6 Eylül 2021 tarihinde yayınlanmıştır.
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri buyurdular ki :
Birisi kisb ile velî olur, birisi ıstıfâ velîdir, Hakk tâlib olur ona. O vakit o ümmî de olsa, ona bildirirler, Yûnus Emre gibi. Resûl-i Ekrem'in ümmî sıfatının sıfatının vârisidir. Ümmî demek, bizim halkın dediği gibi, câhil ma'nâsına değildir. Câhil ma'nâsına ama hangi câhil ma'nâsına, halk bilmez onu. Allah'dan başka bir şey bilmez. Allah'dan başkasına câhildir. "إِنَّا عَرَضْنَا الْأَمَانَةَ عَلَى السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَالْجِبَالِ فَأَبَيْنَ أَن يَحْمِلْنَهَا وَأَشْفَقْنَ مِنْهَا وَحَمَلَهَا الْإِنسَانُ إِنَّهُ كَانَ ظَلُومًا جَهُولًا innâ 'aradne'l- emânete 'ale's-semâvâti ve'l-ardi ve'l-cibâli fe ebeyne en yahmilnehâ ve eşfakne minhâ ve hamelehe'l-insân, innehû kâne zalûmen cehâlâ". İşte o ma'nâyadır.
Velîler iki kısımdır, birisi ıstıfâ velîdir, birisi kisb ile velî olur, zühd ile, takvâ ile, riyâzât ile, tesbîhât ile velî olur. Birisine Cenâbı Hakk kendisi tâlib olur.
Abdullah el-Mübârek diyor ki, "Ben hacdan geliyordum, bilmediğim bir şehirde, bakdım bir çocuk oynuyor, toprakları böyle yığıyor, gülüyor, sonra dağıtıyor, ağlıyor. Uzakdan gördüm onu, selâm vereyim mi, vermeyeyim mi diye düşündüm. Sonra içimden bir kuvvet bana dedi ki, 'selam verme, çocukdur selâmın kıymetini ne bilir' dedi. Diğer bir kuvvet dedi ki, 'sen Resûl-i Ekrem'e teslîm ol, Resûl-i Ekrem çocuklara selâm verirdi, sen de selâm ver. Aklını kurbân et, Peygamber yolunda' dedi. Onun üzerine ben oraya geldim selâm verdim, 'selâmün aleyküm yâ veledi' dedim, böyle başını kaldırdı, bakdı, 've aleykümselâm yâ Abdullah el-Mübârek' dedi. Şaşırdım, 'oğlum sen beni nerden tanıyorsun' dedim. 'Âlem-i ervahda aynı safda bulunuyorduk, Cenâb-ı Hakk sana böyle hitâb etdi, Abdullah el-Mübârek ismiyle, onu hatırlıyorum' dedi.
İmâm-ı A'zam da öyle. Bakmış çocuk oynuyormuş, ayağı kaymış, "Amân evlâdım, düşeceksin" demiş İmâm-ı A'zam. Çocuk İmâm-ı A'zam'ın yüzüne bakmış, "Yâ İmâm, ben çocuğum düşerim kalkarım, sen bir düşersen arkandan milyonlarca insan düşer sonra" demiş. Yani ictihâdında yanılırsan demek istiyor. "Hemen toparladım kendimi" diyor İmâm-ı Azam. Böyle çocuklar vardır. Maamafih on milyonda bir tâne olur.
Sonra "şaşırdım" diyor Abdullah el-Mübârek ve "Anladım ki kendisinde ilim var onun, müşkülümü halledeyim dedim" diyor. "Akl-ı meâd ile nefsin farkını sordum" diyor. Çocuk demiş ki, "Sen karşıdan gelirken, şu çocuğa selâm vereyim mi vermeyeyim mi diye düşündün, bir kuvvet dedi ki verme, o nefsindir. Diğer bir kuvvet, Resûl-i Ekrem çocuklara selâm verirdi, Peygamber'in yoluna aklını kurbân et, sen de selâm ver, dedi. O da akl-ı meâdındır". Çocuk söylüyor.
Sonra demiş, "Evlâdım niye oynuyorsun bu topraklarla böyle?". "Çocuğum, oyun ihtiyâcım var" demiş. "Ama toprakları topluyorsun, gülüyorsun, dağıtıyorsun, ağlıyorsun, bunun hikmeti nedir?" demiş. "İnsan vücûdu muhtelif maddelerden meydâna gelir, beytullah olur, sonra ona ölüm erişir, o beyt-i muazzam yıkılır" demiş. "Beytullah imâr olduğu vakitde ona gülüyorum, sonra ölüm geliyor, كُلُّ نَفْسٍ ذَٓائِقَةُ الْمَوْتِ küllü nefsin zâikatü'l-mevt, onu tahrîb ediyor, ona ağlıyorum tabii, beytullah dağılıyor çünkü" demiş.
"Ondan sonra elini öpdüm, kendisinden icâzet aldım, oradan ayrıldım" diyor Abdullah el-Mübârek.
Bütün mü'minler, fâsıkı da yani günahkârı da sâlihi de hepsi velîdir. Ne kadar "Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah" diyen varsa, fâsıkı mâsıkı, hepsi hepsi velîdir. Vilâyet iki kısımdır. Vilâyet-i âmme vardır, vilâyet-i hâssa vardır. Onlar içerisinde sulehâsı, onlar veliy-yi hâss olurlar, ötekiler veliy-yi âmmdır. Çünkü her mü'min Allah'ın düşmanı değilki, Allah'ın dostudur.
Sonra, gene vilâyet iki kısımdır. Birisi ıstıfâ velîler, biri kisbî velîler. Kisbî velîler, zühdü takvâ ile, sâlih ameller işleyerek, evrâd u ezkâr okuyarak vâsıl-ı dîdâr olurlar. Yani yetmiş bin perdeyi yırtarlar ki Cenâb-ı Hakk ile kulu arasında yetmiş bin perde vardır.
Bir kimsenin o makâma erebilmesi için, haramdan kaçınması lâzımdır, helâla teveccüh etmesi lâzımdır. Bir de riyâzât var ki, az yer, az içer, az uyur, insanlardan kaçınır, kenara çekilir. Bu da câizdir ama bu pek mühim değildir bizim için. Hattâ bizden birisi bu riyâzâta tâlib olsa da kenara çekilse şöyle düşünmesi lâzım, "halk benim şerrimden kurtulsun, korunsun" diye çekilmek lâzımdır. Halkın şerrinden kaçıyorum derse, kendini yüksek görmüş olur, "أَنَا خَيْرٌ مِّنْهُ ene hayrun minh" olur, şeytan olur sonra. Allah muhâfaza buyursun. Onun için Cenâb-ı Peygamber diyor ki, "Böyle kenara çekilmekdense, halkın arasında bulunup, halkın ezâ ve cefâsına tahammül etmek daha efdaldir". Yani cemiyete teşvîk ediyor, tefrîkaya değil.
Velîler iki kısım. Istıfâ velîler vardır. Nasıl enbiyâ, ıstıfâ ise, velîlerin de ıstıfâ kısmı vardır. Allah tâlib olur onlara. Vilâyet sıfatını O giydirir, daha küçüklüğünden giydirir ve onu hıfz eder. Enbiyâ ma'sûmdur, evliyâ mahfûzdur. Yani velîleri hıfz eder, korur. Enbiyâyı ise masûmiyyet kalesine sokar. Sonra onun konuşması, ef'âl ü harekâtı hep Hakk'la beraber olur. "وَمَا يَنْطِقُ عَنِ الْهَوٰىۜ*اِنْ هُوَ اِلَّا وَحْيٌ يُوحٰىۙ vemâ yentıku an'l-hevâ, inhüve vahyün illâ yûhâ" âyet-i kerîmesinin vârisi olur.
Temâyülât-ı kalbiyye ef'âl-i ihtiyâriyyeden değildir. Yani kalbin meyli, insanın isteğiyle değildir, Hakk'ın isteğiyledir. Çünkü gözler ve kalbler yedullahdadır, Allah'ın yedindedir yani yed-i manevîdedir. Cenâb-ı Peygamber diyor ki, "Birbirinizi sevmedikçe îmân etmiş olmazsınız, beni her şeyinizden ziyâde sevmedikçe îmânınız kemâle ermez". E peki nasıl seveceğiz, kalbin meyletmesi şartdır. Kalbin meyli de Hakk'ın yed-i kudretindedir. Sünnet-i Resûl'e ittibâ ederek, Cenâb-ı Peygamber'in sünnetlerini işlemeye başlar bir adam, o sünnetleri işlemek, ma'nâ tarlasına muhabbet tohumunu atmaya benzer. Sonra onu gözyaşıyla sularsa, istikbâlde ordan meyva verir. Tarlaya ekilen meyva, sulandığı vakit, meyva verdiği gibi. Cenâb-ı Hakk ne yapar? Kalbini hemen muhabbete çevirir. İşte onun için Cenâb-ı Hakk Kur`ân-ı Kerîm'de "يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُ yuhibbuhüm ve yuhibbûneh", "Allah sevdi, Allah'ı sevdiler". İşte vilâyetin kısımlarını gösteriyor Cenâb-ı Hakk. İki kısım. Bir kısmını Allahu Teâlâ sever, bir kısmı da riyâzâtla, Cenâb-ı Hakk'ın muhabbetini celb eder, kalbi muhabbete döner.
www.muzafferozak.com