Yarın İçin Ne Hazırladın? - Hutbe - 15 Şubat 1980

21 Şubat 2025 tarihinde yayınlanmıştır.

İhlas

HUTBE

Kâlallahu Teâlâ fî Kitâbihi'l-Azîz.
Eûzübillahimineşşeytânirracîm.
Bismillâhirrahmânirrahîm.
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَلْتَنْظُرْ نَفْسٌ مَا قَدَّمَتْ لِغَدٍۚ وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ اِنَّ اللّٰهَ خَب۪يرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ
Yâ eyyühellezîne âmenü't-tekullâhe vel tenzur nefsün mâ kaddemet li gadin ve't-tekûllah, innallâhe habîrun bimâ ta'melûn.
Sadakallahü'l-Âzîm.

Yerin göğün sâhibi, bilinen ve bilinmeyen âlemlerin mâliki, hallâkı, rezzâkı, rabbi olan Allah Kitâb-ı Kerîminde, Kur`ân-ı Azîminde, bâhusûs okumuş olduğum sûre-i celîle ki Sûre-i Haşr'dır, Sûre-i Haşr'da, biz mü'minlere hitâb ederek, kendisinden korkmamızı tavsiye etmekde. Zîrâ Allahu Sübhânehû ve Teâlâ indinde en kerîm olan kimse, Allah'dan korkandır. Hikmetin başı da Allah korkusudur. Gene müttakîlere Hakk tarafından hidâyet olunacağını Allah Kitâb-ı Kerîminde ilân etmişdir. 

İttikâ yani Hakk'dan korkmak, lisânen gâyetle kolaydır söylemesi. O da kolay değildir ama yani yapılmasına nazaran lisânen konuşması kolaydır, yazılması kolaydır, söylenmesi kolaydır. Fakat tatbîkâtı gâyetle güçdür. Allahu Sübhânehû ve Teâlâ  bir kimseye takvâ elbisesi giydirirse ona manevî âlemdeki bulunan esrâr-ı ilâhiyyesini kalbine ilhâm eder, onun kalbinde esrâr-ı ilâhî zuhûra gelir. İşin başı ittikâdadır. Gene Kitâb-ı Kerîminin bir âyet-i kerîmesinde, "وَاتَّقُوا اللّٰهَۜ وَيُعَلِّمُكُمُ اللّٰهُۜ vettekullâh yuallimikümüllah, siz Hakk'dan korkun ki ben size öğreteyim" buyurmuşdur. İki cihân serveri, sallallahu aleyhi vesellem de, "Re'sü'l-hikmeti mehâfetullah, hikmetin başı Hakk korkusudur" buyurmuşdur. 

Allah'dan korkan, insan olur. Hakk'dan korkmayan, insan sûretinde bir canavar olur. Canavardan daha eşedd olur. Dalâletde hayvandan daha ednâ ve eşnâdır Allah'dan korkmayan. Hakk'dan korkan da, meleklerden a'lâdır, müttakîler zümresindendir. Müttakîlerin başı ve reisi, imâme'l-müttakîn olan Hazret-i Muhammed Mustafâ'dır, sallallahu aleyhi vesellem. 

Hattâ Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem, buyururlar ki, "Ben mi'râc gecesi gördüm, rüzgar esdiği vakitde, devenin çulunu rüzgar titrettiği gibi Cebrâil Hakk korkusuyla titremekdeydi" diyor Fahr-i risâlet sallallahu aleyhi vesellem. 

Hakk'dan korkanın, elinden ve dilinden hayırdan başka bir şey gelmez. Muhakkak beşeriyyete hâdim ve hizmetkârdır. Ve bunu Hakk rızâsı için yapar. Gösteriş için yapmaz, Allah için yapar. Hakk'dan korkmayanlar da her türlü denâati irtikâb edebilirler. İffetmiş, ırzmış, malmış, nâmusmuş, bunların hiçbirini düşünmezler. Onların tapdıkları ancak kendi nefisleri ve tâbi oldukları da şehvetleridir. Hayvanlar gibi yerler ve içerler, münâsebet-i cinsiyyede bulunurlar. Yaşayışda böyledir ama dalâletde hayvanlardan daha ednâdır. Onun için Cenâb-ı Hakk bunlar hakkında, "اُو۬لٰٓئِكَ كَالْاَنْعَامِ بَلْ هُمْ اَضَلُّۜ ülâike ke'l-enâmi belhüm edall, işte bunlar yaşayışda hayvanlar gibi fakat dalâletde hayvanlardan daha ednâ ve eşnâdır" diyor.   

Burada bir soru vârid olmuş. Bir velî demiş ki, "Bir kimseye Allah'dan korkuyor musun diye sordukları vakitde, o kimse cevâb vermesin, sükût etsin" demiş. Niçinini sormuşlar, "Korkmuyorum derse kâfir olur, korkuyorum derse yalan söylemiş olur" diyor. Hakkıyla müttakî olmak, kolay bir iş değil. 

Şimdi, Cenâb-ı Hakk buyuruyor ki, "Ey mü'minler! Beni dilleriyle tevhîd, gönülleriyle tasdîk edenler, benim boyam ile boyananlar, Muhammed'imin mesleğine, O'nun meşrebine bîat edenler, Resûlümün elini tutup bana tutunanlar. Resûlüme itâat ederek bana itâat edenler. Resûlüm Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâmı severek beni sevenler". 

Çok dikkat et konuşduğum sözlere. Resûlullah'a bîat, Allah'a bîatdır. Resûlullah'a itâat, Allah'a itâatdır. Resûlullah'a muhabbet, Allah'a muhabbetdir. Resûlullah'a ihânet, Allah'a ihânetdir. Muhammedîlere yani mü'minlere, müslimlere ihânet, Allah Resûlüne ihânetdir. Allah Resûlüne ihânet, Allah'a ihânetdir. Mü'minlere, Muhammedîlere muhabbet, Allah Resûlüne muhabbetdir. Allah Resûlüne muhabbet, Allah'a muhabbetdir. Bilmem anlatabiliyor muyum? Çünkü bir tevhîd nûru içindesin, ayrı değilsin. Vücûdda bulunan her uzuv, bir mü'mini teşbîh etmekde, bir vücûd gibidir mü'minler. Kimi sağ kol, kimi sol kol, kimi baş, kimi kulak, kimi göz mâhiyetinde, kimi el, kimi ayak. Nasıl ki vücûdun bir tarafına bir iğne batdığı vakitde, bütün vücûdun hepsi sızlamakdadır, mü'minlerin başına bir felâket geldiği vakitde, diğer mü'min bundan eziyet duymazsa, o, o vücûddan değildir. Zevk duyarsa, Allah'ın ve Resûlünün düşmanıdır, Allah ve Resûlüne hıyânetde bulunmakda demekdir. 

"يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا yâ eyyühellezîne âmenû, ey benim boyam ile boyananlar, bana inananlar, beni lisânları ile ikrâr eden, kalbleriyle tasdîk edenler, habîbim Muhammed'ime gönül verenler, Kur`ân'ıma, hablullah olan Kur`ân'ıma tutunanlar, kıyâmet gününe inananlar, bu kısa hayâtın kıyâmet gününde huzûrullahda hisâbını veremyi kabûl edenler, buna inananlar".

Efendiler! Âmentü'nün altı rüknü var, iki rüknünü kabûl etse bir adam, ona kâfî gelir. Ehemm-i mühimmi budur. Biri Allah'ı tasdîk, diğeri öldükden sonra dirilmek ve bu hayâtın hisâbını huzûrullahda Allah'a vermek. Bunu kabûl eden bir adam insan olur. 

Hakk'ın varlığına ve birliğine delîl, bütün mevcûdâtdır. Allah'ın yaratdığı mevcûdâtda Hakk'ın kudretini, sun'-ı ilâhîyi görmüyorsan, körsün. Burada Allah'ı görmeyen, bu kudreti görmeyen, âhiretde Allah'ı hiç görmez. Burada kör olan, orada da kör olur. Kâinâtda ne görüyorsan, üzerinde Hakk'ın kudretini ve kuvvetini, sun'-ı ilâhîyi müşâhede etmekle mükellefsin. Böyle bir şey görmüyorsan, gözüm var diye övünme, başının üzerinde düşmanını taşımakdasın. Senin gözün değil o, düşmanın senin. Çünkü ibretsiz göz, kişinin düşmanıdır. Bütün mevcûdâtda sun'-ı ilâhî!

Birdir Allah şerîki yokdur kulhüvallahü ehad bî-şekkdir
Şâhid-i âdil iken kâinât birliğine şekk eden eşşekdir

Her şey Hakk'ı zikretmekde. "Ben duymuyorum". Senin kulağında pamuk var. Yakın zamanda Allah kulağından bu gaflet pamuğunu çıkarırsa, bütün mevcûdâtın, cemâdâtın ve eşyânın yani ağaçların, otların, toprakların, taşların, madeniyyâtın, cümlesinin, ne varsa zîrûh, canlı gördüğün, cansız gördüğün. Çünkü cansız bir şey yok kâinâtda. Cansız bir şey yok. Senin görümüne göre cansızdır o. Taşı ateşe atdığın vakitde inleye inleye yanar taş. 

Gene daha böyle, biz îmânlıyız, daha yakînen bir şey alalım. Cenâb-ı Esedullahi'l-Gâlib Ali ibn Ebî Tâlib Hazretler, "Ben Resûl aleyhi's-salâtü ve's-selâm ile Medîne hâricine çıkdığım vakitde, taşların ve cemâdâtın yani cansızların, zî-rûh yani rûh sâhibi olmayan zannetdiklerimiz olan taşların Resûlullah'a selâm verdiğini işitdim" diyor, "işitiyorduk" diyor. Bizim îmânımız olduğu için, İmâm-ı Ali'nin sözü bize kâfî gelir. 

Zâten Cenâb-ı Hakk Kitâb-ı Kerîminde, "Kâinâtda bir nesne yaratmadım ki beni zikretmesin" buyuruyor. Zikredince, muhakkak canlı olması, zî-rûh olması lâzım. Ama senin nazarında, senin gözünde o zî-rûh değildir. Öyle tasnîf etmişler. Rûhsuz bir şey yok hiç kâinâtda. Ama farkları vardır. Sende altı rûh var, onda bir rûh vardır. Sende rûh-ı cemâdât var, rûh-ı şecerât var, rûh-ı hayvânât var, rûh-ı nefsânî var, rûh-ı insânî var, rûh-ı sultânî var, rûh-ı sır var sende. Onda rûh-ı cemâdât vardır. Ağaçlarda rûh-ı şecerât vardır, rûh-ı nebâtât vardır yani. Hayvanda rûh-ı hayvânî vardır. Bunların hepsi senin vücûdunda mevcûddur. Hayvânâtda gene rûh-ı nefsânî var, sende de var, rûh-ı nefsânî. Eğer rûh-ı insânînin taht-ı mahkûmiyyetine girmezsen, rûh-ı sultânîye mutî olmazsan, hayvan derekesindesin. Vücûd iklîmini hayvânât kaplamış olur. Hayvan gibi olursun yaşayışda, dalâletde hayvandan daha ednâ ve eşnâ olursun. Ama vaktâ ki, bu kalb denilen nesneyi Hakk'ın sevgisiyle tathîr edersin, mâsivâullahı kalbinden çıkarırsın, Hakk'dan gayrını yani, kâfirin putu bir tâne, senin putun bin tâne, çıkarırsın, bu kalbde muhabbetullah olursa, rûh-ı sultânî buraya teşrîf ederse, rûh-ı sırr da tecellî ederse, vücûd iklîmine rûh-ı sultânî sultân olur, o vakit insan olursun, meleklerden daha efdal ve yüksek olursun, yücelirsin. 

Onun için Hazret-i Allah meleklere emretdi ki, Âdem'e secde edeler. Neden? Çünkü Âdem'de rûh-ı sultânî var idi, halîfetullah idi. Sen de onun çocuğusun. Biz maymundan gelme değiliz. Biz insan oğlu insanız. Peygamberzâdeyiz yâni. Ceddini böyle düşün, peygamber çocuğusun, Âdem aleyhisselâmın evlâdısın. Maymun çocuğu değilsin, hayvan çocuğu değilsin, değiliz, peygamberzâdeyiz. Kitâb bize nâzil olmuş. Cennet bizim için halk olunmuş, cehennem bizim için hazırlanmış. O da bir şerefdir, anlayan için. Beşîr ve nezîr olan peygamberler bizim için gönderilmiş. Kirâmen kâtibîn senin omuzlarına verilmiş. Mîzân, terâzî senin için konulmuş. Cennet sana hazırlanmış. Nâr senin için hazırlanmış, benim için hazırlanmış, yâhud küffâr-ı hâkisâr için hazırlanmış. 

Hiç güvenme hâline, güvenme hâline. İstiğfâr yapdığın vakitde, hayrına ve şerrine istiğfâr eyle. Allah'a güven, Allah'a dayan. Allah'lı olsun gönlün. Hakk'sız gönüller vîrânedir, Şeytan evidir. Hakk'lı gönüller, bir kâşânedir. Hem de Hakk'ın binâsıdır. Beytullahdır yani. Kabetullah, izâfî beytullahdır, kalb, beytullahdır. Semâvâta arda sığmayan Allah, kalbe nazar etdi, kalbe sığdı yani. Mekândan münezzeh olarak sığdı. Nasıl? Nasıl kelimesini, "lâ yüs'el"le keserek sığdı, "lâ yüs'el" makasıyla kesdi, öyle sığdı. Keyfiyyeti, kemmiyyeti mechûl olarak sığdı. Sence mechûl, Allah için malûm. 

Ey mü'minler! İttekullah! Bu tacı başınıza koyunuz. Hakk'ın azâbı muhakkak şiddetlidir ve şediddir. Dereke-i hayvâniyyetde olanlar azâbdan korkanlar, sopadan, dayakdan, ateşden, zincirlerden, kelepçelerden, akreplerden, yılanlardan. Çünkü cehennemde Allah bunları hazırlamışdır. Dereke-i hayvâniyyetde olanlara, katırlar kadar akrepler vardır. Hurma ağaçlarının kalınlığı kadar yılanlar vardır. 

Ama âşık-ı billah olan, Hazret-i Muhammed aleyhisselâm boyasıyla boyanan, neden korkar bilir misin? "Allahım bana kulum demezse, Hazret-i Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâm bana ümmetim demezse, bugün yâ eyyühellezîne âmenû hitâbı ile hitâblandım, Kitâb-ı Kerîm bana hitâb eyledi, yarın yevm-i kıyâmetde Cenâb-ı Hakk, yâ eyyühellezîne âmenû hitâbıyla bana hitâb etmezse, benim hâlim nice olur", bundan korkar, korkusu budur. Ne dünyâ için Hakk'a ibâdet, ne âhiret için Hakk'a ibâdet eder, kul olduğu için Allah'a ibâdet eder. Allah'ın sultân olduğunu bilir. Onun rızâsıdır ancak maksûdu, kasdı. Allah'lıdır o. O Hakk'a yaklaşmış, Hakk da ona yaklaşmış. Hakk ona yakîn idi, o da Hakk'a yakîn oldu. "فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ fe kâne kâbe kavseyn" sırrı zuhûra gelir vücûdunda. Anlayana söyledik, geçdik. 

İttekullah! Bu tacı başına koy. Allah'dan ittikâ iste. Kalb-i hâşi'a mâlik olmayı yani Allah'dan korkan bir kalbe mâlik olmayı Allah'dan iste. Ve Hakk korkusuyla yaş döken bir dîdeye sâhib olmak iste. Çünkü cehennemin nârını ne denizin suları, ne yağmurun tâneleri, ne nehirlerin suları söndürür. Ancak Hakk korkusuyla ağlayan gözyaşı söndürür. Cennetin ağaçlarını ve çiçeklerini, hiç bir yağmur suyu bitirmez, Hakk aşkıyla, aşk-ı Muhammed'le dökülen gözyaşları bitirir, o çiçekleri açdırır. 

İttekullah! Hakk'dan kork! Çok güç. Yâ Rabbi, bizleri kalb-i hâşi' sâhibi kıl. Ve senden korkan ve seni seven ve senin sevdiklerinden eyle ve tâatına mahkûm eyle. 

"وَلْتَنْظُرْ نَفْسٌ مَا قَدَّمَتْ لِغَدٍۚ vel tenzur nefsün mâ kaddemet li gadin". Ey gâfil! Apartmanları kurdun, kasalara paraları yerleşdirdin, çocuklarını da okutdun, mektebden de mezûn etdin ama sefer var sefer! Yolculuk var yarına! Sefer var yarına, sefer, sefer! Yarın, belki yarından daha yakın. "وَلْتَنْظُرْ نَفْسٌ مَا قَدَّمَتْ لِغَدٍۚ vel tenzur nefsün mâ kaddemet li gadin". Nefis baksın, hesâb etsin, ömr ü hayâtının günlerini, dakîkalarını, gecelerini, gündüzlerini tahattur etsin. Unutdun, yapdığın isyânları, yapdığımız isyânları unutduk. Hayırları unutmadık. Ters yap bu işi. Hayrını unut da isyânını unutma ve ağla isyânın için. Sen gülüyorsun, ben gülüyorum, cennetde yerini mi gördün? Mîzânda, mîzânın sağ kefesi mi ağır geldi. Amel defterlerin sağ tarafından mı verildi? İltifât-ı Resûlullah'a mı mazhar oldun? Cennetin kapıları sana feth olundu da tebşîr mi olundun, hâzin seni cennete mi davet etdi? Bilmiyorsun ki nâr sana hazırlanmışdır, yapdığımız suçlardan. Giden cenâzelerin bir çoklarının îmânsız gitdiklerini görüyoruz. İsimleri belki Ahmed, belki Fevzi, belki şu, belki bu. İsimle değil iş. Îmân kağıdını koynuna koyabildi mi? Kağıddan murâdım nüfus kağıdı değil. İsmini defter-i îmânda mukayyed kıldırabildi mi? Ömrünün manâsına, hayâtının manâsına akıl erdirebildi mi? Buraya niçin geldiğini düşünebildi mi? Ne gibi hazırlık yapdı? Yalnız yemek içmek miydi vazîfesi, mal toplamak mıydı? Geceleri sabaha kadar para saymak mıydı? İçki ve fışkıyla mı meşgûl olmakdı? Vazîfesi bunlar mıydı acaba? Hiç ölenleri görüp de ibret almadı mı? Nöbetin ona geleceğini düşünmedi mi? "وَلْتَنْظُرْ نَفْسٌ مَا قَدَّمَتْ لِغَدٍۚ vel tenzur nefsün mâ kaddemet li gadin". Yarınki gün için ne hazırladın, yarınki gün? Yarından murâdı Cenâb-ı Hakk'ın, kıyâmetdir. Senin kıyâmetin, ölümündür. 

Üç büyük kıyâmet var. Öyle demişler, biz öyle nakledelim size. 

Birinci kıyâmet, bir adam öldü mü kıyâmeti kopdu demekdir. Defterleri kalkar. Hayır hasenât defterleri kapanır, günah defterleri de kapanır. Bazısının hayır hasenât defteri kapanmaz. Nedir o? Sadaka-i câriye yapar, ağaç dikdirir, çocuk okutur, kitâb hediye eder, o kitâb okunduğu müddetçe, okutduğu çocuk, yrdım etdiği evlâd, ilme hizmet etdiği müddetçe, yapdığı hayır devâm etdiği müddetçe onun defteri kapanmaz, onun defterine hayır hasenât yazılır. Dinle! Bir kısmı da ölür, öldükden sonra şer defteri açık kalır. Çünkü birisiyle zinâ etmiş, onu fâhişe yapmışdır, o fâhişe fuhşiyyât işlediği müddetçe onun defteri kapanmaz, bir nısfı da ona yazılır başdan aşağı. Yâhud memlekete getirmiş kötü fikirleri aşılamışdır. Beyaz zehirler aşılamışdır, maddî olarak. Manevî olarak, başka zehirler aşılamışdır. Onun da defteri kapanmaz, ölür ama defteri kapanmaz. Ne defteri kapanmaz? Şer defteri kapanmaz. Onun getirdiği o kötülük o memleketde icrâ edildiği müddetçe, onun defter-i a'mâline yazılır. 

Aklını başına al! İş seninle bitmiyor! Ölürsün, hayvanın semeri, senin eserin kalmalıdır ama hayırlı eserin kalmalıdır. Hayvan ölür, semeri kalır, insan ölür, eseri kalır. Hayırlı eser bırakmalısın. 

İttekullah! "وَلْتَنْظُرْ نَفْسٌ مَا قَدَّمَتْ لِغَدٍۚ vel tenzur nefsün mâ kaddemet li gadin". Âhiret için şerden ve hayırdan ne hazırladın? Hesâba çek kendini, düşün bir defa. Dünyâda bırakacaklarından ne hazırladın? Evlâdını yetişdirdin mi? Allah'ını ona bildirdin mi? Allah'ını tanıtdın mı? Resûlullah'ı sevdirdin mi? Ebûbekir'i tanıtdırdın mı, sıddîk olsun. Ömeri sevdirdin mi, âdil olsun. Osmân'ı bildirdin mi, hayâ sâhibi olsun. Alî'yi bildirdin mi, şecî' olsun, harf öğretenin kulu kölesi olsun, ilim şehrinin kapısı olsun, sâkî-i kevser olsun. Öğretdin mi Alî'yi, öğretmedin. Hayvan çocuğunu, senden daha iyi yetişdiriyor, ben bakdım. Böyle yapanlara hitâb ediyorum. Bakdım bizim kedi yavrusunu yetişdirdi. Düşmanıyla nasıl mücâdele yapacak, dostuyla nasıl görüşecek, nasıl dövüşecek, vallâhi talîm etdi, gözümle gördüm. Avı nasıl yakalayacağını, neresinden vuracağını gösterdi yavrusuna, icâzet verdi, bırakdı. Sen bunların birini yapmadın. En insaflımız, en müslümanımız, "Mahallenin müezzinini tutayım, oğluma Kur`ân-ı Kerîm'i öğretsin" dedi. Başımıza bu belâları getirenler, Kur`ân-ı Kerîm'i bu şekilde okuyanlardır. Nice sarıklı dersiamlar gördük biz, sonra yapdıklarına nâdim olup tövbe etdiler. Müslümanlığa, îmâna tövbe etdiler. Haberin var mı ondan senin! İpekböceği gibi işleyeceksin. Sakın sözümü yanlış anlama! Kur`ân-ı Kerîm'i öğretme manâsına değil. Yalnız elfâz-ı Kur`ân-ı Kerîm ile iş bitmez, Kur`ân'ın taraf-ı ilâhîden geldiğine inandıracaksın evveliemirde. Hidâyet Allah'ın yed-i kudretinde ama sen de babasın.

Babanın yapmış olduğu duâ, peygamberin kendi kavmine yapmış olduğu duâ gibidir. Bedduâ da böyledir. Peygamberin kavmine duâsı, neyse babanın evlâdına duâsı odur.  Peygamberin kavmine bedduâsı neyse, babanın evlâdına bedduâsı odur. Çocuk kötü oldu, adam Abdullah el-Mübârek'e şikâyet etdi oğlunu, "Oğlum âsî oldu" filan. Şöyle sormuş Hazret-i Veliyyullah. Sırası geldi de konuşuyorum. Dedi, "Çocuğuna bedduâ etdin mi?". "Etdim". "Sen çocuğunu böyle yapmışsın" dedi. Niye bedduâ ediyorsun? Hayır duâ et. "Kör olsun" diyeceğine, "kör olmasın" de. 

Yalnız Kur`ân-ı Kerîm'i yüzünden okumakla değil. Îmân olmayınca, gene îmân olup da amel olmayınca, hayvanın sırtındaki kitâbların hayvana ne menffati olabilir, onun gibi olur adam. 

Câhiller helâk oldu, âlimler kurtuldu. Âlimler helâk oldu, âmiller kurtuldu. Âmiller helâk oldu, muhlisler kurtuldu. 

Sen ona numûne-i imtisâl olacaksın. Kapıya birisi geldi, kapıyı açarken çocuğa dedin ki, "Babam evde yok de" dedin, çocuğa verdin işte zehiri, yalancılığı öğretdin. İstikbalde onu tatbîk edecekdir evlâdın senin. Sen hiç evlâdına hudû, huşû' ile bir namaz kıldığını gösterdin mi? Estağfirullah, gösterdin mi dediğim, gösteriş değil manâsı. Yani senin Allah'a ibâdetin evlâdına talîm olur, onu demek istiyorum yani gösteriş değil. Sözümü ters anlama. Senin en ufak harekâtına kadar çocuğun seni taht-ı murâkabesinde tutuyor. Niçin şeyhin çocuğu tekkesini yıkdı şeyhin başına? Çünkü şeyh efendi hazretleri, kendi tarîkine inanmamışdı ki. Menfaat gözetiyordu. Çocuk gördü, çakdı o meseleyi, dedi ki, "Bu menfaat meselesi, Allah için değil bu", yıkdı. Hocaefendinin oğlu niye islâm dînine düşman oldu? Hocaefendi hazretleri, inanmıyordu ki. Çünkü ilmi başka, yapdığı iş ayrıydı. Sözü başkaydı, yapdığı iş ayrıydı. Çocuk onu gördü, onun aleyhine geçdi. Görmüyor musun sen, müslümana kızan adam, dînden çıkar, dar görüşlü olursa. Sen müslümanın ahvâline değil, Allah ve Resûlüne bakacaksın. Senin önderin Allah Resûlü, Hazret-i Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâm.

"وَلْتَنْظُرْ نَفْسٌ مَا قَدَّمَتْ لِغَدٍۚ vel tenzur nefsün mâ kaddemet li gadin". Yarın için ne hazırladın? Yarın, yarın için? Çocuklarını nasıl yetişdirdin, soruyorum sana, dünyâ husûsâtında. Arkanda bırakacağın hayrü'l-halef mi, şerrü'l-halef mi? Câmide senin yerini doldurabilecek mi? Seni temsil edebilecek mi câmide? Yarın âhiretde soracaklar sana evlâdından. Çocuğunu nasıl yetişdirdin? Câmide yerini tutuyor mu? Tutmuyor. Câmiyi yıkmaya geliyor senin üzerine, câmiyi yıkmaya. Elbet gelecek tabîi, gelmesi lâzım ve elzem. "Hocaefendi nasıl söz bu?". Çünkü haramdan yedirdin, dîn diyânet bildirmedin. Kendin kıldın, ona öğretmedin. Yalanları kıvırdın, ona gösterdin. Senin yalancı olduğunu bildi, sahtekâr olduğunu bildi, mürâî olduğunu gördü. Ona hakkıyla bir ahlâk vermedin diilinle. Sözünle değil, fiilinle göstererek böyle, talîm ederek.

Birinci kıyâmet, ölümünle beraber senin. Öldükden sonra işte iki türlü defterin. Şerrü'l-halef bırakırsan evlâdını, sana bedduâ eder o. "Allah gözünü kör etsin, beni getirdi bu âleme, beni okutmadı,beni böyle süründürüyor şimdi. Kabri şöyle olsun". İşitdim kulaklarımla, onun için söylüyorum. İşitdiğimi söylüyorum. İyi yetişdirilen çocuk, "Allah rahmet eylesin, makâmı cennet ola babamın. Bana bu dîn-i islâmı talîm etdi, Kur`ân'ı talîm etdi, muhabbet-i Muhammediyyeyi talîm etdi bana, makâmı nûr olsun". Defter-i a'mâlin açık kaldı bak ikisi de. Birisi lanetle yâd ediliyor, bir tânesi rahmetle. Ya sadaka-i câriye, yâhud felâketin büyüğü. 

Peki, birinci kıyâmet, öldüğün gün. İkincisi. Bir milletin istiklâli elinden gitdi mi, bir memleketin, bir milletin istiklâli elinden çıkdı mı, o memleketin kıyâmetidir o, o milletin kıyâmetidir, o ümmetin kıyâmetidir. Dînine, diyânetine, nâmusuna, izzetine, maneviyyâtına, kudsiyyâtına el uzatırlar. Bâzîçe olursun. Pek acı olur. 

Târihden ibret almayanlar, târihe ibret olurlar. Yaz defterinin kenarına. Târihi okuyup da ibret almayanlar, istikbal için ibret olurlar. Hani Romalılar, hani Fenikeliler, hani Mısırlılar, hani Hitler, hani Şâh, hani Pâdişâh? Ne oldular? Bir kısmı bize ibret oldu. Bazıları iyilikde ibret oldular, önder oldular. Bazıları kötülükde bize ibret oldular. Onların yapdıklarını yapmayalım ki fenâlığa düşmeyelim diye. 

En mühim mesele, istikâlin gitdi mi o memleketde Cuma namazı da kılınmaz. Hür değilsin çünkü. İslâm, hürriyeti emreder. Hürriyet ama nefsinin hürriyeti değil, rûh-i sultânînin hürriyetidir, nefsin mahkûmiyetidir. Nefsine kul değil, Allah'a kul olup hür olacaksın. Câminle oynarlar, iffetinle oynarlar, ırzınla oynarlar. 

Bir şey söyleyeceğim ve keseceğim dersi. Ders bitmedi, uzadı iş.

Bir kadın bana geldi. Kitapçıyım ben burada, biliyorsunuz. Bir kadın geldi, bir Kur`ân-ı Kerîm getirdi bana. Kur'ân-ı Kerîm'in baş tarafından üç dört cüzü yok. Dip tarafı da yok ama baş tarafından böyle lâlettayin koparılmış mushaf böyle. Sayfaları çıkarılmamış, yırtılmış böyle. 

Eşhedü billah, bak makâm-ı Muhammediyyetdeyim, ibret için söylüyorum size. Çünkü Allah'ın âdeti bu, âdetullah böyle. Dinle! Defterin kenarına yaz. "Beni tanıyanlar, bana âsî olurlarsa, beni tanıyanlar bana âsî olurlarsa, beni tanımayanları onların başına musallat ederim" diyor Hazret-i Allah. Bir daha söyleyeyim, kavrayamadın gâlibâ. "Beni tanıyanlar, bana âsî olurlarsa, beni tanımayanları onların başına musallat ederim" diyor Hazret-i Allah. Bir daha söyleyeyim, olmadı. "Beni tanıyanlar, bana âsî olurlarsa, bana isyân ederlerse, beni tanımayanları onların başına musallat ederim" diyor Allah Celle Celâluhû. 

"Efendi bunu sen bana yapdırır mısın?" dedi. Dedim ki, "Ben bu mushafı ikmâl mi edeyim, bende parça mushaf yok. Daha güzel mushaflar var şimdi burada, iyi basılmış, onlardan vereyim". "Yok, onun için değil" dedi, "bunu bu şekilde bu mushafı yapdıracaksınız bana". "Neden?". "Bir ümîdim bunda". "Hayrola". "Ben  Fethiyeliyim" dedi. Fethiyeliyim. Fethiye'nin nerede olduğunu biliyorsun, değil mi? İstanbul'da da Fethiye var, orası değil. Fethiye. Ege, Ege tarafında. "Ben  Fethiyeliyim" dedi, "düşman geldi bizim memleketimize, biz kaçdık".

Çünkü Allah'a âsî olanlar, düşmana karşı duramazlar. Bir şeyler daha söyleceğim burada, söylemeden geçemeyeceğim. Allah'a âsî olanlar, düşmana karşı duramazlar. İsterse kum kadar çok olsunlar.

Hulâgû Hân geldiği vakitde Bağdad'a, bir Tatar askeri, Moğol askeri geliyor. Kâfirdi onlar, o vakit müslümanlar azmışlardı iyicene. Cüneyd-i Bağdâdî diyor ki, "Ezan-ı Muhammedî okunduğu vakitde, Bağdad sokaklarında nay sesleri kesilmiyordu". Dinlemiyorlar ezanı yani. 

Fî-zamâninâ olduğu gibi. Hem de müslüman evlerinde. Bırak sen şimdi lâ-dînîleri filan. Benim lâ-dînî ile, câmiye gelmeyenle işim yok. Bugün câmide olanlara hitâb ediyorum ben ve onların ahvâlini söylüyorum. Ne radyosunu kapatıyor müslüman, ne televizyonunu kesiyor. Ezan okunuyor bir tarafdan. 

Şimdi, Cüneyd-i Bağdâdî söylüyor. "Ezanlar okunurken müslümanlar naylarını kesmezlerdi, naylarını susdurmazlardı". Nay çalıyorlarmış o vakit de. "Allah Kavm-i Nûh'a su tûfânı, Kavm-i Muhammed'e ateş tûfânı verdi". Benim sözüm değil, Cüneyd-i Bağdâdî'nin sözü, seyyidü't-tâife. 

Geliyordu Tatar askeri, müslümanlar böyle otuz tâne kırk tâne bir yerde, "Durun burada! Kılıcımı almamışım, ben kışlaya gidip kılıcımı alıp geleceğim, sizi keseceğim". Hepsi böyle tir tir titriyor müslamanlar, geliyor, yirmisini otuzunu kesiyordu. Aynen böyle. Bu nereye kadar devâm etdi biliyor musun? Ferîdüddîn Attâr Hazretlerinin katline kadar, şehâdetine kadar. O veliyyullah şehîd oldu, işin rengi döndü sonradan. 

Ne kadar çok olursan ol, Hakk'dan korkmuyor musun, düşman senden korkmaz. Çünkü Allah kulun gözünde kulu ya aslan gibi gösterir, ya fare gibi gösterir. İstiklâl Muhârebesinde düşmana bak, bizimle harb edenlere. "Yâhu" diyormuş bizim arkadaş İbrâhim Efendi'ye, Kıbrıs Harbinde, "sen benim gibi bir adamsın, ben senden niye korkayım. Sizin oradan dağlılar geldi" diyormuş, "kafalarında böyle sarıklar, sakalları böyle". Rumlar yani. Allah öyle gösteriyor. Müslüman askerini karşısında aslan gibi görüyor. Müslüman da kâfiri, fare gibi görüyor. Bunun tersi de olur. Balkan Muhârebesinde müslümanları Bulgarlar fare gibi gördüler. Az kalsın İstanbul'a giriyorlardı. Zulümden, isyândan, nisyândan Allah böyle musallat kıldı. Geçiyoruz. Hakk Teâlâ ve Tekaddes Hazretlerinin âdeti, âdetullah budur, söylediğim gibi. 
 
Şimdi, o kadın anlatıyor bana, "Biz kaçdık oradan, kaçdık. Düşman geldi, kaçdık, firar etdik, hicret etdik". 

Muhâceret. Kalırsan, felâket olabilir. Neyine? Her şeyine olabilir. Hep oldu bunlar. Sen unutdun. Sana unutdurdular. Sen unutdun. Sen kitâblarda okumuyorsun. Düşmanların hâlâ okuyorlar ve okutduruyorlar. Sana hazırlanıyorlar yani. Senin haberin yok bir şeyden hiç. 

"Kaçdık oradan, firâr etdik. Sonra ne oldu, Allah kahraman ordularımıza muzafferriyet verdi, düşmanı atdılar denize, biz de memleketimiz olan Fethiye'ye döndük. Döndük, ben helâda bu Kur`ân'ı buldum. Zîrâ bunu ne yapmışlar, Kur`ân'ı helâya koymuşlar, oradan yırtıp yırtıp tahâret yapıyorlardı. Ve ben onları oradan topladım, sardım sarmaladım. Benim kurtuluşum bundadır efendi, bunu ben öldüğüm vakitde, vasiyet  edeceğim, kabrime koysunlar. Allah belki bu amelimden dolayı beni affeder" dedi. Vallahi ve billahi böylece oldu. 

Bunu niye söyledim? Yani bu hâdise ona olur sana olmaz demiyorum yani sana da olabilir demek istiyorum. Tekrar ediyorum, târihden ibret almayanlar, târihe ibret olurlar. O kadar. 

Hakk'dan kork! 

Dersimiz bitmemişdir fakat vakit çok geç olduğu için, işiniz gücünüz var filan, kesiyorum.

Hakk'dan kork! Hemen hemen! Hiç durma! Hiç de fırsat fevt eyleme, kaçırma fırsatı. Hemen beline gayret kemerini bağla ve Allah'a kulluk etmeye çalış. Evladlarım, kardeşlerim! Bu işin nihâyeti yokdur. Bu gelip geçici bir hayâtdır. İster müşkülât, ister saâdet gör burada. Mü'minler için bu bir rüyâdan başka bir şey değildir. Ama âhiretin de tarlasıdır burası. Burada ekmeyen orada biçemez. Burada ne ekersen onu biçersin orada. Hemen hazırlığını yap, Cenâb-ı Hakk'a kulluk et ve beşeriyyete fâideli ol. Allah'a kul olanlar, kâinâta sultân olurlar ve mahlûkât-ı ilâhiyyeye yalnız insanlara değil, bütün mahlûkâta, hemcinslerine ve mahlûkât-ı ilâhiyyeye merhametli ve şefkatli olurlar. Allah'dan korkan, bir çiçek koparamaz, bir yeşil yaprağı koparamaz. Bilir ki o da Allah'ı zikretmekdedir. Düşünmeyenler taşınmayanlar, Hakk'ı bilmeyenler, onlar, kötü kişilerdir. 

Veyl olsun Allah'ı tanımayanlara! Allah'ın nimetini yiyip de Hakk'a isyân edenleri Allah ıslâh eyleye. Hakk'ın nimetini yiyip de Hakk'a isyân eden, Allah'ın kitâbını ayakaltı edenlere veyl olsun! 

Müjde olsun Hazret-i Muhammed'e gönül verenlere! Müjde olsun, "Rabbim Allah, peygamberim Muhammed Mustafâ" diyenlere! Müjdeler olsun, müjdeler olsun, "Lâilâheillallah" diyenlere! Nârdan kurtuldular, ebedî saâdet erdiler.

Vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtın müstakîm.

www.muzafferozak.com

Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 15 Şubat 1980 (28 Rebîulevvel 1400) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.
Listeye geri dön