Yarınki Gün İçin Ne Hazırladın? - Hutbe - 2 Mart 1979

25 Ağustos 2022 tarihinde yayınlanmıştır.

İman

HUTBE

Kâlallahu te'âla fî kitâbihi'l-azîz.
Eûzübillahimineşşeytânirracîm.
Bismillahirrahmânirrahîm.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَلْتَنظُرْ نَفْسٌ مَّا قَدَّمَتْ لِغَدٍ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ
Yâ eyyühellezîne âmenû't-tekullâhe vel tenzur nefsün mâ kaddemet li gadin, vettekullah, innallâhe habîrun bimâ ta'melûn.
Sadakallahü'l-azîm.

Dilleriyle Allahu Teâlâ'yı tevhîd eyleyen, gönülleriyle Allah'a îmân eden ve Allah'In birliğini gönülleriyle tasdîk eyleyen, Kur`ân'ı kendisine minhâc, îmânı sertâc, şerîatı eynine libâs eyleyen, kıyamet gününe inanan, Hakk'ın cennetine tâlib, rızâsına râgıb, cemâline âşık olan mü'minler!

Bir kelime-i tayyibe var ki îmânın başıdır. Bu da Kelime-i Tevhîd'dir. "Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah". Bu Hakk'ın metîn kalesidir. Yani sağlam bir kaledir. Bu kaleye giren azâb-ı ilâhîden emîn olur. Kâlallahu Azze ve Celle fî lisânı habîbihî, "Lâilâheillallah hısnî ve men dehale hısnî emine min azâbî". Habîb-i Hudâ Cenâb-ı Hakk'dan haber verdi, Allahu Zü'l-Celâl Hazretleri, "Lâilâheillallah benim kalemdir, benim kaleme her kim girerse, benim azâbımdan emîn olur" buyurdu.

Cehennemin yedi derekesini kapayan ve kilitleyen Tevhîd'dir.  "Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah". Cennetin sekiz kapısını açan gene Kelime-i Tevhîd'dir.  "Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah" diyen, lisân ile ikrâr, kalb ile tasdîk eyleyen, cennetin sekiz derecesinin kapılarını feth etmiş olur. Gene senin gözündeki perdenin çâk olması, yırtılması gene Tevhîd'e bağlıdır. Her kim ki hakkıyla tevhîd eder, gözünden perde çâk olur, Hakk cemâlini görmeğe, Allah'ın cemâlini görmeğe o göz lâyık olur. Gene bu perdeyi yırtmağa sebeb  "Lâilâheillallah" dır. Yine Cenâb-ı Hakk'ın cemâlinden perdeyi çâk etmeğe sebeb gene  "Lâilâheillallah"dır. Onun için gecede ve gündüzde, gizli ve âşikâr, her yerde, her vakitde, her zamanda, her hâlde, Allah'ı tevhîd et, Allah'ı unutma, Hakk'ı zikreyle. 

Çünkü Cenâb-ı Hakk'ı kıyâmen zikredenleri Allah kıyâmet gününde zikreyler. Bir adam kıyâmen Allah'ı zikretdi mi, yarın "yevme tüble's-serâir"de, sûr-i uhrâ üflendiği vakitde, ikinci sûr yani, herkes kabrinden kalkdığı vakitde, kıyâm etdiği vakitde Allah seni zikreyler. Sen kuûden Allah'ı zikredersen, kıyâmetin şiddet ve dehşetinde cümle enbiyânın diz bağları sökülür, o vakit çökerler, enbiyâ çöker korkuyla, nebîler yani, resûller, nebîler o günün şiddet ve dehşetiyle diz bağları sökülür, diz üstüne çökerler, o vakit Allah seni zikreyler. Sen yatarken Cenâb-ı Hakk'ı zikredersen eğer, yakın bir zamanda seni amel sandığı olan kabre yatıracaklar, yani amellerin sandığıdır orası, amelinle, yapdığın işlerle başbaşa kalacaksın, ahbâb u yârânın, dostun, en sevgililerin seninle beraber kabre girmeyeceklerdir, seni amelinle başbaşa bırakacaklardır, o vakit Allah seni zikreyler. Lisânın, çenen kilitlenmez, dilin tutulmaz, melâikenin sorduğu soruya cevap verirsin. 

Dünyâ yüzünde bu günleri düşünmeyenler, bu gelecek muhteşem, azîm günü düşünmeyenler, o günde şaşırır kalırlar. Bu âlemden lisânını tevhîde alıştıran, kabirde de, ölüm ânında da, mahşer gününde de gene tevhîd eder. Tevhîdi sertâc eden kimseye Allah dünyâda, "yâ eyyühellezîne âmenû" hitâbıyla hitâb etdiği gibi, kıyâmet gününde de, "Ey îmân edenler! Gelin Muhammedimin sancağı altına" der, Resûlullah'ın sancağı altında toplanırız.

Hakk'ı zikr eylemeyen o et parçasına, dilim deme ona. Allah'ı zikretmeyen, doğru konuşmayan, hak söylemeyen diline dil deme, o et parçasına. O dil hayvanda da vardır. İbret ile bakmayan göz senin düşmanındır, onu başının üstünde taşıma. İbretsiz göz senin düşmanındır, başının üstünde taşıma onu. O göz hayvanda da vardır. O can hayvanda da var, o kan hayvanda da vardır. Hak kelâmı dinlemeyen kulak, ona kulak deme, o kulakdan içeriye kurşunu akıt. Başının belâsıdır o kulak, hak kelâmı dinlemeyen kulak, ona kulak deme. O hayvanda da vardır. Hattâ senden daha iyi işitir, bâhusûs hassâsiyyeti senden çok kuvvetlidir. 

Allah seni bütün mahlûkâtın üzerine hâkim kılmışdır, fakat bakarsın ki ufak bir mikrop seni mağlûb edebilir. Hattâ orduları mağlûb eder. Görmedin mi, mütekkebir kâfirleri, "ene rabbükümü'l-a'lâ" diyenleri, "ben yer tanrısıyım" diyenleri görmedin mi, işitmedin mi, duymadın mı? Sana vâizler haber vermedi mi? 

İki türlü vâiz var. Birisi vâiz-i sâmit, sükût eden vâiz. Bir de söyleyici vâiz var. Bunları düşünmedin mi hiç? Söyleyen vâiz, Hakk'ın kelâmından işittiğini, Allah'ın resûlünden duyduğunu ve kitâbların nakl etdiğini sana haber verir. Bir de vâiz-i sâmit vardır ki o ölümdür, oturduğun yerdir. Oturduğun yer, yürüdüğün toprak sana şöyle seslenir, "Benim üzerimden nice kişiler geldi gitdiler, sen de gideceksin. Hiç kendini çekip çevirmiyorsun, o korkunç günleri düşünmüyorsun, ancak iki şeyine hizmete çalışıyorsun, bir şehvetine, bir isteğine. Yani bir yukarıdaki, azâya bir altdaki a'zâya çalışıyorsun. Bu gidişin gidiş değildir. Bu gidiş seni iyiye götürmez" diyor. Ama duyarsan. Kulağın sağır olursa duymazsın. Bana kürsü der ki, "Hocaefendi! Senin gibi nice hatîbleri biz üzerimizde eskitdik, aklını başına al, söylediğinle âmil ol, ihlâs ile yap" diyor bana. "Yakın bir zamanda seni de aynı âkıbete göndereceğiz" diyor bu kürsü bana. Hâkimin adâlet kürsüsü, reisicumhurun makâmı, her makâm, her şey, her cisim, her hayvânât, bütün kuşlar, bütün nebâtât, bütün çiçekler, semâvât ve ard, ard ile semâ arasında bulunan mahlûkât-ı ilâhiyye. Bunlardan bî-habersin, görmüyorsun. Görenler var amma! 

Her gece bağırıyor münâdî. Diyor ki, "ولدوا للموت وابنوا  للحراب vülidû lil-mevti vebnû lil-harâbi". "Doğunuz, doğurunuz, çoğalınız, ölmek için. Binâlar yapdırınız, harâb olmak için" diyor. "ولدوا للموت وابنوا  للحراب vülidû lil-mevti vebnû lil-harâbi". Bunları duyduğun var mı? Duymuyorsun. Zevk u safândasın. Sen görmüyorsun ama seni gören var. Sen görmüyorsun, sen görmüyorsun, seni gören var. Bu görenin olduğunu görür gibi gör. Îmânını ihsâna erişdir. 

Söylediklerimi yapanlar yarın için hazırlık yapmış olurlar. Yarınki gün için. Yarınki günden murâd nedir? Allah ne diyor Celle Celâluhû Hazretleri? : "يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ yâ eyyühellezîne âmenû't-tekullâh". Çünkü en büyük makâm, takvâ makâmıdır. Takvânın manâsı Hakk'dan korkmakdır. Bir kalbde Hakk korkusu bulunmazsa, Allah korkusu bulunmazsa bir kalbde, ondan her türlü kötülük beklenebilir. Korkular kısım kısımdır, derece derecedir. Bir korku vardır, cehennem korkusudur, ateş endîşesidir, Allah'ın azâbı heybetidir, celâlidir. Ondan korkar. Bir kısmı vardır, "Allah beni sevmezse ben ne yaparım!", "Yapdığım efâl ü harekât Resûlullah'ı gücendirdiyse, Resûlullah bana cemâlini göstermezse ben ne yaparım!". Bundan korkar. "Sevdiğim bana güleryüz göstermezse ben ne yaparım! Rabbim beni gadabla karşılarsa ben ne yaparım!" der, bunu düşünür. Mertebe mertebedir, herkesin kendi istidâdı mukâbilindedir.
 
"Ey mü'minler Hakk'dan korkunuz!" Çünkü müttakîler Allah indinde en yüksek dereceyi ihrâz eden zevâtdır ki başları bütün mevcûdâtın sebeb-i hilkati olan Muhammed Mustafâ'dır. Müttakîlerin başı Allah Resûlü sebeb-i hilkat-i âlem, sebeb-i hilkat-i Âdem olan Hazret-i Muhammed Mustafâ'dır. İmâmü'l-müttakîndir, müttakîlerin imâmıdır. Resûlullah, Allah'dan en fazla korkan. Hattâ diyor ki, "Mi'râc Gecesi ben Cebrâil'i gördüm, rüzgar esdiği vakitde, devenin çulu titrediği gibi Cebrâil titriyordu. Sordum Cebrâil aleyhisselâma, 'Kardeşim Cebrâil, niye titriyorsun?', 'Hakk korkusundan yâ Resûlallah' dedi". Allah cemâllendiği vakitde Şeytan bile affolacağım diye ümîdini kesmez, "Allah beni affeder" der. Celâli geldiği vakitde cümle enbiyâ, onun şiddet ve dehşetiyle, Hakk'ın korkusuyla, diz bağları sökülür. 

Hakk'ın gadabı üzerimize gelmiş gibidir. Dolaşmakdadır yani. Bunu def etmeğe çalışalım istiğfâr ile. Fiillerimizi düzelterek. Yapdığımız işleri düzelterek. Allah'a kul olarak. Son pişmanlık fayda veremeyecekdir. Hem dünyâda, hem uhrâda. 

"İttekullah", Allah'dan kork. "Ve'l-tenzur nefsün mâ kaddemet li gadin", yarınki gün için ne hazırladın?. Resûller Allah'dan korkuyorlar ki bunlar masûmdurlar. Cümle enbiyâ masûm. Cümle evliyâullah mahfûzdurlar. Böyle olduğu hâlde Hakk'dan en ziyâde korkan bunlardır. Sen ve ben şuna güvenmeyelim, "Günah işledim bir şey olmadı". Hakk imhâl eder, ihmâl etmez. Geriye bırakır azâbını. Bazan çabuk verir, bazan geriye bırakır. "Bu güne kadar şöyle isyân etdim bir şey olmadım" deme! O Kerîm'dir, Cevâd'dır, Rahîm'dir, kendi zâtını inkâr edenlerin dahi lokmasını kesmez, ekmeğini kesmez. Hazret-i Muhammed hürmetine. Çünkü O "rahmeten-lil-âlemîn"dir. Ama bir gün mutlakâ hesâba çekilirsin. Hattâ neden? Hiç kıymet vermediğin nesneden dolayı azâba müstehak olabilirsin. Gene bir hayır yapmışsındır, hiç kıymet vermemişsindir, ondan dolayı afv-ı ilâhîye mazhar olabilirsin. Şundan kork, şundan kork. Eğer Resûlullah seni yevm-i kıyâmetde tanımazsa, "bu benim ümmetim" demezse, bundan kork. Kalbin titresin. 

Malûm-i ihsânınız, çok mühim, anlatmışdım bir kaç sefer ama gene söyleyelim de îmânımız yakîne gele. Hazret-i Rabîa-i Adeviyye diye bir veliyyulah var, bir veliyye var. Kadın yani. Zâhirde kadın, hakîkatde erkek. Bir çok insan vardır zâhirde erkekdir, hakîkatde kadındır. Allah'ın zikrini fedâ edenler, dünyâ için, dünyâ menfaati için Allah'ın zikrini terkedenler, onlar bıyıkları sakalları da olsa erkek değildir onlar kadındırlar. Kadın dahi Hakk'ın zikrini yerine getiriyor mu, Allah'ın zikrinden onu hiç bir şey men etmiyor mu, o erkedir o. Rabîa erkeklerden, kadın sûretinde erkeklerden. Bir çok erkekler var, kadın. Çünkü onlar köledirler, nefislerinin kölesidir, uşağıdır, şehvetinin eşeği ve uşağıdır ve köledir. Hür olan, Allah'a kul olandır. Allah'a kim kul olduysa, nefsini ve arzularını habs etmiş, hürriyetini ilân etmişdir. Her kim ki Allah'a kul olmamışdır o kimse köledir. Nefsinin, şehvetinin eşeği ve uşağıdır. 

Rabîa-i Adeviyye sûretâ kadınlardan, hakîkatde erkeklerden idi. Hattâ bir kaç tânesini söyleyeyim azıcık da îmânımız kemâle ere. Hasanü'l-Basrî Kaddesa Sırrahu''s-Sâmî Hazretleri diyor ki, "Ben Kabetullah'a vardım, bakdım Kabe'nin rûhunu yerinde göremedim" diyor. Kabe'nin de bir rûhu vardır. Cemâdâtın da bir rûhu vardır. Cemâdât yani taşların filan rûhları vardır. Sen bilmezsin, bu ilim senin aklının mâverâsındadır, akl-ı meâşla ölçülmez bu. "Gitdim, rûh-i Kabe'yi göremedim. Sordum, melâike-i kirâm hazerâtı dediler ki diyor, Rabîa-i Adeviyye Kabe'ye geliyor, Allah Kabe'yi ona gönderdi, karşılamaya. Rabîa böyle bir kadın yani. 

"Efendi böyle bir şey olabilir mi?". Olur. Sen âlem-i kübrâsın, bu kâinât âlem-i sugrâdır. Senin anlayacağın, bu kâinât küçük âlem, sen büyük âlemsin. Cennet, cehennem, dünyâ, âhiret, peygamber, melek, arş, kürsî, hep senin için halk olundu. Allah seni kendiiçin halk etdi. Bâhusûs sevgilisini, mahbûbunu bizlerden seçdi, Muhammed Mustafâ'yı, sallallahu aleyhi veselllem. Onun için insanoğlunun makâmı ind-i ilâhîde çok büyük. Ama bunu kaybederse eğer, her kavî şeyin bozukluğu gibi kötü olur.  Yumurtanın tâzesi çok menfaatlidir, bayatı fevkalâde kötü olur. Et menfaatlidir tâzeyken fakat bayatladı mı, kokdu mu nasıl olursa insanoğlu da öyledir. Hakk'ın yolundan gitdiği müddetçe yükselir, yücelir hattâ melekler ona hizmet ederler. Şu ânda sana melâike diyor ki, duyabilirsen, inşâllah Allah kulaklarımızdan gaflet pamuğunu çıkarır duyarsın, "نَحْنُ أَوْلِيَاؤُكُمْ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَفِي الْآخِرَةِ nahnu evliyâüküm fi'l-hayâti'd-dünyâ ve fi'l-âhire", biz senin dostunuz diyor, bizimle beraber dolaşıyorlar. Onun için melâikeyi üzme yapacağın bazı harekât ile. Kirâmen kâtibîn var ki sen onları görmezsin, bilmezsin. Daha çok şeyi bilmiyoruz, görmüyoruz . Onun için Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem buyuruyor ki, "Benim bildiğimi siz bilseydiniz eğer gülmezdiniz bir daha" diyor, "çok ağlardınız, az gülerdiniz" diyor. Hattâ Kur`ân-ı Kerîm'de bir âyet-i kerîme var buna işâret olarak, "Çok ağlayınız, az gülünüz"

Bu ağlamak, iki türlü. Bir aşkullah ile ağlamak var, bir Hakk korkusuyla ağlamak vardır. Hakk korkusuyla ağlamak kişinin cehennemdeki yerindeki ateşi söndürür. Aşk ile ağlayarak dökülen gözyaşı da seni Allah'a mülâkat etdirir yani Allah'a tekarrüb etdirir, kurbiyyet peydâ olur Cenâb-ı Hakk'la. Onun için dâimî sûretde geceleri kalkınız yarım saati, bir saati fedâ ediniz uykunuzdan ve Allah ile başbaşa kalınız. İnsan sevdiğiyle başbaşa kalmayı arzu eder. Ve Hakk'a ilticâ ediniz, münâcât ediniz. Çünkü her gece münâdî nidâ etmekde, "İsteyen yok mu verelim! Af isteyen yok mu affedelim! Kerem isteyen yok mu ikrâm edelim! Lutuf isteyen yok mu lutfedelim!" diyor Cenâb-ı Hakk Celle ve Tekaddes Hazretleri. 

Düşün, yarınki gün için ne hazırladın? Böyle ol ama bak Rabîa-i Adeviyye'yi gördün ya sen. Kabetullah'ı Allah göndermiş karşılamaya. Rûh-i Kabe gitmiş Hazret-i Rabîa'yı karşılamaya. Böyle olmalı insan, insan denildiği vakitde. Erkeklik böyle olur. Geçiyoruz.

Rabîa-i Adeviyye'yi kabre koydular. Yani herkes ölümü tadıcıdır. 

Efendiler! Kardeşler! Gençler! Dinçler! Yaşlılar! Nihâyet ölümdür. Dâimâ söylerim ölüm insana iki türlü gelir. Bir gülerek gelir, bir gadablı gelir. Mü'minler için, hayatdan korkmak lâzım, ölümden korkmamak lâzımdır. Mü'minler için, yaşamakdan korkmalı, ölümden korkmamalı. Kâfirler için, ölümden korkmalı. Çünkü ölüm bâbında, mü'minlere, Muhammedîlere, gönülleri aşkullah, muhabbetullah ile, muhabbet-i Resulillah ile, muhabbet-i Ehl-i Beyt-i Resûl ile, muhabbet-i evliyâ ile tezyîn olan gönüllere, ölüm gülerek gelir. Ölüm bâbında onlara vuslat-ı cemâl vardır, tebşîrât vardır, müjde vardır, cennet vardır, rızâ vardır, rıdvan vardır, cemâl vardır. Ama kâfirlere hüsran ve nedâmet vardır. 

Şöyle arzedeyim size. Bir zâlim hükümdar var idi. Anlatacağım Rabîa-i Adeviyye kıssasını inşâllah, unutmadım. Ve nihâyet vereceğim sonra. Bir zâlim hükümdar vardı, zulmü ayyûka çıkmışdı. Kulağını benden yana ver! Bir hâkim zâlimâne hükmetdiği vakitde, kendisini mahkûm etmiş olur. Sen de kendi kendini mahkûm edersin. Şartlar böyledir, Allah böyle şart koşmuşdur. Onun için Cenâb-ı Hakk yevm-i kıyâmetde bir adama cezâ verdiği vakitde itirâzı olmaz onun. İtirâz etse dahi ağzı mühürlenir, eli konuşur, ayağı söyler filan. "Ben bu azâbı hak etdim" diyerek cehenneme gidecekdir yani. O zâlim hükümdar giderken karşısına bir üstü başı eski bir adam çıkdı, "Dur!" dedi hükümdara. "Sana bir çift sözüm var" dedi. Hükümdar, "Çekil oradan! Pis herif! Sen kimsin benim önümü kesiyorsun!" filan. "Yok" dedi, "senin askerin beni görmüyor, beni yalnız sen görüyorsun" dedi. "Böyle âciz gördüğün bu çul altında sana mühim bir emânet var, onu haber vereceğim" dedi. "Gel de saraya orada konuşalım" dedi. Bakdı ki zâlim, kâfir, yenemedi, sert geldi karşısında, "Saraya gel" dedi. "Yok" dedi, "sana bir çift kelâmım var, ve ne tehir ederim, ne tacîl ederim. Ne acelem vardır, ne tehir ederim". "Söyle sözünü, nedir?". "Ben Melekü'l-mevt'im" dedi, "rûhunu kabz etmeğe geldim" dedi. 

Sana nasıl gelecek acabâ, bana nasıl gelecek? Bilmiyoruz ki. Onun için gözünü iyi temizle, tathîr et. Kâinâta hâinâne bakarsan çirkin gelir sonra. Gözünü ibret nimetiyle tezyîn edersen, Hakk kelâmıyla bakarsan, Hakk'a bakarsan...Çünkü Hakk'ı görmeyen kördür, nereye baksan "fe semme vechullah"dır. Hakk'ın kuvveti, kudreti her tarafda gün gibi ayândır. Ama gözsüzlere pinhân imiş. Gözsüzler görmezler, gözü olmayanlar. "Var Efendim". İşte var olup da hak ve hakîkati görmeyenler onlar kördür asıl. Yoksa baş gözü kör olan kör değildir, kalb gözü kör olan kördür.

"Söyle bakayım". "Ene Melekü'l-mevt, ben Melekü'l-mevt'im, rûhunu kabz etmeğe geldim". "Aman!" dedi, "müsâade et sen bana, saraya gel orada ben vasiyetimi yapayım". "Yok" dedi, "emir bu kadar". Çekdi, aldı. Bir ânda. Kılıcını vurur, sen göremezsin. Üç yüz altmış beş damara sarılır, öyle bir çeker ki, hiç bir şey ona mutalli olamaz. Ancak mü'minler, gözlerind eperde olmayanlar görürler. Rûhunu kabz etdi, acıyla. O kadar. Kâfire böyle gelir. "Aaa hükümdar atdan aşağı düşdü" dediler, alıp götürdüler cesedini.

Aynı gün bir pazar yerinde, bir garîb mü'min, âşık-ı sâdık, hayâtdan korkan, ölümden korkmayana gitdi, yanına sokuldu. Omuzuna vurdu, "selâmün aleyküm" dedi. "Aleykümselâm ve rahmetullah. Buyurun, kimsiniz?". "Efendim ben, Hazret-i Allah'ın resûlüyüm, Melekü'l-mevt'im". "E niye geldiniz yanıma?". "Rûhunu kabz edeceğim". "Aman buyur gel. Haydi gel gel buyur" dedi. "Yok" dedi "Allah sana selâm etdi, diyor ki o kuluma selâm et, rûhunu kabz edeyim mi etmeyeyim mi diye sor. Râzı olursan rûhunu kabz edeceğim". "Aman" dedi, "öyleyse bana bir fırsat ver". "Nedir o?". "Ben namaza durayım. Benim mi'râcım namazdır" dedi. "Mi'râcdayken benim rûhumu kabz eyle". Ve namaza durdu ve rûhunu kabz etdi. 

İşte bu. Ya böyle gelecek ya böyle gelecek. Dâimâ söylüyorum sizlere, haber veriyorum. Selâmullahı getirdiğini istersen, Allah'ın selâmını ve selâmetini, sâlih ameller işle îmânından sonra. Bak tevhîd etmişsin. Sana söyledim, tevhîd cehennemin kapılarını kilitledi, cennetin kapılarını açdı, cemâlullahın perdesini çâk eyledi. Bu tevhîde mâlik oluyorsun, en büyük nimet. Nimet-i uzmâ, îmân çünkü.

Gelelim Rabîa-i Adeviyye'ye. Rabîa-i Adeviyye de her canlı gibi ölümü tatdı, tatlı olarak tatdı. Kabre koydular. Melekler geldiler, "Rabbin kimdir, nebîn kimdir, dînin nedir?" dediler. 

Sorarlar ya, hepimize soracaklar. Dünyâ yüzünde kalblerinde îmân, a'zâ-yı cevârihinde bu îmânın âsârı olanlar...Îmânım var diyorsun, namazın yok. Olmaz! Yakışmaz bir mü'mine. Kâfir olmazsın ama namazsız mü'min olmaz, ibâdetsiz mü'min olmaz. "Mü'minim elhamdülillah" diyorsun içki içiyorsun, yakışmaz sana, olmaz! Şu câminin kapısından içeri bir şarap küpü koysak, ona râzı olur musun? Soruyorum sana. En günahkâr olan bir adam bile der ki, "Hocaefendiye hiç yakıştıramadım, câmiye şarap küpü konulur mu?" der. Bu mescid-i maddiyyedir yani taşdan, toprakdan yapılmış mesciddir. Buraya beytullah denir. Allah burada bulunmaz. Allah her yere hâzır ve nâzırdır. Ne Mekke'de, ne Kudüs'de, ararsan kendinde ara Allah'ı. Ha bir de mescid-i hakîkî var ki, insanın vücûdudur. Kalb, nazargâh-ı ilâhîdir, onun yanına içki dolduruyorsun, yakışdı mı? Şarabı câmiye koymakdan daha fenâ o, oraya doldurmak. Yakışmaz müslümana. Günah-ı kebâir işlemekle kâfir olmazsın çünkü masiyet-i kübrâ insanı dînden, îmândan etmez. Helâl görmedikden sonra. Ama yakışmaz müslümana. Sen Muhammedîsin. Senin alnında eser-i secde var. Senin alnına, "Bu Muhammed'in bendesi" demişler, buraya bir mühür vurmuşlar. Gören görüyor. Görmeyene bir şey yok. Bunu sildirme oradan. Şerefini bil. Hazret-i Muhammed'e lâyık olan ümmet ol. Kur`ân'a lâyık olan kişi ol. Sana Allah hitâb ediyor, a gözümün nûru. Benim canım ciğerim. Benim nazarım.

Sordular. Niye soruyor acaba, bilmiyor mu? Bilir ya, saltanat-ı ilâhiyye böyle cereyân ediyor. Hani derler ki nüfûs kağıdının sûretini getir, muhtar senden şey ister. Muhtar seni tanıyor ama devletin bir muâmelesidir o. Cenâb-ı Hakk onun için sana soru soruyor. Kabirde kimin ne söyleyeceğini bilir yani. Bu adâlet-i sübhâniyye böyle, hükûmet-i rabbâniyyenin kânûnları böyle. Sordular. "Rabbim Allah" dedi. "Dînim dîn-i islâm" dedi. "Peygamberim Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâm" dedi. 

Unutma! Yakında soracaklar sana ve bana. Yâ Rabbi, Resûl-i Hâşimî hürmetine, Hüseyn'in kânı izzetine, dilimizi tutulmadan, çenemiz kilitlenmeden bu suâllere cevâblar verelim. Yâ Rabbi, azâbından korkarak sana ibâdet kılmıyoruz, Rabbimizsin. Cennetine de tamahımız yok yâ Rabbi, biz senin kulunuz. Kulluğundan bizi kovma Yâ Rabbi.

Dedikden sonra melekler dediler ki Hazret-i Rabîa-i Adeviyye'ye, "Biz senin cevâb vereceğini bilirdik, senin Rabîa olduğunu da biz tanıyor. Haydi rahat et bakalım. Burası cennet bahçelerinden bir bahçe oldu" dediler. "Yok gitmeyin" dedi, "şimdi ben size bir soru soracağım" dedi. 

"Efendi kul, insan meleğe soru sorar mı?". Sorar soruyu meleğe. Öyle insan var ki bazan Hakk ile, Allah ile cümbüşleşirler. Allah'la sevişirler yani. Öyle insanlar var yani. Anlatayım mı onu da size? Haydi söyleyeyim haydi.

Hazret-i Mûsâ Tûr'a çıkmış, bir kıtlık olmuş, yağmur kıtlığı ve yağmur yağmamış. Gitdi Tûr'a, duâ etdi, gene yağmur yağmadı. Dedi, "Yâ Rabbi, erhame'r-râhimînsin, kulların  hâlini görüyorsun, dilsiz hayvanlar var. Belki kullar sana karşı âsî oldular ama dilsiz hayvanlar, masûmlar var, onlar hürmetine yağmur ver". "Hayır" dedi Cenâb-ı hakk, "vermeyeceğim. Benim kullarımdan bir kul var, o gelmedi yağmur duâsına, onu getiriniz, o vakit yağmur vereyim". Bu kıssa Nefahatü'l-Üns'de kayıtlıdır yani konuşduğum kıssa. Hazret-i Mûsâ gitdi buldu o adamı, evde oturuyor. "Niye gelmedin yağmur duâsına?". "Gitmeyeceğim" dedi. "Niye gitmiyorsun, yağmur vermiyor Allahu Teâlâ sen gelmeyince". "Gitmem" dedi. "Yakalayın şunu" dedi Hazret-i Mûsâ. Yakaladılar, karga tulumba  götürüyorlar, "Ben gelmiyorum yâ Rabbi, zorla götürüyorlar" dedi. Ve yağmur duâsı meydanına vardılar, meydân-ı matara vardılar ki, yağmur geldi. Hazret-i Mûsâ da bu işe şaşırdı. Tûr'da soruyor, "Yâ Rabbi nedir bu aranızdaki muhabbet?". "Beni sevenlerden" diyor, "Benden istedi ki, bütün insanlar affolsun, cehenneme girmesinler diye. Bu benim celâlimin ibtâlildir" diyor. "Bunu istedi benden, vermediğim için bana darıldı şimdi". Giderken öyle diyormuş, "Ben gitmiyorum yâ Rabbi, beni zorla götürüyorlar, ben sana dargınım" diyormuş. Böyle kullar da var kullar içerisinde. Her kulu hâmil-i kıl zannetme, kul var. Bazı kul vardır hâmil-i kıldır o. Yalnız sakalı, bıyığı vardır, saçı vardır. Bir de kul var Allah'a, kul var. İşte Rabîa onlardan.

"Gitmeyin" dedi meleklere yapışdı. "Size bir soru soracağım. Ben Rabbim Allah dedim, Allah ben, kulluğa kabûl ediyor mu, onu haber verin bakayım siz bana şim. Siz bana cevâb verin şimdi". Melekler durdular. "Ben Resûlullah'ın ümmetimiyim dedim, Peygamber beni ümmetliğe kabûl etdi mi? Cevâb verin bakayım bana. Siz bana cevâb verin". Melekler dediler ki, "Yâ Rabbi bu ne kuldur bu? Biz bunun karşısında habt olduk, âciz kaldık". "O benim Rabîam'dır, aramıza girmeyin" dedi, "çekilin".

Bunlar hepsi nazar-ı iltifât-ı Resûlullah ile olmuş şeylerdir. Bu şerefler Hazret-i Muhammed'e âiddir. Evliyâdan zuhûr eden maddî manevî kerâmâtın şerefi Resûlullah'ın şerefidir. Çok görmeyin, çok iş değil bunlar. Yarın belki Allah bu fırsatı sana da verebilir, eğer kalbin Allah'a mukarreb ise. Bugün velî olmak pek güç değildir, kolaydır çok. Anlayan için söylüyorum bunu. Mektebde çok talebe olursa eğer imtihanları sıkarlar biraz, fazla imtihan yaparlar, sınıfı geçirmezler. Ama mektebde talebe az olursa, çabuk çabuk geçirirler adamı, bakmazlar kusurlarına filan, bazı dersleri bilmese dahi. Acaba anlatabildim mi?

Zamanımız o zamandır ki dînini avucuna alsan ateş tutmuş gibisin, elini yakıyor. Bırakırsan eğer, o vakit dînden dûr oluyorsun, îmândan dûr oluyorsun. O devirler gelmiş. Çocukların seni terbiyeye kalkıyor, görmüyor musun? Senin menînden gelmiş çocuk seni terbiyeye kalkıyor. Senin dîninle, îmânınla, câminle, mescidinle, Allah'ınla, Peygamber'inle oynuyor. Senin çocuğun o. vaktiyle bağrına basmışdın. Beline taşımışsın düşmanını. O devirdesin. Allah Kur`ân-ı Kerîm'de bin emir bin nehiy beyân buyurmuş. Alâ kaderi'l-imkân beş vakit namazı kılsan sana kâfî gelecek. Ama haram yeme! İhânetle bakma! Bu binâ-yı ilâhî olan vücûdunu Hakk'a lâyık kıl.

Vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin müstakîm.

www.muzafferozak.com

Efendi Hazretleri, bu hutbesini, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 2 Mart 1979 (4 Rebîulâhir 1399) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.
Listeye geri dön