mezâhir-i ism-i bâtındır ki ne kadar kendilerini ihfâ etseler, o kadar makbûl olurlar. Ve enbiyânın dahi gerçi mu'cizâtla zuhûr-ı tâmmları vardır. Fe-emmâ fi'l-hakîka mübhem ve mechûllerdir. Ve onların ma'lûm oldukları bazı âsâr ve levâzım hasebiyledir. Yoksa hakâyık hasebiyle değildir.
Anın içün Cenâb-ı Nübüvvet hakkında bazı 'urefâ demişlerdir ki, "Kimse bilmezdi kim ol ne şâh idi". Yani sahâbe-i kirâm bu kadar 'irfândan sonra yine Resûl'e vâkıf olmayıcak, sâirler nice vâkıf olurlar? Zîrâ evliyâ makâmât-ı enbiyâya ermezler. Ve aralarında hâciz vardır. Ve illâ istivâ lâzım gelir. Nitekim 'avâm-ı 'ulemâ dahi rütbe-i evliyâdan bî-haberlerdir. Ve ümmîler dahi 'ulemâya göre böyledir. Ve ra'iyyet ile ümerâ dahi ona kıyâs oluna.
İşte budur ki : "وَمَا مِنَّا إِلَّا لَهُ مَقَامٌ مَّعْلُومٌ". Ona remz eder. Onun için muhakkıklarda da'vâ yokdur. Ve onlardan her biri rütbesine göre söyler ve haddini tecâvüz etmez. Nitekim demişlerdir : "رحم اللّهُ امرأعرف حدّه ولم يتعدّطوره" (Haddini bilip, etrâfına zarar vermeyen kimseye Allah rahmet eder). Yani haddini bilen merhûm, bilmeyen mağdûbdur. Zîrâ da'vâ mezmûmdur. Edne'l-emr târikü’l-edebdir, demekdir.
Elhâsıl insân-ı 'âkıl odur ki, bütün 'ömrü ona vakt ola. Yani vaktini şaşırmaya, 'aklını şaşırmadığı gibi. Belki mahfûzu'l-vakt ola. Ve şunun ki, aslâ vakti yokdur, mahrûmdur. Zîrâ behâim hükmündedir. İşte buradan fehm eyle, şol kimsenin sû-i hâlini ki 'ömr-i tavîli taleb-i dünyâya harc eyleye. Ve hevâ ve hevesde israf kıla ve bî-vakt kala. Anın için Hakk Teâlâ buyurur : "اَوَلَمْ نُعَمِّرْكُمْ مَا يَتَذَكَّرُ ف۪يهِ مَنْ تَذَكَّرَ وَجَٓاءَكُمُ النَّذ۪يرُۜ". Ve demişlerdir ki, bâb-ı ma'ârif münfetih olmaz şol kimseye ki, kalbinde 'âlem-i melekûta şehvet ve ta'aşşuk vardır. Ve bâb-ı 'ilm-i billâh min haysü'l-müşâhede münfetih olmaz, şol kalbe ki cümle-i 'avâlimden bir nesneye onda lemha ola.
İmdi teemmül eyle bu makâmı ki nice sa'b makâmdır ve mücerred lemha mâni'-i vüsûl olduğu sûretde gayri vech ile ta'alluk ve ta'aşşukun hâli ne ola. Pes ne vech ile vakti izâ'at edersin. Yani vaktini bil. Ve ona göre hâlini tedârik kıl. Ve fütûr ve keselin mâni' olduğunu fehm eyle. Anın içün vâsıl olanlar zikr-i muttasıl ile vâsıl oldular. Hattâ Seyyidü't-Tâife Cüneyd-i Bağdâdî'den suâl edip, "Ne ile bu mertebeye erdiniz?", dediklerinde, bir köşeye işâret edip, "Şurada otuz sene mücâhede ile erdim" deyu cevâb verdi.