12 Haziran 2018 tarihinde yayınlanmıştır.
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri anlatmışlardı :
Eskiden her köşk bir imam tutarmış, Ramazan imamı. Hocanın birisi gitmiş zavallı aramış aramış bulamamış. Hep dolmuş köşkler, herkesin imamı var. Dönmüş garîb fukarâ, orada bekliyor, iskelenin kenarında. Veli Efendi de kayığına binmiş geliyor. Kayıkçıya demiş ki, "Hocaefendiye seslen" demiş, "Efendi'yi ben karşıya götürüyorum, gelsin, buyursun kayığa. Nasıl olsa Efendi'den yevmiyeyi aldım, karşıya sizi götüreyim de, o gelir" demiş. Çağırmış. "Hocaefendi" demiş, "Efendi kayığı tutdu, gidiyor karşıya nasıl olsa, gel seni de alayım kayığa götüreyim" demiş. "Hay Allah râzı olsun" demiş, "benim param yok zâten" filan demiş. Kayığın baş tarafına oturtmuşlar hocayı, Veli Efendi arkasında, beraber geliyorlar. "Hocaefendi" demiş Veli Efendi, "sen orada ben burada olmaz" demiş, "yanıma gel de sohbet edelim biraz, yol konuşa konuşa tükenir" demiş. "Peki efendim" demiş, kalkmış gelmiş oturmuş. "Merhabâ". "Merhabâ". "Nereden geliyorsun?". "Efendim, işte Ramazan münâsebetiyle Çamlıca'ya gitdim" demiş, "köşklere müracaat etdim, her sene imam tutarlar onlar beni bazı köşklerden, bu sene her taraf imam tutmuş, yer bulamadım kendime, dönüyorum İstanbul'a" demiş. "Yaaa öyle mi! Ayol iyi olacak hastanın doktor ayağına gelirmiş, ben de İstanbul'a gidiyorum hâfız aramaya, terâvih kıldırmak için hoca aramaya gidiyorum" demiş, "Allah gönderdi seni bize" demiş, "Haydi dön gerisi geriye".
"Kaça kıldırırsın terâvihi?". "Beyefendi mürüvvete endâze olmaz" demiş, "Öyle şey olur mu, siz ne verirseniz ben kabûl ederim". "Haa bak dinle beni. Benim paşa gönlüm isterse elli altun veririm, yüz altun veriririm, iki yüz altun veririm. Gönlüm istemezse on para vermem, kabûl eder misin?" demiş. "Tabii efendim" demiş, "namaz parayla olur mu?" filan. İçinden, "Bu adam beni mahrûm etmez ya" demiş hoca. "Ben gideyim eve, çamaşır getireyim" demiş hoca. "Yoook" demiş, "ben İstanbul'a gitdikden sonra nice hâfızlar bulurum orada, döneceğiz buradan" demiş. Dönmüşler.
Almış getirmiş köşke, köşkün kahyasına demiş ki, "Sakın hocaya iyi odalardan oda vermeyin" demiş, "aşağı katdan bir rutûbetli oda, bir testi su, önüne zeytin çıkarırsınız, peynir çıkarırsınız, o kadar. Katiyyen yemek vermeyeceksiniz" demiş, "artanları dökün fakat vermeyeceksiniz". Hocaefendiye bir oda göstermişler, rutûbetli, berbat bir şey. "Hocaefendi, şimdilik burada otur, biz yukarıdan bir oda temizleyeceğiz, seni oraya alırız" demişler, oturtmuşlar hocayı oraya.
Neyse. Akşama terâvihe durmuşlar, kılmışlar. Sahur olmuş. Sahurda kuru ekmekle, zeytin tânesi gelmiş, biraz da su hocaya. Demişler ki, "Hocaefendi, kusura bakma bugün yemekler iyi olmadı, döküldü, siz bununla idâre edeceksiniz". "Eyvallah" demiş hoca, yemiş kuru ekmekle zeytin tânesini. İftarda kuru ekmek, zeytin tânesi. Sahurda kuru ekmek zeytin tânesi. Bir hafta böyle devam etmiş. Hoca zayıflamış, dal gibi olmuş. Gidiyor bakıyor mutfağa, üüüüüf, yemekler pişiyor, pilavlar, etler, "Ayol aşçıbaşı, bunlar kime pişiyor?". "Köşke" demiş. "Yâhu bunlar artmıyor mu?". "Artıyor". "Ne yapıyorsunuz?". "Döküyoruz" demiş. "Bana verin yâhu!". "Yok veremeyiz" demiş, "emir var. Senin ismin çıksın listede, hepsini verelim" demiş. "Beyefendi ver demeyince ben sana nasıl verebilirim, bir habbe veremem" demiş. "Allah Allah fesübhânallah!" demiş hoca, "Beyefendi burada yok mu?", "Yok". "Bey gelsin sorarız, ver derse hepsini vereyim, gel ye, hepsini ye" demiş. "Ulan ayın onu da geçdi, Ramazan'ın on günü geçdi, sabredelim biz" demiş hoca. Velhâsıl bayrama kadar hoca seksen kilo gitdiyse, kırk kilo olmuş. Kuru böyle kupkuru bir şey.
Bayram sabahı bayram namazı kılındıkdan sonra herkes sırayla içeri giriyor. O vakit köşklerde yetmiş seksen adam var. Seyis var, ahretlik var, ayvaz var, şu var, bu var, bir alay adam var. Hepsi sıraya dizilmişler. Veli Efendi oturuyor böyle. İçeri giriyorlar, "Iydiniz saîd ömrünüz mecîd olsun Efendi Hazretleri", " "Allah uzun seneler sizi muammer eylesin, sizden memûnum". Elli altun, bir kürk, filan veriyor böyle gönderiyor sırayla. Hoca da araya girmiş, "Şu para keselerinden birini de ben alsam, bakalım ne çıkacak, anam ağladı açlıkdan" demiş hoca. "Iydiniz saîd ömrünüz mecîd olsun efendim" demiş. "Oooo hocaefendi maşallah! Zayıflamışsın yâhu. "Evet efendim, ne yapalım, Ramazan biraz tesir etdi". "Yaaa etmiş ya. Çok memnûn oldum senden, seneye beklerim inşallah. Güle güle". "Tanımadı mı acaba beni" demiş hoca. Çıkmış, tekrar dönmüş haydi içeriye arkadan gene sıraya girmiş. "Efendim ıydiniz saîd ömrünüz mecîd olsun". "Allah mübârek etsin hocaefendi hazretleri, maşallah maşallah, nurlandı yüzünüz". Gene tekrardan sıraya girmiş hoca, "ıydiniz saîd ömrünüz mecîd olsun" deyince, "Hocaefendi kaçıncı bayramlama bu?" demiş. "Efendim" demiş, "beni getirdiniz buraya, işte terâvihi kıldık, şu oldu, bu oldu, neyse, o tarafını açmayacağım, sizi göremedik, yemek yiyemedik" demiş, "kumanya çıkmadı bize" demiş, "vermedi aşçıbaşı, bir pirin. tânesi tattırmadı. Kuru ekmekle zeytin tânesi yedik yâhu!". "Evet?". "Zât-ı âlîniz teşrîf etmemişsiniz buraya, aşçıbaşı vermedi. Rutûbetli odada oturdum. Şu hâlime bak, ne hâldeyim. Verem oldum" demiş. "Ben böyle mi geldim buraya yâhu! Şu şalvara bak ne oldu, yok oldum şalvarın içinde" demiş. "Bak hocaefendi" demiş, "ben seninle konuşdum buraya gelirken, paşa gönlüm isterse sana iki yüz altun veririm, yüz altun veririm, elli altun veririm dedim. Paşa gönlüm istemiyor. Senden memnûn oldum ben. Seneye inşallah, buna tahammül edersen, böyle şeylere, gene buyur, burası senin" deyince hoca fenâ hâlde bozulmuş, açmış ağzını yummuş gözünü, ağzına geleni söylemiş, "Seni pezevenk seni! Seneye geleceğim hâ! Nah gelirim, nah! Sen benim yüzümü görebilir misin! Deyyûs! Pezevenk! Senin vezâretin başına, köşkün tepene yıkılsın. Allah belânı versin! Fukarâyla alay etmeye utanmıyor musun!". "Bak hocaefendi yapdığına pişman olacaksın sonra! Bir daha bu kapıya gelemezsin sonra, yapdığına pişman olursun". "Ben pişman olmam. Nah! Nah! Nah! Seni pezevenk seni!".
Gitmiş hoca. İnmiş zavallı oradan, sadakayla İstanbul'a geçmiş, Koca Mustafa Paşa'da Çınar'da oturuyormuş. İsmi de Edhem Efendi. Gelmiş hoca evine, aaa, evi yok hocanın. Fesübhanallah! Şaşıyor hoca, gidiyor tır tır tır tır yürüyor yukarıdan aşağı doğru, sayıyor, burası Sefer Efendi'nin evi, burası Hâfız Âsım'ın evi, burası Hüseyin Bey'in evi, burası Albay Mustafa Civelek'in evi, hani imam efendinin evi! Yok. Evim yok! Haydi aşağıdan yukarıya doğru sayıyor. Böyle aşağı yukarı dolaşırken o aralık cam vurulmuş, kadın pencereden, "Hocaefendi ne dolaşıyorsun, gelsene eve" demiş. Yeni bir ev orada. "Ayol sen başka kocaya mı vardın?". "Yok. Sen bir beyin yanında kalmışsın, terâvih kıldırmışsın, işte o bey geldi bizim evi yeniden yapdırdı" demiş. "Bir ay zarfında, içeriye halılar, kilimler, beş yüz altun, bir senelik yiyecek, iki cübbe sana, iki tâne kürk". "Ne ne ne ne!" demiş hoca. "Eyvah ben ne bok yediiiim! Herif bana söyledi. Pişman olursun dedi. Ulan Edhem sen ne bok yedin!". "Bari gideyim ben". "Git" demiş karısı, "git özür dile, ayıp". Hoca yolda konuşarak gidiyor, "Ben sana ne kadar nah nah dediysem benim olsun. Ben sana pezevenk dedim ya ben pezevengim". Söyleniyor kendi kendine. Görmüş Veli Efendi hoca geliyor, suratını asmış. "Beyefendi içeride mi?". "İçeride" demişler. Hocanın yüzüne bakmıyor. Hoca sağına geliyor, sola tarafa dönüyor, hoca soluna geliyor, sağ tarafa dönüyor. "Beyefendi ben sana ne kadar nah nah dedimse hepsi bana olsun. Pezevenk de benim, dürzü de benim". "Ulan pezevenk!" demiş "seni buraya aldım tuttum hiç bırakır mıyım ben? O kadar sabretdin sonunu da beklesene bunun. Seneye gene beklerim buyur istersen" demiş. Adamın yüzü yok ki gitsin bir daha. Yapacağını yapmış, Veli Efendi bu.