2 Ocak 2025 tarihinde yayınlanmıştır.

Bu zamâna kadar, namazın kıymeti ve ehemmiyeti hakkında bir çok yazılar yazdık, namazın ma'nâsı ve remzleri hakkında bir çok beyânâtda bulunduk. Gâh "Secdede Hakk'a kurbiyyet vardır" diyerek namazın ma'nâsını anlatmaya çalışdık, gâh "Namazda 'urûc vardır" diyerek namazla Hakk katına yükselmekden dem vurduk, gâh "Namazda abd ile ma'bûd birleşir" diyerek cem' makâmından bahsetdik. İlme'l-yakîn derecesinde olan bu bilgilerle de yetinmedik bunun bir derece üstünde olan ayne'l-yakîn mertebesinden de bazı misâller verdik. Meselâ İmam Ali Kerremallahu Vecheh Efendimizin her namaz vakti geldiğinde yaşadığı heyecânı ve namazdaki vecd ve istiğrâkını sizlere ayne'l-yakîn mertebesinden birer misâl olarak verdik. Şimdi de, sizlerde bu hakîkatlere ayne'l-yakîn hâsıl olması için, namazı hakkıyla kılan yani namazda mi'râc eden ve namazın ma'nâsını hayâtına tatbîk yani hayâtını namaza dönüştüren zümreden misâller vereceğim. Bütün ömrünü Hakk aşkı ile ve Halık'a ibâdet neşvesi ile geçiren, üç zât-ı akdesin Cenâb-ı Hakk'a mülâkî oldukları hâllerden yani vefât anlarından bahsedeceğim.
Bu üç zât-ı akdesden biri, mürşid-i azîzim Muzaffer Efendi Hazretlerinin babası Mehmed Efendi Hazretleridir ki, bir seher vaktinde, sabah namazı için aldığı abdesti tamamlarken "ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً ircı'î ilâ rabbiki râdıyyeten merdıyyeh" âyetinin sırrı zâhir olmuş ve rûhunu Allah'a teslîm eylemiş ve o sabah namazını hânesindeki seccâdede değil de, vuslat seccâdesinde edâ eylemişdir. Ne büyük saâdet! Ne büyük beşâret!
Diğer zât-ı akdes, Muzaffer Efendi Hazretlerinin babası gibi sevdiği ve bağlandığı ilk mürşidi Şeyh Abdurrahmân Sâmî Saruhânî Hazretleridir ki, bu zât, her zamanki gibi halvethânesinde ibâdetle meşgûl olduğu bir gece, "فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ أَوْ أَدْنَى fe kâne kâbe kavseyni ev ednâ" sırrı zâhir olmuş ve cânını cânânına secdede iken teslîm eylemiş ve böylece "ev ednâ" makâmında karâr eylemişdir. Ne büyük devlet! Ne büyük izzet!
Üçüncü zât-ı âlî-kadr, bu iki mübârek zâtdan birincisinin sulbünden gelen evlâdı, ikincisinin ise evlâd-ı ma'nevîsi olan, mürşid-i azîzim Muzaffer Efendi Hazretleridir ki, onun da Hakk'a vuslatı, bir gece secde hâlinde vâki' olmuşdur. Efendi Hazretleri, o son secdesinde "فِي مَقْعَدِ صِدْقٍ عِندَ مَلِيكٍ مُّقْتَدِرٍ fî mak'adi sıkdın 'inde melîkin muktedir" sırrının zâhir olmasıyla, kûy-i yâra vâsıl olmuş ve kıldığı namazın ka'de-i uhrâsını da, "ev ednâ" seccâdesinde yapmaya muvaffak olmuşdur. Ne büyük kerâmet! Ne büyük rıfat! Ne büyük ibret!
Fakîr, size yakînen bildiğim üç zât-ı akdesin vuslatını anlatdım. Vuslatı namazda bulan daha nice böyle kutlu ve kudsî insanlar vardır. Vefâtı namaz esnâsında olmayan evliyâullah da çokdur ama namazda Hakk'a vuslat edenlerin ayrı bir tecelliyâta mazhar olduklarına da şübhe yokdur. Nitekim Resûl-i Ekrem Efendimiz, "Nasıl yaşarsanız, öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle haşr olunursunuz" buyurmuşlardır.
Yukarıda, "ayne'l-yakîn mertebesi, ilme'l-yakîn mertebesinden üstündür" demişdik ama marifetin ondan da üstün bir mertebesi vardır ve her husûsda maksad, o mertebeye erişmek olmalıdır. Hakka'l-yakîn denilen o mertebeye erişmenin de çâresi bu hakîkatleri bilmek ve görmekden de öte bizzât yaşayarak idrâk etmekdir.
Cenâb-ı Hakk, cümlemizi namazı hakkıyla kılanlardan ve namazda vuslatı bulanlardan eylesin. Âmîn.
Tâ'atin kurbet-i Hakk bâbına miftâh gibidir
Sâ'ati tâ'ate sarf et eresin vuslata sen