Yarınki Gün İçin Ne Hazırladın? - Hutbe - 5 Ocak 1979

19 Ağustos 2022 tarihinde yayınlanmıştır.

Hesab

HUTBE

Kâlallahu Te'âla fî Kitâbihi'l-Azîz Eûzübillahimineşşeytânirracîm Bismillahirrahmânirrahîm يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَلْتَنظُرْ نَفْسٌ مَّا قَدَّمَتْ لِغَدٍ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ Yâ eyyühellezîne âmenu't-tekullâhe ve'l-tenzur nefsün mâ kaddemet li gadin vettekullah, innallâhe habîrun bimâ ta'melûn. Sadakallahü'l-azîm.

Dilleriyla Allah'ı tevhîd ederek dillerini süsleyen, Allah'a gönül ve muhabbet vererek kalblerini tezyîn eyleyen, sebeb-i hilkat-i Âdem, sebeb-i hilkât-i âlem olan Fahr-i Risâlet, cümle enbiyânın şâhı, enbiyânın gözü nûru, asfiyânın imâmı, müttakîlerin yücesi, Fahr-i Risâlet'e gönül verip, O'na îmân eyleyip, O'nu her şeyinden ziyâde severek, evlâdından, malından, mülkünden, kasasından, kesesinden, rütbesinden, her şeyinden ziyâde severek, îmânını kemâler erdiren, âhiret sultânı olan, Hakk'ın cennetine tâlib, rızâsına râgıb, cemâline âşık olanlar!

Her dâim söylediğimiz gibi, en yüce nimet, en yüce devlet, islâm ve îmândır. Allah'ın bize en büyük nimeti, nimetinin en yücesi, islâm dîniyle bizi müşerref kılması, gönüllerimizi îmân nûruyla pürnûr eylemesi, gönüllerimize habîbinin ve zâtının muhabbetini vererek bizleri kendisine kul, habîbine ümmet etmesi ve ahkâmı eskimeyecek olan, dâimâ genç ve dinç bulunan Kur`ân-ı Kerîm'de bize, "yâ eyyühellezîne âmenû" hitâbıyla hitâb etmesidir. Bu hitâb, yani "yâ eyyühellezîne âmenû", okuduğum âyet-i kerîmede bize böyle hitâb eden, hâfız, hoca, müftü değil, peygamber değil, yerin göğün sâhibi Allahu Zü'l-Celâl ve Tekaddes Hazretleri, bu hitâbı sana yapan : "yâ eyyühellezîne âmenû". Resûlullah ağzından zuhûra gelmiş fakat kelâmın sâhibi semâvâtın ve ardın ve bilinen ve bilinmeyen âlemlerin rabbi olan Allah'ın kelâmıdır ki sana bu hitâbı yaparak seni yüceltiyor. Sana hitâb-ı kerâmât ile, sana hitâb-ı kerem ile hitâb ediyor. Bunun kıymetini bilmek lâzım. 

Dikkat edilirse Kur`ân-ı Kerîm'de, bizden evvel geçen ümmetlere böyle bir hitâb yok. Yani Tevrat'da mûsevîlere, "Ey toprakoğulları! Ey suoğulları!" diye hitâb etmiş. Onların nebîsi olan ve Allah'ın da kelîmi bulunan Hazret-i Mûsâ'ya "Yâ Mûsâ", rûhullah olan Îsâ Peygamber'e, "Yâ Îsâ" diye Cenâb-ı Hakk hitâb etmişdir. Bizim Peygamberimiz sallallahu aleyhi veselleme "Yâ eyyühe'n-nebiyy", "Yâ eyyühh'er-resûl", "Ey benim nebîm", "Ey benim resûlüm", "Yâ eyyühe'l-müddessirü", "Yâ eyyühe'l-müzzemmilü" diye hitâb-ı kerâmât ile hitâb etmişdir. Diğer peygamberlere, "Yâ Süleymân", "Yâ Dâvûd", "Yâ Îsâ", "Yâ Mûsâ" diye hitâb vardır. Kur`ân-ı Kerîm'in hiç bir tarafında "Yâ Muhammed" hitâbı yokdur. Resûlullah'a hitâb edecek mi, "Yâ eyyühe'r-resûl", "Yâ eyyühe'n-nebiyy", "Yâ eyyühe'l-müddessirü", "Yâ eyyühe'l-müzzemmilü", "Rahmeten-lil-âlemîn", "Raûf", "Rahîm". Hattâ hattâ şân-ı Muhammediyyetde, "Habîbim Muhammed, sana itâat eden bana itâat etdi". "Seni seven beni sevdi". "Sana tâbi olan bana tâbi oldu". "Sana ihânet bana ihânet". "Sana îmân bana îmân". "Sana muhabbet bana muhabbet". "Sana adâvet, düşmanlık, bana adavet" buyurmuşlardır Cenâb-ı Hakk Celle ve Tekaddes Hazretleri. Peygamberimiz pek kıymetli olmasından dolayı. 

Zâten evvelâ hutbenin başında okuduğum kelimâtda vardı, Peygamber Efendimiz sebeb-i hilkat-i âlemdir. Yani bu kâinâtın sebebi, halk olunmasına sebeb, Cenâb-ı Fahr-i Risâlet'dir. Allah'ın habîbi Muhammed'ine olan aşkı ve muhabbetinden dolayı Allah bu kâinâtı halk eyledi. Mefhar-i benî âdemdir. Bütün benî âdem yani âdem çocukları, Âdem Peygamber de dâhil olmak şartıyla, Resûlullah sallallahu aleyhşi vesellemle iftihar ederler. Hattâ ulü'l-azm peygamberler, ulü'l-azm, yani büyük, çünkü peygamberler iki kısım, bir ulü'l-azm peygamber var, bir nebî var, bırak nebîleri, ulü'l-azm peygamberler, "Yâ Rabbi, bizi peygamber yapacağına habîbin Muhammed'ine ümmet etseydin" diyorlar. Cenâb-ı Hakk onların bu duâsını kabûl buyurmuş ve onların isimlerini Kitâbullah'da zikreylemişdir ki Ümmet-i Muhammed onların isimlerini zikretsin. Peygamberimiz o kadar yücedir. 

Hakîkat-i Muhammediyye'ye hiç bir ferdin aklı, idrâki erişmez. İlim kâfî değildir. Ancak Allahu Zü'l-Celâl ve Tekaddes Hazretleri, hakîkat-i Muhammediyye'yi Allah'lık ilmiyle bilir. O yaratmışdır çünkü, hâlık-ı a'zamdır. Nasıl ki enbiyâ içerisinde Resûlullah en yüce ise, ümmetler içerisinde de bu ümmete Cenâb-ı Hakk habîbi Muhammed'ine olan aşkından ve muhabbetinden bize, "yâ eyyühellezîne âmenû" hitâbıyla hitâb eylemişdir.

Şimdi, bütün kalbimizin titremesi, korkmamız şöyle olmalıdır. Bu âlemde bu hitâba mazhar olmuşuz, acabâ "yevme tüble's-serâir"de, yani bu âlemden sonraki ebedî âlemde Allah gene bize aynı hitâb ile hitâb edecek midir? Kalbimize bunun korkusu düşmelidir. Îmânlı göçersek gene aynı iltifât-ı ilâhîye mazhar olacağız. "Ey Mü'minler! Ey âşık u sâdıklar! Gelin cennetime, cemâlime" diyecekdir Cenâb-ı Hakk Celle ve Tekaddes Hazretleri, davet edecek. Eğer bu evsâfı taşıyamazsak, bu nimete lâyık olmazsak, Allah bizim başımızdan tâc-ı îmânı alırsa, sırtımızdan libâs-ı şerîatı çıkarırsa, o vakit bu hitâb ile bize hitâb olunmaz yevm-i kıyâmetde. "وَامْتَازُوا الْيَوْمَ اَيُّهَا الْمُجْرِمُونَ vemtâzü'l-yevme eyyühe'l-mücrimûn" âyet-i kerîmesinin sırrıyla mücrimler ayrıldığı vakitde îmânsız göçenler mücrimlerle berâber nâra doğru sevk olunurlar. Allah muhâfaza buyursun. 

Cümle peygamberân-ı izâm hazerâtının da dünyâya teşrileri, yüz suhuf, dört büyük kitâbın inzâli, Resûlullah'ın şân-ı vâlâsını bildirmek ve beşeriyyete Peygamber'in geldiğini müjdelemek için gönderilmişdir. Cümle peygamberân-ı izâm hazerâtı nûrunu Hazret-i Fahr-i Risâlet'in nûrundan almışlardır. Peygamberimizin her bir sıfatından bir sıfata diğer enbiyâ nâil olmuş. Bazısı Peygamberimizin üç sıfatına, beş sıfatına nâil olmuş, bazısı Peygamberimizin bir sıfatında kalmışdır. Onun için Peygamberimiz gâyetle yüce, gâyetle büyük. Allah bizi O'ndan, O'nu bizden ayırmasın. 

Kimin ki kalbinde zerre mikdârı muhabbet-i Muhammediyye vardır, o kimse azîz olmuşdur. Kalblerinde muhabbet-i Muhammediyye bulunmayanlar helâk olmuşlardır. Bundan evvelki hutbelerimizde söylemişdik, bir kimse, estağfirullahe'l-azîm ve etûbu ileyh, Resûl'ün aleyhinde bulunsa, dikkat buyurunuz, çok mühim, ve buna kerrât merrât ile şâhid olmuşuzdur, Resûl'ün aleyhinde bulunan kimse öldüğü vakitde ağzından necâset gelir. Yani necâseti, pisliği ağzından gelir. Cenâb-ı Hakk zât-ı ulûhiyyetine yapılan küfrü, sebbi affeder fakat Fahr-i Risâlet'e yapılan küfür, Hazret-i Muhammed'a yapılan küfür ve sebb affolmaz. Çünkü nâmûs-i ilâhîdir Muhammed Mustafâ, mahbûb-i rahmânîdir Muhammed Mustafâ, Allah'ın sevgilisidir. Onun için insan şahsına yapılan hakâreti affedebilir insanken. Fakat mukeddesâtına tecâvüz edildiği vakitde, affetmemesi lâzım gelir. O vakit insanlıkdan çıkar. Nâmûs-i ilâhî, mahbûb-i rahmânî Hazret-i Muhammed Mustafâ'dır. Ona yapılacak ufak bir hakâret, ufak bir hakâret yâhud ufak bir yan çizme, o kimseyi iflah etmez, felah buldurmaz. Buna mukâbil, O'na zerre kadar muhabbet eden de nâr-ı cahîmden kurtulur. Hele vücûdunda zerre mikdârı Muhammediyyet bulundu mu bir kimsenin, nârdan kurtulmuş demekdir. Elhamdülillah ki hepimizin alnında eser-i sücûd, gönüllerimizde muhabbet-i Muhammediyye vardır, mevcûddur, elhamdülillah. Hakk Teâlâ'ya bunun için çok şükredelim ve Cenâb-ı Hakk'a çok duâ edelim ki bizi habîbi Muhammed'inden ayırmasın. 

Size âyet-i kerîmenin esrârından bir mikdar yani denizden bir katre şemsden bir zerre bahsedebildik, îmân bahsinde. Dünyâ yüzüne îmânlı gelmek var yani bütün doğan insanoğlulları, geçen hafta söylemişdim, fıtrat-ı islâm üzere doğarlar. Yani islâm fıtratı, tertemiz. Fıtrat-ı islâm üzere doğar, onun annesi, babası yahûdîyse, mecûsîyse, hıristiyansa, o dîne sülûk eder. Ama bazan tevfîk-i rabbânî erişir, dikkat buyurunuz, diyâr-ı küfürde doğsa dahi, ona îmân nasîb olur. Bazan Cenâb-ı Hakk'ın mudill esmâsı tecellî eder islâm diyârında bir şeyhin oğlu, yâhud bir hocaefendinin oğlu, Allah muhâfaza buyursun, bir şeyhülislâmın oğlu bakarsın îmânını elinden aldırabilir. Allah dilediğini hidâyete, dilediğini dalâlete iletir. Sen dâimâ duâ et. Bak dikkat buyur, dâimâ söylerim. Bir günde kırk rekat namaz var, her rekatda bir Sûre-i Fâtiha okuyoruz. Bu Sûre-i Fâtiha'nın içerisinde bir âyet var. Hepsi mühim ya, ehemm-i mühim. "اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَق۪يمَۙ ihdine's-sırâta'l-müstakîm"e sıkı sarıl. Manâsı, "Yâ Rabbi sen beni kulluğa kabûl etdin, Resûl de nigâh-ı iltifâtıyla beni şâd eyleyüp ümmetliğe kabûl etdi, şimdi ben senin huzûruna durdum, ben doğru yol üstündeyim, benim yağımı buradan sürçme, kaydırma doğru yoldan. Îmân ile yaşayayım, îmân ile öleyim, sâlihlere ilhâk olayım". Bunu kalbinden çıkarma. 

Yukarı tarafında âyet-i kerîmenin esrârı var, "إِيَّاكَ نَعْبُدُ وإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ iyyâke na'büdü ve iyyâke nesta'înü", buna dikkat edersen, "Yâ Rabbi biz ancak sana ibâdet eder ve senden biz yardım bekleriz" diyorsun. "Biz" diyorsun, "ben" demiyorsun, niçin acaba? Bu "Biz" kelimesinin içerisinde cümle enbiyâ dâhil, melâike dâhil, sâlihler dâhil, peygamberler dâhil, âşıklar dâhildir. Cenâb-ı Hakk velîlerinin, dostlarının duâsını reddetmez, bu duâyı etdiğin vakitde sen de onların içine dâhil olursun, Allah senin duânı müstecâb kılar. "iyyâke na'büdü", Yâ Rabbi biz ancak sana ibâdet ederiz, senden başka ilâh yokdur, "ve iyyâke nesta'înü", bu ibâdeti yapmak için de senden yardım bekleriz. Eğer sen bize yardım etmezsen biz senin huzûruna çıkamayız, senin Kur`ân'ına muhâtab olamayız, Kur`ân'ını dinleyemeyiz, sâlihlerle oturamayız, âşıkları sevemeyiz, doğrularla berâber olamayız diyorsun. 

Cümlesi Cenâb-ı Hakk'ın sana nimet-i uzmâsıdır. Şundan bil. Yapdığın işden âkıbetin belli olur. Yapdığın işden âkıbetin belli olacakdır. Seni Cenâb-ı Hakk nerede kullanıyor, ona bak. Bir kaç şey vereceğim sana kulağında bulunsun. Seni Allah nerede, hangi işde kullanıyor, ondan bil kendi makâmını ve Allah'a hamd ü senâ eyle. Yine paran helâl mı harâm mı, onu bilmek istiyorsan, onun da sana sırrını söyleyeyim. Parayı sarf etdiğin yeri gör. Nereye sarf ediyorsun parayı. Çünkü harâmdan gelen harâma gider. Eğer kazandığın mal hayra sarf olunuyorsa bilmiş ol ki helâldan kazanmışsın. Helâl helâla gider, harâm harâma gider. "Küllü şey'in yerci'u ilâ aslihî" dir, her şey aslına rücû eder. Küffâr-ı hâkisârın aslı nârîdir, nâra ilhâk olunur, mü'minlerin aslı nûrîdir, nûrâ ilhâk olunurlar. Her şey aslına rücû eder. Kıssaları var fakat vakitlerimiz dar olduğu için anlatmıyoruz geçiyoruz.

Gör Allah'ın kudretini ki, Hazret-i Mûsâ Kelîm asâsını vurdu, Bahr-i Ahmer şakkoldu, deniz tanıdı âşıklarla kâfiri, Firavunîleri boğdu, Benî İsrâîl'i boğmadı. Her ikisi de denize düşmüşlerdi. Deniz tanıdı. Deniz tanıdı adüvvullahı ve mahbûbullahı. Allah'ı sevenlerle, Allah'a inananlarla inanmayanları tanıdı deniz. Firavunîleri boğdu, Benî İsrâîl'e necât verdi.

Hazret-i Hûd aleyhisselâm asâsı ile yere bir dâire çizdi, âşık-ı sâdıklara dedi ki, "Girin benim dâirem içerisine". Mü'minler Hûd'un çizdiği dâire içerisine girdiler, rîh-i sarsar geldi, küffâr-ı hâkisârı helâk eyledi. O dâirenin kenarına geldi mi rüzgar duruyordu, mü'minlere serin bir hava oluyordu, şifâ oluyordu. Kâfir, zulmün cezâsını görmüş, azâb olmuşdu. Demek ki bütün mahlûkât-ı ilâhiyye ve senin görmediğin kuvvetler mü'minleri ve âşık-ı sâdıkları ve zâlimleri tanımakdadırlar. Zâlim yapacağı zulmün yanına kalacağını zannetmesin, mutlakâ bir gün önüne çıkacak, nasıl ki Firavun denizde gark olduğu gibi, kendi zulmüyle gark olacakdır. Âşıklar da, sâdıklar da, güzel, sâlih amelleri önlerine çıkacak, onlara Nûh'un gemisi gibi necât verecekdir. 

Gör yakûb aleyhisselâm otuz sene sonra üç aylık yoldan Yûsuf'unun kokusunu aldığı gibi mü'min âşık-ı sâdıklar da Cenâb-ı Hakk Celle ve Tekaddes Hazretlerinin, Fahr-i Risâlet'in kokusunu almışlardır. Allah Şemme-i Muhammedî'yi burnumuzdan çıkarmasın, o kokuyu dâimâ duyalım, genç ve dinç duralım. Gülistân harâb olduysa, gül harâb olduysa, gülyağı ortada durmakdadır. Görenler nûru bulsunlar, Hakk'a âşık-ı sâdık olsunlar, Sırât-ı müstakîmden ayrılmasınlar. Çünkü okuduğum âyet-i kerîmede Cenâb-ı Allah, "Ey îmân edenler! Yarın için ne hazırladın?" diyor. 

Yarından murâd nedir? Kıyâmet günüdür."Efendi, kıyâmet yarın mı?" Belki yarından daha yakın. Size anlatmışdık bundan evvel. Bir adam öldüğü vakitde kıyâmeti kopdu demekdir. O büyük kıyâmet olacak, ona "lâ şekk velâ şübhe". Bu binâ yapıldı, yıkılacakdır. Yarınki gün için ne hazırladın? Soruyorum sana. Allahu Teâlâ soruyor bu soruyu, ben sormuyorum. 

Şu suâlle karşılaşacaksın. Parayı nereden kazandın ve nereye sarf eyledin? Az evvel söyledim sana, misâlini verdim. İşitdiğin ilimle ne amel etdin? Okuduğun veyâhud işitdiğin ilimle ne amel etdin? Gençliğini nerede yıpratdın, geçirdin, çürütdün? Bu dört soru sorulacak : 
  • Ömrünü nerede geçirdin? 
  • Gençliğini nerede çürütdün? 
  • Parayı nereden kazandın nereye sarf eyledin? 
  • İşitdiğin ilimle ne amel etdin?
Dört soru sorulacak. Her imtihan sorusu gizlidir, Allah soracağı soruyu buradan bize haber vermişdir. Düşün, tefekkür et, teemmül et, kendini ona göre çek, çevir ve hazırlan, bu sorulara mutlakâ muhâtab olacaksın.

Parayı nereden kazandınsa oraya sarf edersin. Nârîler nâra, nûrîler nûra giderler. Helaldan kazanılan helala gider.

İki. İşitdiğin ilimle, duyduklarınla ne amel ettin? "Dinledim, vaktimi geçirdim". Fenâ bir şey değil ama ne amel etdin? Ve kıyâmet günü için ne hazırladın? Ve ölüm günün için ne hazırladın? Bu fânî âlemden geçip göçeceksin ne hazırladın?
 
Sana haber vereyim. Eğer kalbinde Allah ve Resûlüne muhabbetin varsa kazandın. Ama kalbini fitne fücur ile doldurdunsa, fenâlıklarla doldurdunsa, kirletdinse o vakit işi kaybetdin. Allah muhafâza buyursun. Ebedî kaybetdin. Ya ebedî saâdet ya ebedî sefâlet. İkiden bir tânesi. Onu da buradan alacaksın. Pazara çıkdın çuvala her önüne geleni doldurma. Bak, yapacağın işler, Allah'ın kitâbına uysun, Resûlullah'ın sünnetine uysun, sîret-i evliyâya uysun.

"Bugün tövbe ederim, yarın tövbe ederim, öbür gün tövbe ederim" diye vaktini bedâvaya geçirme. Böyle diyenlerin çoğuna ecel geldi, onlar tövbe etmeden öldüler. Bilmiş ol ki, Allahu Zü'l-Celâl ve Tekaddes Hazretleri, Habîbine olan muhabbetinden sana gargaraya kadar müsâade etmişdir. Yani rûh hulkûma gelesiye kadar tövben kabûl olur. Ama o zamânı bekleme! Ya tövbe edebilirsin, ya edemezsin. Çünkü çene kilitlenebilir, dil tutulabilir. Onun için hemen ibâdet ve tâate başla. Ve Allah ve Resûlüne muhabbete başla ve itâata başla. Gönlünü nûrullah ve nûr-i Muhammed ile münevver kıl. Alnından eser-i secdeyi sildirme. Kalb-i hâşi' sâhibi ol. Hakk'dan kork. Allah'dan korkanlar en yüce makâmı ihrâz etmişlerdir. Çünkü müttakîlerin imâmı Hazret-i Muhammed Mustafâ'dır, sallallahu aleyhi vesellem. Gene Cenâb-ı Hakk Kitâb-ı Kerîminde buyurmuşlar ki : "İçinizde en kerîminiz, en yüceniz, benim indimde en makbûlunuz, mergûbunuz, benden korkandır" diyor Cenâb-ı Allah.

Korku iki kısımdır, bir sopadan korkmak vardır, bir muhabbetden korkmak vardır. Ne demek o? Kalbinde şu bulunsun senin. Allah bana azâb ederse. Allah'ın azâbı şiddetlidir, âmennâ, fakat bunun için korku, bu şekilde Cenâb-ı Hakk'dan korkmak dûn korkudur. Asıl korkun şu olsun. Ya îmânsız göçersem. Ya Rabbim bana "ey mü'min" demezse. Ya Muhammed aleyi's-salâtü ve's-selâm bana ümmetim demezse benim hâlim nice olur. Bu korkudan kalbin titresin ki o vakit ebedî saâdete eresin.

Vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin müstakîm.


Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 5 Ocak 1979 (7 Safer 1399) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.
Listeye geri dön