6 Ağustos 2020 tarihinde yayınlanmıştır.
İlme'l-yakîn, şek ve şüphe taşımayan delîlin verdiği yakîndir. Ayne'l-yakîn, müşâhede ve keşfin verdiği yakîn, hakka'l-yakîn ise müşâhede ile elde edilen bilginin kalbde tahakkuk etmesidir.
Allah seni ve bizi, kendisinden bir rûh ile desteklesin, bilmelisin ki, biz şüphenin giremeyeceği yakînî bir bilgiyle şunu bildik ki dünyâda Mekke diye isimlendirilen bir şehirde, Kabe diye isimlendirilen bir ev vardır. Herhangi bir insan onu bilmiyor olamaz. Ya da bu bilgiye şüphenin girmesi veya delîline bir itiraz yöneltilmesi mümkün değildir. Böylelikle bu konuda bilgi sâbit olmuş, o yüzden yakîn kelimesine izâfe edilmiş ve ilme'l-yakîn denilmişdir. Burada yakîn, Allah'ın, Mekke diye isimlendirilen bir şehirde, insanların her sene ziyâret edip, etrâfında tavâf etdikleri, Kabe adında bir evinin olduğu hakkındaki karardır. Bu ev, kendisine ulaşıldığında baş gözüyle görülür. Böylelikle, göz yoluyla onun şekli, vasıfları, yapısı ve hâli nefisde yerleşir. Bu durumda bilgi, ayne'l-yakîn olmuşdur. Görmezden evvel ilme'l-yakîn idi. Kabe'yi görmekle, daha önce olmayan bir bilgi, tecrübe ve zevk yoluyla elde edilmiş olur. Bu evin Allah'a izâfe edilmiş olması, tavâf edilmesi, Allah'a ait diğer evlerden farklı olarak niçin tavâf için bu evin seçildiği gibi hususlarda Allah, insanın basîret gözünü açınca, basîret gözü açılan kişi, kendi düşünce ve ictihadıyla değil, Allah'ın bildirmesiyle bunun sebebini ve hikmetini öğrenir. Böylelikle bu bilgi, sağlam, gerçek, kesin ve sarsılmayacak bir şekilde nefsine yerleşmiş olur. Bu da hakka'l-yakîn derecesidir.Şeyhü'l-Ekber Hazretleri, bu üç derecenin, yalnız halkı, mahlûkâtı yani yaradılmışları bilmek husûsunda değil, Hakk'ı yani Hâlık'ı, Yaradan'ı bilmek husûsunda da geçerli olduğunu beyân etmişlerdir.