Velîler Kimseden Korkmaz

17 Ocak 2025 tarihinde yayınlanmıştır.

Ulema
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri İrşâd nâmındaki eserlerinde buyuruyorlar ki :
Ulu Câmi adı ile tanınan Câmi-i Kebîr'in inşaatı tamâm olunca, pâdişah memnûn ve mesrûr, mürşidi olan Emir Velî Sultân ile, bu mukaddes ma'bedi geziyordu. Yıldırım Han Emir Velî'ye hitâben, "Şeyhim" dedi "Nasıl olmuş, acaba sizce bir eksiği var mı?". Hazret-i Şeyh, kendisine cevâb verdi, "Evet" dedi, "dört eksiği kalmış. Onları da yapdırırsan tamâm olur". Padişah, bu eksikleri öğrenmek istedi ve, "Aman lutfediniz söyleyiniz ki hemen yapdırayım" dedi. Şeyh Hazretleri büyük bir sükûnetle eksikleri bildirdi, "Câmi-i şerîfin dört kapısına dört fıçı şarap koydur da, eksikleri tamâm olsun". Yıldırım Han, şeyhinin bu sözüne fenâ hâlde kızdı, "Bu ne acâib söz efendi!" dedi, "câmi-i şerîfin kapılarına şarap fıçıları konulur mu?". Hazret-i Şeyh, mübârek parmağını, pâdişahın kalbi üzerine koyarak ve onun gözlerinin içine bakarak, "Neden olmasın" dedi, "câmi dediğin, taşdan, çamurdan, tahtadan yapılan bir yapıdır. Böyle olduğu hâlde, kapılarına şarap koydurmayı çirkin buluyorsun da, binâ-yı ilâhî ve nazargâh-i sübhânî olan şu kalbinin yanına şarap koymayı nasıl lâyık görüyorsun! Evet, doğru söylüyorsun, câmi-i şerîfin kapılarına şarap fıçıları konulmaz, ammâ bu nihâyet kul yapısıdır. Kul yapısına konulmayan şarap, Allah yapısına konulsa revâ mıdır?". Hazret-i Şeyh, bu acı ve haklı sözleri ile, Yıldırım Hân'ı ağlatmış fakat irşâd etmişdir.
O devirlerde irşâd makâmını işgâl eden meşâyih ve ulemâ, hak söz söylemekden korkmazlardı. Başlarında taşıdıkları sarığın neyi ifâde etdiğini bilirler ve : "Ben hak söz söylemekden korkmam. İşte kefenim de başımda"  demek olan sarığın manâsını bilir ve hakkını verirlerdi. Pâdişahlara, hattâ en müstebid ve zâlim hükümdarlara karşı koyarlar, onları hakka ve hakîkate davet ederlerdi. Onların, "Ey şeyh efendi, Ey hoca efendi! Ben sana ne yaparım bilir misin!" tehdidlerine mukâbil, "Evet bilirim. Senin bana ne yapacağını ben sana söyleyeyim. Bana dört türlü cezâ verebilirsin. Birincisi, beni öldürtürsün ki bu takdirde mazlûmen şehîd olurum, sırr-ı Hüseyin zuhûra gelir. Ben şehîd, sen de Yezîd gibi zâlim olursun. İkincisi, beni sürgüne gönderirsin, ahbâb ü yârânımdan evlâd ü iyâlimden, yerimden yurdumdan cüdâ edersin. O zaman da sırr-ı Muhammed zuhûra gelir. Ben enbiyâlar serveri gibi muhâcir, sen de Ebâ Cehil gibi hakkı inkar eden kâfir gibi olursun. Üçüncüsü, bana işkence yapdırır, dövdürürsün, kemiklerimi kırdırır, yara bere içinde bırakırsın ki, bu takdirde de sırr-ı Circis meydana gelir. Ben Hazret-i Circis derecesi alırım, sen ise o nebîye eziyet eden kâfirler derekesine inersin. Dördüncüsü, beni habsetdirirsin. Ben Yûsuf gibi günahsız zindanda yatarım, sen ise bana yapdığın bu zulümle târih boyu lanetle anılırsın" derler.
Bu zevât-ı zevi'l-ihtirâm, sultanları dahi böylece insâfa ve hakka davet ederlerdi. Nitekim, Emir Velî Sultan Yıldırım Hân 'ı böylece îkâz ve irşâd eylemiş ve pâdişah bu târihden sonra içkiye tövbe etmişdi.
Söz buraya gelmişken, Yavuz Sultan Selim Hân ile, meşhûr Zenbilli Ali Efendi arasında geçen bir muhâvereyi nakletmeden geçemeyeceğim.
Yavuz Sultan Selim Hân, şeyhülislâmın her işine karışmasına sinirlenmiş olmalı ki, bir gün ona, "Hoca!" demiş, "artık sen bizim umur-ı saltanatımıza da karışmağa başladın". Zenbilli Ali Efendi, vakur ve mütevâzi, şu cevâbı vermiş : "Elbette pâdişahım. Eğer, umur-ı uhreviyyenizden mes'ûl olmasaydık umur-ı dünyeviyyenize karışmazdık!"
Hepsi de nûr içinde yatsınlar.

Târihlerin yazdıklarına göre, Yıldırım Hân, ara sıra içki meclisleri kurdurur, gizli gizli içki içermiş ve içki içdiğinin de kimse tarafından farkedilmediğini sanırmış. Allah taksîrâtını affetsin. Ancak, evliyâullahdan gizli bir şey olamayacağını her hâlde düşünemezmiş. Halbuki, bundan evvelki dersimizde de söylediğimiz gibi, Allah'ın velîleri arslan gibidirler. Halkın kalbi de, onların seyrangâhı olan ormana benzer. Arslanın ormanda pervâsızca dolaşdığı gibi, velîler de insanların kalblerinde ve damarlarında diledikleri gibi dolaşırlar. Kerâmet-i kevniyye, kerâmet-i ilmiyye ve kerâmet-i vücudiyye vardır. Kerâmetin evveli keşf-i kubur ve nihâyeti de keşf-i kulûbdur. Peygamber-i zîşânımız, bir hadîs-i şerîflerinde, "Mü'minlerin ferâsetinden sakınınız, zîrâ onlar Allahu Teâlâ'nın nûru ile nazar ederler" buyurmuşlardır. 
Ne Emir Sultân'ın Yıldırım Hân'a ne de Zenbilli Ali Efendinin Yavuz Sultan Selim Hân'a çıkışmalarını yadırgamamak lâzımdır. Târihlerimizde buna benzer daha bir çok hâdiseler vardır. En meşhûrlarından birisi de şudur.

Tarik-i-Halvetiyye'nin pîri olan Seyyid Yahyâ Şirvânî kaddesallahu sırrahu'l-âlî Efendimiz Hazretlerinin halîfesi Şeyh Şücaüddîn kuddise sırruh Hazretleri, ki merkad-i mübârekleri Fâtih Çarşambasındaki zâviye ve mescidi yanındadır, Kovacı Baba olarak iştihâr etmişdir. Maalesef mescidi ve zâviyesi yıkılmış, virânelikdir. Medresesi de harâb olmuşdur. Türbeleri de yıkıldığından, kabr-i şerîfleri kabristan içinde ve tam orta yerde ve açıkda kalmıştır. Mutlakâ ziyâret edilmelidir. Yukarıda da belirtdiğimiz gibi, bu ve mümâsili makâmlarda duâlar kabûl olunur, ihmâl etmemelidir. Evet, Şeyh Şücaüddin Hazretlerinin zâviyelerine, devrin pâdişahı da gelir ve zikrullaha iştirâk edermiş. Bir gece, sultân yine gelmiş, evrâd ve ezkâr okundukdan sonra dervîşler ile devrâna dahi kalkmış ve o kadar memnûn olmuş ki, duâdan sonra Şeyh Hazretlerine, "Ey Şeyh-i Azîz", demiş, "bir emriniz, bir arzunuz var mı? Lutfen emrediniz, derhal yerine getireyim". Hazret-i Şeyh, kendisine cevâb vermiş, "Estağfurullah, ama mâdemki arzumu öğrenmek istediniz, istirhâmım odur ki, bir daha bu tekkeye gelmeyiniz". Pâdişah fevkalâde mahcûb olmuş ve sormuş, "Acaba bir hatam, bir suçum mu var? Size hürmetde kusur mu etdim?". Şeyh Hazretleri, pâdişahı temîn etmiş ve maksadını açıklamış, "Hâşâ!" demiş, "istirhâmımın sebebi bu değil. Zât-ı şâhâneleri buraya teşrîf etdikçe, dervîşlerime ihsânlarda bulunuyorsunuz. Bu sebeble sultânımın teşrîflerini görür görmez, 'Pâdişah Hazretleri, bu defa ne ihsân buyuracaklar' kaygusuna düşüyor ve zikrullahı unutuyorlar. Halbuki, başka günler, böyle
bir kayguları bulunmadığından, Allahu Teâlâ 'yı hakkıyla zikrediyorlar".

Listeye geri dön