28 Şubat 2021 tarihinde yayınlanmıştır.
Semâ'ın sırlarından biri de şudur ki, dinlenilen şey ister şiir olsun, ister nağme olsun hattâ ister herhangi bir ses olsun, tesîri dinleyenin hâline göre tecellî eder yani dinleyen herkese farklı tesir yapar. Meselâ aynı şeyi pek çok kişi dinler ama hepsinin ondan aldığı zevk ayrı ayrıdır. Herkesin anlayışı kendi kâbiliyyetine ve hâline göre olur. Üstelik dinleyenin anladığı söyleyenin murâdına uygun da olmayabilir.
Allah âşıklarında semâ' ile hâsıl olan vecd hâli de böyle olur. Âşık, dinlediği sözden kendi hâline göre bir ma'nâ çıkarır, dinlediğini kendisine göre tevîl eder. Zîrâ kimse kimsenin sözünü onun arzusuna göre anlamağa mecbûr değildir. Üstelik her sözün türlü türlü tevilleri vardır. Meselâ şiirlerde geçen dudak, yanak, zülüf, kâkül, kaş, ben gibi tabirler zâhir ma'nâları için kullanılmaz, bambaşka ma'nâlar ifâde eder. Meselâ bir aşk şarkısının güftesi bazısına sevdiği kadını hatırlatır, bazısına mürşidini bazısına da Allah'ı hatırlatır. Halbuki güfte aynı güftedir. Meselâ bizim defter-i uşşak için seçdiğimiz şu şarkı güftesi gibi :
Yine meselâ "Bir hâdise var cân ile cânân arasında" şarkısı da, kimisine sevgilisinin nazını yâhud aralarındaki dargınlığı hatırlatır, kimisine de mürşidiyle olan münâsebetini düşündürür. "Âşık oldur kim kılar cânın fedâ cânânına" şarkısını duyanlardan bazıları, sevgilileri uğruna her şeylerini fedâ etmeyi hesâb ederken, bazıları da Allah yolunda cân vermeye niyetlenir.
İşte âşık, kendi hâline göre anladığı ma'nânın tesîriyle vecde gelir. İşitilen ses, söz yâhud nağme âdetâ bir çakmak taşı vazîfesi yapar, âşıkın kalbindeki ateşi alevlendirir, âşıkı heyecanlandırır, harekete geçirir. Semâ' ehlinde çokça görülen bir hâldir bu.
Hazret-i Mevlânâ'dan rivâyet edilen şu hâdise buna pek güzel bir misâldir. Hazret-i Mevlânâ bir gün pazardan geçerken, tilki satan bir adamın "dilkû, dilkû" diye bağırdığını duyunca bir sayha atmış ve hemen dönerek semâ' etmeğe başlamış, semâ' ederken de şu gazeli söylemiş :
"Dil", gönül demekdir. "Kû" ise, nerede ma'nâsına gelir. Satıcı "dilkû dilkû" diye bağırarak, sattığı tilkilere müşteri arıyor ama Hazret-i Mevlânâ bundan bambaşka bir ma'nâ çıkarıyor. Zîrâ âşık, neye baksa hep ma'şûkunu hatırlar, ne dinlese ona ma'şûkunu hatırlatır.
Yine Hazret-i Mevlânâ'nın kuyumculukla iştigâl eden Salahaddîn Zerkûbî'nin dükkanı önünden geçerken, çırakların varak yapmak için altın ezerken kullandığı çekicin âhenkli seslerinden vecde gelerek semâ' etdiği meşhûrdur. Hazret-i Mevlânâ'nın semâ' etmekden büyük zevk aldığını bilen Salahaddîn Zerkûbî'nin, çok mikdarda altını telef etmeyi göze alarak çıraklara çekiçlerini kullanmaya devam etmelerini söylemesi, çekiçler vuruldukça Hazret-i Mevlânâ'nın da semâ'a devâm etdiği malûm ve meşhûddur. Başkalarının "çıt pıt çıt" diye duyduğu ve hiç de kıymet vermediği o çekiç sesinden Hazret-i Mevlânâ ne duymuşdur, ne anlamışdır da vecde gelip böyle semâ' etmişdir? İşte semâ'ın sırrı buradadır.