Bilmem sizin de başınıza geldi mi? İlk defa gittiğiniz bir yeri bulamadığınızda ekseriyâ oralarda gördüğünüz birisine sorarsınız. Sorduklarınızdan bazıları "Bilmiyorum" der geçer, bazısı da sorduğunuz yeri çok iyi biliyor gibi size "şu taraf git, sağa dön, sola dön" diyerek detaylı bir tarif verir. Siz de o tarife göre hareket edersiniz ama heyhât! Bir de bakarsınız ki, tam ters istikâmetde, gideceğiniz yerle hiç alâkası olmayan bir yerdesiniz. Bu hâl, fakîr'in başına çok gelmişdir, arkadaşlarımdan da buna benzer şeyleri çok duymuşumdur. Nedense memleketimizde, yolu-yeri bilmediği halde, tarifini vermeye meraklı olanlar pek çokdur. "Yol Tarifi" başlıklı yazımızda, başımıza gelen basit bir hâdisenin ilhâmıyla, mürşid ile sâlik arasındaki münâsebeti anlatmaya gayret etmiş ve birisine yol tarif eden kişiyi mürşide benzetmişdik. Bu teşbîh, bizim îcâdımız filan da değil, bizzât bu işin ehli olan mürşidler, mürşidlik mesleğini, rehberlik mesleğine teşbîh etmişlerdir. Nasıl ki insan bilmediği bir yere giderken bir rehberlik hizmeti alıyorsa, seyr-i sülûk denilen ma'nevî yolculuk için de rehberlik şartdır, hattâ elzemdir. Çünkü iyi bir rehber olmazsa yoldaki tehlikelerden korunmak mümkün olmaz, gidilecek yere kolayca gidilemez, büyük meşakkatler çekilir belki de hedefe hiç varılamaz. Yalnız burada çok mühim bir husus var. "Ben rehberim" diyen, "Ben bu yolu tarif ederim" diyen herkese de güvenmemek lâzımdır. Tıpkı bilmedikleri adresi tarif etmeye meraklı olanlar gibi, irşâda ehil olmadığı halde mürşidlik iddiâsında olan bir sürü kimse de vardır. Bunlar çoğu zaman lafazanlıkları, bilgiçlikleri ve kendilerinden son derece emîn tavırlarıyla insanları kandırarak yanlış yollara sürükler ve felâketlerine sebeb olurlar. Maalesef bu gibi sahtekârlara aldanıp, ömrünü onların yalan-yanlış rehberliğinde geçiren ve âhirete o şekilde giden insanlar da pek çokdur. Mürşid-i azîzim, bu gibi sahtekârları adam zannedip onlara tâbi' olanların âhiretdeki ahvâli hakkında şöyle buyururlardı :
İnsanlar, kapalı tohumlar gibidir. Tohumlar görünüşde hep birbirine benzer ama bir müddet sonra yarılıp içlerindekini ortaya çıkartınca ne oldukları bir bir anlaşılır. İnsanlar da mahşer gününde içlerindekini dışarı çıkartırlar ve ne oldukları o gün anlaşılır. Mahşer gününe "yevme tüble's-serâîr" yani "sırların açığa çıktığı gün" denilmesinin bir hikmeti de budur. İşte ahiret âleminde sırlar ortaya çıktığı zaman, bu âlemde elleri öpülen bazı zevâtın orada yüzlerine tükürülecekdir. Burada o elleri öpenler, "Eyvâh! Ben senin elini kudsî bir el zannetmişdim. Meğer sen Allah'ın eri değilmişsin! Yazıklar olsun sana!" diyeceklerdir.