Yarınki Gün İçin Ne Hazırladın? - Hutbe - 9 Şubat 1979

23 Haziran 2022 tarihinde yayınlanmıştır.

Salat ü Selam

HUTBE

Kâlallahu te'âla fî kitâbihi'l-azîz.
Eûzübillahimineşşeytânirracîm.
Bismillahirrahmânirrahîm.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَلْتَنظُرْ نَفْسٌ مَّا قَدَّمَتْ لِغَدٍ وَاتَّقُوا اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ خَبِيرٌ بِمَا تَعْمَلُونَ
Yâ eyyühellezîne âmenû't-tekullâhe vel tenzur nefsün mâ kaddemet li gadin, vettekullah, innallâhe habîrun bimâ ta'melûn.
Sadakallahü'l-azîm.

Allahu Zü'l-Celâl ve Tekaddes Hazretlerini lisân ile zikr eylemek ve lisân ile ikrâr nimetine eren, kalbiyle Hakk'ın varlığına ve birliğine ve azametine ve kudretine îmân eyleyen, O'nun habîbi, mahbûbu, mergûbu, cümle peygamberlerin seyyidi ve şâhı olan Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâma îmân getirmekle ve O'nu herşeyinden ziyâde severek îmânını kemâle erdiren, kıyâmet gününe inanan, Hakk'ın cennetine tâlib, rızâsına râgıb, cemâline âşık olan mü'minler.

Allahu Zü'l-Celâl ve Tekaddes Hazretleri kürreyi altımıza döşedi, semâyı üstümüze ref etdi, göğü kaldırdı, direksiz olarak ve yıldızları ve dünyâmızı boşlukda, hiç bir şeye dayanmadan, bir şeye tutunmadan, direksiz olarak halk etdi. Hepsi mihrâkında Allah'ı tesbîh etmekde, Allah'ı takdîs etmekde, Allah'ı zikretmekde. Ne kudret, kuvvet değil mi? Görünüşde insana gâyetle basit gibi görünüyor, hakîkatde bir düşün bak. Semâda bulunan ecrâm-ı semâ, yani yıldızlar, hiç bir yere tutunmadan, bir tarafa bağlanmadan, direksiz olarak dönmekde. Güneş kezâ, ay böyle. Hattâ güneşden daha büyük yıldızlar var, daha uzaklarda, insanların göremediği, idrâkinin erişemediği yerlerde. Bu âlemleri Hakk Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri, bir emirle halk etmişdir, "kün" emriyle.  "Kün" emrinin ma'nâsı, "ol" demek. Allah "ol" diye emreyledi, bu âlemi bu minvâl üzere halk etdi ve kudretini izhâr etdi. Görene! Köre ne! Bakıp da görmeyenler, duyup da anlamayanlar, sağırlar ve hak ve hakîkati görmeyenlerden daha âdî bir mahlûk olamaz. Hem insan kisvesine bürünmüş, hem insanlık rütbesini almış, fakat makâmını bilmeyen, Hakk'ın kudretini anlamayan, Allah'ı bilip, bulup, burada görmeyen, Hakk'a teslîm olmayan, Allah'ı sevmeyen, insan sayılmaz. Her ne kadar iki ayaklı olsa dahi.

Allah'ın iki ayaklı, dört ayaklı, kırk ayaklı, kırk bin ayaklı mahlûkları var. Allah iki ayak üzerine yürütür. Ayaksız da yürütür, kâdirdir. İşte yılanlar, solucanlar yüz üstünde yürüyorlar, değil mi? İki ayaklı olan bizlere, bir baş verilmiş, iki göz verilmiş, havâs-ı hamse, beş havâs verilmiş, görmek, duymak, koklamak, tatmak. Bir de bâtın âlemimize bir takım havâslar verilmiş ki bunları tefekkür etmeyen, düşünmeyen kişiler, insan sayılmazlar.

En kutlu ve mutlu olanlar da Allah'ı tasdîk eyleyen, Allah'ı zikreyleyen, Allah'a inanan, Allah'da fenâ bulan ve ebedî saâdete erişen kişilerdir ki onlar kutlu ve mutlu kişilerdir. Allah'da yok olmayan, vâr olmaz. Ve âşıkân ve Allah'ı tasdîk eyelyen, Allah'a îmân eyleyen, Allah'a îmânda ikrâr eyleyen ve sâbit olan kişi ölmez. Ölüm ona geldiği vakitde o kişi olmuş demekdir, ölmüş değil. Ölen hayvan imiş, hayvanlar ölür. Çünkü "وَنَفَخْتُ ف۪يهِ مِنْ رُوح۪ي ve nefahtü fîhi min rûhî" âyet-i kerîmesinde Hakk'ın rûh nefh etdiği kişi insanoğludur. Hayvanlara Hakk'ın nefhası vârid olmamışdır. Onun için hayvanlar ölür, âşıklar ve sâdıklar ölmezler ve olurlar, ebedî istikbâle erişirler.

Allah cennetini halk etdi, âşıkları, sâdıkları, zâhidleri, sâlihleri, mü'minleri için. Allah nârını da halk etdi ve hazırladı şimdi, hâl-i hazırda duruyor yani bunda sonra halk olacak değil. Cehennemi de halk eyledi. Orada ikâbını, azâbını, ateşlerini çoğaltdı. Ve karanlık bir yerdir cehennem.

Âhiret âleminde iki yerde iki büyük zulmet vardır. Biri kabir zulmeti, biri cehennem zulmetidir. Her kim ki Resûlullah sallallahu aleyhi veselleme gecede üç defa muhabbetle, şevkle, muhabbet ile şevk ile üç defa salât eder, gündüz de yine Fahr-i Risâlet'e, "hubben lî" diyor Peygamberimiz, "beni severek, bana muhabbet ederek, benim âlime, evlâdıma muhabbet ederek, şevken, bana üç salât ederse bu iki karanlıkdan kurtulur", kabir karanlığından ve cehennem karanlığından, zulmetinden.

Hazırlamışdır Allahu Sübhânehû ve Teâlâ Hazretleri. Ve halk etdiği vakitde de dedi ki, "Ey nâr! Senin ehlin sana gelecekdir". Cennete de buyurdu ki, "Senin de ehlin sana gelecekdir" dedi. Mü'minler için cennet vardır, âşıklar için dîdâr vardır, dîdâr-ı ilâhiyye. Bu dîdâr-ı ilâhiyyeyi ben sana talîm edemem, tarîf de edemem, bu zevki Allah'a âşık olanlar bilirler. Kim ki Hakk'a âşıkdır, o bilir bu zevki. 

Cennet her gün seni davet etmekde, "Saraylarım, tahtlarım süslendi, ziynetlendi, bana gel ey mü'min, ey âşık-ı sâdık, seni bekliyorum" diyor. Nâr da âsîleri, günahkârları, fâsıkları ve kefereyi, o da davet ediyor, "Benim de akreplerim, yılanlarım çok zehirlendi, bukağılarım, kelepçelerim, zincirlerim kızdırıldı, ben de sizi bekliyorum" diyor.

Onun için aklın başında ise eğer, sana bir yol çizmişler ki bu yol sırât-ı müstakîmdir. Bu sırât-ı müstakîmin bir ismi de Dîn-i İslâm'dır. Bu İslâm yolundan yürü ki bu İslâm'ın bidâyeti Hazret-i Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâm ile başlar, nihâyeti Allah'da hitâma erer. Onun için rızâyı, rıdvânı, cenneti, cemâli isteyenler sırât-ı İslâm üzere yürüsünler, sırât-ı İslâm üzere yürüsünler.

Biliyoruz ki dünyâ hiç kimseye bâkî değildir. Bunu her gün görüyoruz. Ahbâb u yârânımızın gitmesiyle, babalarımız, annelerimiz, dedelerimiz, bunca enbiyâ, bunca evliyâullahın buradan göçmesiyle. Bu kadar kefere-i fecerenin, bu kadar zalimlerin, "ene rabbükümü'l-a'lâ" diyen Firavunların buradan gitmesiyle.  Ve her gün sana haberci geliyor, sen duymuyorsun. Her gün münâdî nidâ ediyor, sen işitmiyorsun. Her gün vukûâtlar senin gözünün önünde cereyân ediyor, sen görmüyorsun. Ne vakit gaflet perden yırtılacak o vakit göreceksin.

Dinle bakayım, sana bir kıssa anlatayım ki yakın zamanda bununla karşılaşacaksın. Bir adam hâlet-i nez'e geldiği vakitde yani ölüm ânına, o adam âh u vâh eder, "Eyvâh! Ömrümü hebâya verdim, hakkyla kulluk edemdim". Elbet ki Allah'ı bilenler bunlar. Allah'ı bilmeyen için ne Bayram, ne Ramazan, ne Kandil, ne Mevlûd-i Peygamberî, ne Mi'râc-ı Nebî, ne Berat, hiç böyle bir şey düşünemez. Onların düşündükleri iki şeydir. Birisi yemek, birisi çıkarmak, biri şehvetleri. Onun için diyor ki Cenâb-ı Hakk, "Bırak Habîbim Muhammed, onlar yesinler, içsinler, dünyâda emellerini yerine getirsinler ama pek yakında göreceklerdir". Allah bırakdı, serbest bırakdı şimdi. İsteyen istediğini yapar. Pazara çıkdın, ister pazardan akrep, yılan toplarsın, ister saâdet güllerini derersin, aklın başındaysa eğer. Pazar serbest. Görene! Köre ne! Tekrardan.

Şimdi o Melekü'l-mevt göründüğü vakitde, o zât der ki Melekü'l-mevte...

Ey Efendiler! Ey Hakk'a tâlibler! Hakk rızâsında bulunanlar! Allah'ı isteyenler! Bütün mevcûdâta, bütün insanoğlunun kâffesine Allah Melekü'l-mevt'i gönderir, rûhunu kabz etmek için, kâfire de o gider. Yalnız herkesin ameline göredir. Kimin yüzünde kara varsa, aynaya bakdığı vakit, kara gördüğü gibi, dünyâda isyân ve nisyanla uğraşanlar Hazret-i Melekü'l-mevt'i çirkin görürler, çok korkunçdur. Ama dünyâda dâimâ Hakk yola, aşk yoluna, muhabbet yoluna, sevgi yoluna yürüyenler, yani Hazret-i Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâmın çizdiği yoldan yürüyenlere de pek güzel gelir, pek cici, pek güzel, pek neşeli gelir. Hattâ sorar bile, "Allah'ın sana selâmı var, rûhunu kabzedeyim mi?" diye sorar. O zâten Hakk'a tâlib olduğu için, "Hemen gel vazîfeni gör" der. Misâlini veririz inşâallah. Zâlime mühlet vermez, zâlime mühlet yok. "فَإِذَا جَاء أَجَلُهُمْ لاَ يَسْتَأْخِرُونَ سَاعَةً وَلاَ يَسْتَقْدِمُونَ". Mü'mine selâm-ı ilâhî getirilir, Hakk'ın selâmı getirilir. Hiç unutma bunu. Makâmın çok yüce. Sebebi, Hazret-i Muhammed sallalahu aleyhi veselleme bende olduğun için. Hazret-i Peygamber'e ümmet olduğun için makâmın çok yüce. Bildiğin gibi değil. Ne şuarâ, ne âlimler, ne hayâlleri kuvvetli olan kişiler, sana verilecke olan nimeti sana ifâde edebilir, sayabilir, dökebilir. Ebedî sultânsın yani. Gözlerin görmediği, kulakların işitmediği, kalblerin tahattur etmediği, hatıra getiremediği, kalemlerin yazamadığı, şârilerin söyleyemediği, tarîf edemediği bir nimete nâil olacaksın. Yakın bir zamanda! Ve bu nimetin içindesin, fakat uykudasın. Çünkü Cenâb-ı Fahr-i Risâlet sallallahu aleyhi vesellem buyurdu, "Küllü'n-nâs nâimûn, bütün insanlar uykudadırlar, dünyâ hayâliyle, ve izâ mâtû intebehû, öldükleri vakitde uyanırlar". Yok dediklerin vâr olur, var dediklerin yok olacak. Geçiyoruz.

Melekü'l-mevt gelir, o zât der ki, "Ey Allah'ın resûlu, niçin bana erken haber vermedin?"

İyi dinle! Başında ama haberin yok. İçinde yaşıyorsun.

"Bana geleceğini bildirseydin de..."

Cenâb-ı Allah ölümü bildirmedi. Beş şey var ki gizli. Hakk'ın ilmine vâbeste olan bir nesne, bunu Hakk kime bildirirse bilir. Birçok velîler öleceği günü, saati bilmişdir ama kendi bilmemiş Hakk bildirmişdir. Yani Hakk onlardan söylemişdir. Zâten manevî âlemde bir adam öleceği günü bilmezse onu pek iyi saymazlar, bilmesi lâzımdır.
"Ey Allah'ın resûlu, niye bana haber vermeden evvelden, biraz ben hazırlansaydım, ibâdet ve tâatımı çoğaltsaydım, yapdığım bir çok suçlar vardı, onlara tövbe etseydim, onları terk etseydim" der. O der ki, "Ben sana çok haber verdim ama sen anlamadın, sende anlamak idrâki azalmışdı. Dünya nakşı ve nakkâşı seni aldatmış idi, görmedin. Söyledim, işitmedin. Kulağında gaflet pamuğu vardı, çıkarmadım kulağından gaflet pamuğunu". "Hayır söylemedin". "Söyledim. Evvelâ konu komşunu senin yanından aldım götürdüm âhirete. Bu sana bir haberciydi, haber veriyordum sana, sana sıra gelecek diye. Sen hiç aldırış etemdin. "Ölüm ona var bana yok" dedin. Hattâ vârisi olduğun kişinin arkasından kardeşinle gırtlak gırtlağa geldin, mal mülk için. Davâlara düşdün, birbirinizi katletdiniz. Kardeş kardeşe, mal taksimi için".

Bilmiyor ki. Ey mala vâris olan! Senin de vârislerin seni bekliyor arkadan. Mâdem ki Melekü'l-mevt geldi kapına, muhakkak senin de malın taksîm olacak, hiç imkânı ihtimâli yok. Neyin kaldıysa kâinâtda. Seyyiâtın da taksîm olur, hasenâton da taksîm olur. Kime seyyie aşıladınsa, kötülük aşıladınsa, o devâm etdiği müddetçe, o kötülük kürre-i ardda devâm etdiği müddetçe, senin defter-i a'mâlin kapanmaz, günah defterin, yazılır. Bir iyilik etdinse, o iyilik kürre-i ardda devâm etdiği müddetçe, senin defter-i a'mâlin gene kapanmaz, hasene defterin, oraya kaydolunur. Hep mîrâs kalır. Külâhın boş kalmaz. Her külâhın altına bir kafa koyarlar. Lâyık olan külâhı başına giyersin. Neye lâyıksan, küfür tâcı mı, îmân tâcı mı. Her kafa boş kalmıyor, multakâ başına br tâc geçiriyorlar onun. kafasına bir takke, bir külah geçirirler. Allah bize velîlerin ve sâlihlerin külâhını geçirsin. Onların yolundan yürüyelim ki ebedî saâdete erelim. Onların yolu da, işte hak yol odur. Bu dünyâ âleminde, ebedî âlemde kazanç o yollardadır, gerisi hepsi boşdur. Herşey boşdur başdan aşağı. Pâdişahlık, hiç bir şey değil. Yakın bir zamanda musallâya koyarlar, er kişi niyetine derler. Er oldunsa ne mutlu sana. Erden murâdım nefer ma'nâsına, asker ma'nâsına değil. Erlik başka şey. Allah eri tarîf ediyor. "رِجَالٌۙ لَا تُلْه۪يهِمْ تِجَارَةٌ وَلَا بَيْعٌ عَنْ ذِكْرِ اللّٰهِ وَاِقَامِ الصَّلٰوةِ وَا۪يتَٓاءِ الزَّكٰوةِۙ ricâlün lâ tülhîhim ticâratün velâ bey'un an zikrillah, ve ikâmi's-salâti ve itâi'z-zekâh". "Erkek ben ona derim ki, er ben ona derim ki, benim zikrimden onu hiç bir şey men etmez. Ne mal, ne kasa, ne rütbe, ne para. İşte erkek o. O namazı kılar, şevken ve hubben lî, beni severek, bana şevk ile secde eder. Benim kudretim önünde, "Yâ Rabbi, ancak sen varsın" der. O zevki duyar. Kıyâmında onunla konuşurum, rükûda onunla cümbüş ederim, secdede onunla sevişirim. Çünkü secde etmeyen Allah'a kurbiyyet peydâ etmez. Mutlakâ Allah'a kurbiyyet secdededir. 

"Komşunu aldım senin etrafından hiç haberin olmadı, alâkadar olmadın. Babanı aldım, dedeni aldım, onların da hiç farkına varmadın. Fakat gözünün ferini aldım, miden başladı kaynamaya, hastalıklar zuhûr etdi, hep bunlar benim elçilerimdi, san aelçi göndermişdim ben, hazırlan diye. Niye tövbe etmedin?" O vakit sâkit olur.

Yarın kıyâmet gününde de böyle olur. Allahu Zü'l-Celâl ve Tekaddes Hazretleri, bir kulu huzûruna çeker. "Ey kulum, oku defterini, ikrâ' kitâbek". Allah ne diyor Sûre-i İsrâ'da, esteîzübillah "وَكُلَّ إِنسَانٍ أَلْزَمْنَاهُ طَآئِرَهُ فِي عُنُقِهِ وَنُخْرِجُ لَهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ كِتَابًا يَلْقَاهُ مَنشُورًا اِقْرَأْ كِتَابَكَۜ ve külle insânin elzemnâhu tâirehû fî unukihî ve nuhricu lehû yevme'l-kıyâmeti kitâben yelkâhu menşûrâ, ikrâ' kitâbek". "Biz herkesin boynuna kitâbını dolarız".

Hadi, hadi daha evvelden anlatalım. Kabre girdiği vakitde iki melek gelir. Münkereynden evvel, münkereynden evvel. Yakın zamanda olacak da onun için söylüyorum yani.

"Aman Efendi, sen hep bizi korkutuyorsun" deme. Rahmet-i ilâhîden müjde de verdik. Kendini toparla, hiç korkma. Söylüyorum sana, Melekü'l-mevt, selâm-ı ilâhî ile gelir sana, Allah'ın selâmını getirir. Resûlullah'ın cemâlini gösterir. Hazırlan, toparlan, kendini çek ve çevir. Nefs-i emmârenin kulu kölesi olma, şehvetinin eşeği olma, uşağı olma şehvetinin. Allah'a yönel! Allah'a dön! Allah'a koş! Allah'ı zikret! Allah'a secde kıl! Allah'a dayan! Allah'a güven! Allah'ı sevenlerle Allah beraberdir. Muhsinlerle, müttakîlerle beraberdir. 

Allah sorar o kula, "Oku kitâbını" der. Kabre girdiği vakit bir melek gelir, ismi rumândır o meleğin, der ki o kabirde bulunan zâta...

Kabir karanlığını söyledik ya az evvel, salavât-ı şerîfeyi unuma sakın ha, akşam ve gündüz ve gece. En aşağı üçer tâne getir. On bin salavât okuyan, şefâat-i Resûlullah'a mutlakâ nâil olur. Yetmiş bin kelime-i tevhîd çeken hayâtında, cehenneme müstehak olsa dahi affolunur. Müjde veriyorum sizlere yani onları da haber veriyoruz. 

"Yaz" der. "Yaz" der. "Ne yazayım?" der. "A'mâlini yaz" der, "A'mâlini yaz". "Neye yazayım?" der. "Kefenine yaz" der. Beyaz sarıyorlar görmüyor musun kefeni. Ma'nâsını düşündün mü? "Neyle yazayım?" der, "Parmağınla yaz". "Mürekkebim yok" der. "Tükürüğünle" yaz der. Ve yazdırır. Evvelâ hayır, hasenâtı. Şunu, şunu, şunu, şunu. Ümmü'l-Kitâb'da olanlar ayrıdır, melâike gördüğünü yazdırır. Melâike yapılan a'mâl-i sâlihanın ve a'mâl-i şerriyyenin ma'nâsını bilmez, yazdırır yalnız, mücerred. Hakk bilir onu. Bazı şer sûretinde hayır zuhûra gelir.  Günah sûretinde sevâb zuhûra gelir. Bazen sevâb sûretinde günâh zuhûra gelir. Meselâ namaz kılıyorsun, mürâîlik yaparsan, görsünler diye, günah olur, o namaz namaz olmaz yani. Bunun gibi. Misâlini verivereyim sana. ne söylüyorsak hepsine kanıt getiririz, bi inâyetillâhi teâlâ.

"Yaz". Yazar o, sonra biter. Tabii her şey sayılı, nefes de sayılı, a'mâl-i hayriyye de sayılı, a'mâl-i şerriye de. Bir adam elli sene yaşasa, kaç tâne Cuma namazı kılar sayılıdır o. Kaç tâne Bayram namazı kılar, kaç tâne, soruyorum, yüz tâne Bayram namazı kılar. Sayılı hepsi başdan aşağı. Biter.

"Seyyieni yaz" der. Der demez, o zât durur böyle, duraklar. Hayâ eder yani. "Yazsana!". "Utanıyorum senden" der. Nasıl yazarız! Bir çok yapdığımız seyyie var, Allah gördü kullar görmedi. İsmimizi pâk eyledik halkın arasında ama tenhâlarda gönlümüzü pâs eyledik. Hı? Nasıl yazarız, nasıl söyleriz! Sıkılır
 yazamaz. "Yaz!" der. Der ki, "Ben senden hayâ ediyorum" deyince. "Allah görüyordu, Allah'dan hayâ etmedin de benden mi hayâ ediyorsun! Yaz!". O vakit başlar yazamaya. Çünkü sıkı gelir yani bildiğin gibi değil.

Kim bu? Oduncu Mehmed Ağa değil, isterse pâdişah ola! İsterse Sultan Süleymân ola! Hiç kimseyi takmazlar, dinlemezler yani. Argo lisânıyla sana. Hiç! Mal mülk, hepsi burada kalır. Ma'nâsını götürürsün âhirete, ma'nâları gider yani yüklenirsin. Onun için hazırlan. Bak diyor ki okuduğum âyet-i kerîmede, "يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَلْتَنْظُرْ نَفْسٌ مَا قَدَّمَتْ لِغَدٍۚ yâ eyyühellezîne âmenü't-tekullahe vel tenzur nefsün mâ kaddemet li gadin". "Ey mü'min, yarınki gün için ne hazırladın?" Yarından murâd ne biliyor musun? Ölüm günü, kabir günü, mahşer günü. O gün için ne hazırladın, soruyorum sana. Allah soruyor, ben de sana soruyorum şimdi. Düşün.

Ve yazdırır ve boynuna dolar onun. Mahşer gününde, işte "وَكُلَّ إِنسَانٍ أَلْزَمْنَاهُ طَآئِرَهُ فِي عُنُقِهِ ve külle insânin elzemnâhu tâirehû fî unukihî", herkesin kitâbı boynunda olarak kalkar kabirden, huzûrullah gider, "اِقْرَأْ كِتَابَكَۜ ikrâ' kitâbek". Kitâbını okur bakar ki oooo! Neler yazıyor kitâb. "Yâ Rabbi bunları acaba yapdım mı yapmadım mı?" Biliyor yapdığını, hiç bir şeyi unutmaz, ne yapdıysa hepsi hatırındadır. Teyp gibi yani bak teyp her şeyi zabt ediyor. Bunu insanlar yapmış, bunu yapan insanları halk eden Allah neye kâdir değil yani. Bırak o kafayı sen şimdi. Teyp yapmış, benim konuşduğum her şeyi, nefesi bile, sıkı nefes aldığımı bile buradan bana söylüyor bu teyp. Bunu insanoğlu yapmış. Bu insanoğlunu halk eden Allah neye kâdir değil, soruyorum sana. Hiç bunlar, bir şey değil bunlar yani hiç. Hepsi hatırındadır, hiç bir şeyi unutmamışdır. "Yâ Rabbi acaba yapdım mı, melekler yanlış mı yazdı filan" diye kekeler böylece, Allah der ki, "Yok, yok, bırak sen melâikeyi. Şimdi senin a'zâlarına ben soracağım, a'zâların cevâb verecek".

İyi dinle! Kur`ân-ı Kerîm'den söyleyelim. Sûre-i Yâsîn'e bakıver. Bismillâhirrahmânirrahîm. "اَلْيَوْمَ نَخْتِمُ عَلٰٓى اَفْوَاهِهِمْ وَتُكَلِّمُنَٓا اَيْد۪يهِمْ وَتَشْهَدُ اَرْجُلُهُمْ بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ el-yevme nahtimu alâ efvâhihim ve tükellimünâ eydîhim ve teşhedü ercülühüm bimâ kânû yeksibûn". "Biz kıyâmet gününde, Huzûr-i İzzet'de, ağzıları mühürleriz", ağız konuşmaz. Ya ne konuşur? Eller konuşur. "Efendi el konuşur mu?" Ağzı konuşduran eli konuşdurur. Allah unu kum, kumu un yapar. Allah suyu ateşe, ateşi suya kalbeder. Elektriği görmüyor musun? Allah ölüden diri, diriden ölü çıkartır. Kâdirdir çünkü yapar. Olmayacak denen neler oldu. Gördün mü, haberin var mı? Olmayacak derdik, oldu. Olur. El konuşur, ayak şâhid olur. Şimdi söylüyoruz.

Allah der ki, "Benim tanıklarım var" der. İyi dinle! Ele sorar, el cevâb verir, elin sâhibi donar kalır. Ayak şâhid olur. Göz söyler. Kulak haber verir. "Şu isyânı yapdım, bu nisyânı yapdım, şu küfrü yapdım" diye. İş biter. "Nâra götürün" der Cenâb-ı Hakk. Fakat kirpiğin bir tânesi Cenâb-ı Hakk'a "Yâ Rabbi ben de burada şâhidim, bir kerre Hakk korkusuyla ağlamışdı ve buradan yaş dökmüşdü senin korkunla, haşyetullahla yaş dökmüşdü, ben ona şâhidim". O vakit Cenâb-ı Hakk buyurur ki, "O bir damla yaş hürmetine seni affetdim, haydi cennetime git" der. Bitdi iş. Müjdeyi verdik size. 

Bak mü'minler, âşık u sâdıklar! Sizinle güzel güzel konuşuyoruz. Bu söylediklerimiz bir haberdir. Yakın zamanda bu haberler meydana çıkacak. İlme'l-yakîn yani siz şimdi ilmen işitiyorsunuz, yakın zamanda gözünüzle göreceksiniz, ağzınızla tadacaksınız bu işleri. Ayne'l-yakîn, hakka'l-yakîn bu işe vâkıf olacaksınız. 

En büyük saâdet ve selâmet, Hazret-i Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâma ümmet olmakdır. O'nun sünnetini ihyâ etmekdir, Allah Resûlünü her şeyden ziyâde sevmekdir, âlini, ehl-i beytini, ashâbını, ulemâsını, evliyâsını sevmekdir. Bazı insanlar vardır ki onları incitirseniz Resûlullah'ı incitmiş olursunuz. Resûlullah'ı inciten Allah'ı incitmiş olur. Allah Resûlüne itâat, Resûlullah'a itâat, Allah'a itâatdir. Allah Resûlüne isyân, Allah'a isyândır. Bugün bulunduğun gün, zuhûr-i Muhammediyyetin kâinâta neşe verdiği gündür bugün. Kandilin günü bugün, akşam gecesiydi. Bugün Fahr-i Risâlet zuhûr etmiş, Allah'ın rahmet sıfatı tecessüm etmişdir kâinâta.

Rahmeti gadabını geçmişdir. Afv için Allah bahâne arar. Yapmış olduğun duâda ism-i Nebî'yi zikredip, "Yâ Rabbi Habîbin Muhammed hürmetine beni afvet" desen, Allah seni affeder, boş çevirmez kapısından. O öyle bir sultândır ki kapısına geleni boş çevirmez hiç, hiç kimse mahrûm olmaz Allah'ın kapısından. Rabbine böyle hüsn-i zann et, O'nu sev, O'na itâat eyle, O'ndan kork. Ve yarınki gün için ne hazırladın, onu da düşün. Hâsibû kable en tuhâsebû. Bak söyledim sana. Darağacı kurulmuş, cennetin bahçeleri de açılmış. Elimizde bir kânûn-i rabbânî var, ona Kur`ân derler. Ona kim uyarsa, hükûmet-i rabbâniyyenin kitâbına, kânûnuna, o, saâdete, necâta erişir. Uymayanlar da darağacına götürülürler. Bak söylüyorum, aklın başında, yani darağacından murâdım cehennem. Kabir azâbı bile öyle, değil mi ya? Mü'minlere cennet gösterilir ve rûhu semâda cevelân eder. Kâfirlere de gidecek yerleri gösterilir. Hattâ bu âlemden. Bir adam ölüm ânına gelip de gideceği yeri görmeden gitmez âhirete. Ehl-i nârsa nârı görür, ehl-i cennetse cenneti görecekdir. Bunu buradan kazanabilirsin. Bunu ben kazandım deme, Allah'a yalvar, Allah'ın tevfîkini iste ki Allah seni kapısından boş çevirmeye. 

Bir kıssa var, onu da size anlatacakdım bugün. Vakit dar oldu ama anlatacağım bunu, geçmeyeceğim, çok mühim.

Rebah nâmında bir zât-ı muhterem diyor ki, "Bir köle aldım". Siyâhî bir köle, o devirde, kölelik devri. O devirlerde böyle ferden köle alınıp satılırdı, şimdi ferden köleliği ilgâ etdiler, milyonları köle ediyorlar şimdi zamânımızda. Kölelik kalkmadı yani. Bunu da okumuş efendilere söyledik yani. "Eski devride kölelik varmış" filan. Bırak onu, ferdî kölelik idi o. Şimdi milyonları köle ediyorlar, haberin bile olmuyor, köle oluyorsun, haberin yok. Geçiyoruz, anlayana söyledik, bu kadar. Fazla konuşmayalım siyâseti filan. "Dört dirheme bir köle aldım" diyor "siyâhî bir köle. Bu çocuk ne gündüz uyuyor, ne gece uyuyor. Ancak ben uyu diyorum, yatıyor, gözlerini kapıyor, uyumuyor bu. Ve günden güne zayıfladı". Zayıflıyor günden güne. "Bir gün dedim ki, evlâdım, niye uyumuyorsun diye sordum" diyor. Gece olduğu vakitde, gecenin karanlığı ortalığı sardığı vakitde, zulmet-i kabri hatırlıyorum ve cehennemin zulmetini hatırlıyorum. Sonra Allah'ın önünde , Cenâb-ı Hakk'ın önünde hesâb vermeyi hatırlıyorum. Gündüz olduğu vakitde, cenneti hatırlıyorum, cemâli hatırlıyorum. Efendi, nasıl uyuyabilirim, bunları hatırladıkdan sonra ben dedi" diyor. "Ve düşdüm bayıldım, dedim ki, esâsda köle benmişim, sen hürmüşsün, seni hürriyyetin kavuşdurayım dedim, âzâd etdim kendisini" diyor.



Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 9 Şubat 1979 (12 Rebîulevvel 1399) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.
Listeye geri dön