20 Kasım 2024 tarihinde yayınlanmıştır.
YAZICI-ZÂDE MUHAMMED-İ BÎCÂN EFENDİ HAZRETLERİ
Kıdvetü’l-ârifîn, umdetü’l-âşıkîn, seyyid-i ehli’l-firâk ve’l-uşşâk bir zât-ı âlî-kadrdir.
Malkara muzâfâtından Kadıköy nâm karyede dünyâya revnak-efzâ olmuştur. Hâneleri el’ân
mahfûz ve ziyâret-gâh imiş. Bidâyet-i hâlde işrete mübtelâ iken Hacı Bayram-ı Velî hazretlerinin
Gelibolu tarîkıyla Edirne’ye azîmetinde mazhar-ı nazar-ı kerâmeti olup, bundan sonra aşk ile
sûzân ve emr-i tahsîle şitâbân oldu. Nihâyet zâhir ü bâtın ilimlerinde ricâlu’llâh sırasına
geçmiştir. Tabîat-ı şi’riyyesi fevka'l-âde idi.
Gelibolu hâricinde elyevm mevcûd ve ziyâret-gâh olan zâviyesinde ibâdâtla meşgûl olup,
855/(1451) târîhinde irtihâl-i dâr-ı bakâ eyledi. Medfen-i mübârekleri, zâviyeleri hazîresindedir.
Üzerine türbe yapılmış, fakat açıktır. Ziyâret-gâh-ı ehl-i aşk u muhabbettir. Çanakkale
Boğazı’ndan gelip geçen vapur ve sefâin yolcularından erbâb-ı îmân olanlar, Gelibolu hizâsından
mürûr ederken müşârünileyhin rûh-ı şerîfine Fâtiha ihdâ ederler; âdet sırasına geçmiştir.
Ehl-i tasavvufun ser-âmedânındandır. Tahsîl-i ulûm için İran ve Mâverâünnehir
taraflarına gitmiş ve kesb-i maârif ve derk-i hakâyık için çok seyâhatte bulunup, nice evliyâu’llâh
ile görüşmüş ve Hacı Bayram-ı Velî’nin taht-ı terbiyesinde nâil-i rütbe-i kemâl olmuştur.
İsmaîl Hakkî-i Celvetî, Muhammediyye Şerhi’nde, “Efdalü’l-evliyâi’l-müteahhirîn
Üftâde Efendi’den menkûldür ki, sâhib-i Muhammediyye, ilm ü irfânında şeyhi Hacı Bayram-ı
329 Bu ibârenin hesaplanmasından verilen tarih çıkmamaktadır. (H)
Velî’nin /271/ fevkındadır. Gerçi Bayram-ı Velî’de kuvvet-i tasarruf var idi. Ammâ rütbe-i
irfânda sâhib-i Muhammediyye kadar değil idi.” yazılmıştır.
Muhammed Efendi hazretleri, Hüdâvendigâr Gâzî zamânında sefâretle Mısır’da
bulunmuşlardır. Fakat bi'l-âhare hayât-ı resmiyyeden tecerrüd ile gavvâs-ı bahr-ı fenâ
olmuşlardır. Son zamânlarında Gelibolu’da ikâmetle hâlet-i feyzâ-feyz inzivâlarında, çilehânelerinde
ömür geçirmişler; riyâzet ve mücâhede ve ülfet-i nâsdan uzlet ve inkıtâ’da ve Hakk’a
teveccühde o derece azm ü metânet göstermişlerdir ki, yedi sene âteşde pişmiş yemek yememiş
ve zikru’llâh ile dem-güzâr olmuştur.
Âlemin nakşını hayâl gördüm
O hayâl içre bir cemâl gördüm.
Heme âlem çü mazhar-ı Hak’dır
Anın içün kamu kemâl gördüm
diyen o hazret, Muhammediyye nâm kitâb-ı bedîini bu çile-hânede emr-i âlî-i peygamberî ile
ilhâma müsteniden yazmıştır. Bu kitâb-ı celîlin kavâid-i te’lîfi ve mebânî-i tasnîfi oniki ilmin
netâyici üzerine mübtenîdir. Zâhir ü bâtında ne kadar tefsîr ve tahkîk var ise mecmûunun
hulâsasıdır.
Müşârünileyh hakkında eslâfın ittifâkı üzere, sıdk ve sülûk u riyâzette Bâyezîd-i Bestâmîi
sânî ve san’at-ı nazm ü inşâda Pîr-i Hâkânî ve hall ü akd-ı elfâzda muallim Sa’dî-i Şîrâzî ve
istinbât-ı hakâyık u maârifte bir ârif-i Rabbânî ve âlim-i hakkânî ve ulûm-ı zâhire vü bâtınada
mütefennin ve mütebahhir ve dakâik u hakâyıkta fâiku’l-akrân bir merd-i âlî-şândır.
Mağâribü’z-Zemân nâm kitâb-ı latîfini oniki bâb üzerine tasnif ile, Muhammediyye
nâm mecelle-i bî-nazîrine o kitabı me’haz kılmıştır. Târîh-i te’lîfi, irtihâlinden oniki sene evvel,
ya'nî 843/(1439) senesine müsâdiftir. Muhammediyye va’z u nasîhat ve âsâr-ı hikmet ve ahbâr-ı
ibret ve esâs-ı ulûm-ı dîn ü maârif ve hakâyık-ı yakînde kemâl-i sıhhat üzere olmağla cumhûr-ı
ulemâ ve zümre-i fuzalâ pek makbûl tutmuşlardır.
Bu kitâb’-ı şerîfde, “Elâ ey server-i mahbûb mine’l-eyn ile’l-eyn” diye başlayan kasîde-i
âşıkâneyi yazarken nâr-ı aşkın dil-i mecrûhundaki te’sîrât-ı kaviyyesinden çektiği âh-ı âteş-nâk
ile elindeki sahîfe simsiyâh olmuştur.
Mâ-cerâ-yı aşkı tasvîr eylemekse maksadın
Cân-ı dilden çekdiğin bir âh kâfidir gönül
/272/ Sultân Abdülmecîd ve Sultân Abdülazîz merhûmlar, Gelibolu’dan geçerken, işbu
nişâne-i aşk u muhabbeti ziyâretle şeref- yâb olmuşlardı.
Hicâz’a giderken Gelibolu’ya uğradım. Türbe-i münevverelerini ve
Muhammediyye’lerini ziyârete şitâbân oldum. Türbeye muttasıl tevhîd-hâne mihrâbının üstünde
bir dolabda mahfûz olan ve hazretin mübârek kalemiyle yazılmış bulunan Muhammediyye’yi
türbe-dâr efendi kemâl-i ta’zîm ile indirdi. İpek ve sırma işlenmiş bohçalara sarılı idi ve çekmece
derûnunda idi. Bir sehbânın üzerine koydu, salat u selâm ile açtık, lehü’l-hamd ziyâret ettim.
Alâ-rivâyetin bu eseri, müellif-i muhteremi, Hz. Fahr-i âlem (salla'llâhu aleyhi ve sellem)
efendimize takdîm etmiş, nazar-ı tashîh-i Muhammedî’den geçmiş; çizilmiş yerleri vardır,
okunmuyor. Kasîde-i mezkûrenin muharrer olduğu sahîfeyi açtık, fi'l-hakîka siyâh olmuş, âteş
kavrulması gibi bir hâlde siyâh yazılar beyâzlanmış, beyâz kağıt siyâhlanmış. Yüzümü gözümü
sürdüm. Kalbim envâr-ı Muhammediyye ile meşhûn oldu.
Türbe-i şerîfede bir levhada şu medhiyyeyi gördüm:
Elâ ey kutb-ı envâr-ı velâyet Yazıcı-zâde
Şuâ-ı şems-i iklîm-i hidâyet Yazıcı-zâde
N’ola mâh-ı münîr olsa müdevver evc-i ravzanda
Ki şems-i mihr-i âfâk-ı kerâmet Yazıcı-zâde
Seni bir zât-ı âlî-şâna vassâf itdi Mevlâ kim
Giyer “levlâk”dan eflâke hil’at Yazıcı-zâde
Anın aşkıyla âh itdin tutuşdu elde evrâkın
Eyâ şem’-i harîm bezm-i basîret Yazıcı-zâde
Hicâz-ı Kâbe-i uşşâkına gelsün tavâf itsün
Seni ins ü melek kılsun ziyâret Yazıcı-zâde
Bu rûhâniyyeti Firdevs’den Rıdvân mı gönderdi
Nedir kabrinde yâ hû bu letâfet Yazıcı-zâde
Eser subh u mesâ sayf u şitâ kabr-i şerîfinde
Nesîm-i nefha-i kuds-i hüviyyet Yazıcı-zâde
Gubâr-ı hâk-pâyin tûtiyâdır çeşm-i uşşâka
Diyu geldim sana ey kân-ı şefkat Yazıcı-zâde
Habîbu’llâh aşkın hürmeti âşıklığın hakkı
Bulam ben dahi dâreynde selâmet Yazıcı-zâde
Yüzün dergâhına kim sürdü elbet olmaya mahrûm
Benim de iltimâsım vardır elbet Yazıcı-zâde
Gelibolu ser-â-pâ mazhar-ı feyz ü saâdetdir
Kitâbın bu söze eyler şehâdet Yazıcı-zâde
Bizi de anlara ilhâk idüp hep asl u fer’imle
Be-hakk-ı Ahmed-i Muhtâr şefâat Yazıcı-zâde
Geçer âkil rumûzâtın tefekkür kılsa kendinden
Eyâ mecmûa-i esrâr-ı hikmet Yazıcı-zâde
Ne esrâr itdin izhâr evvel-i satr-ı muhabbetde
Okunmaz anlaşılmaz hatt-ı kudret Yazıcı-zâde
Çekerdi kârbân-ı hecrini çokdan beru Zihnî
Bi-hamdi’llâh irişdi rûz-ı vuslat Yazıcı-zâde
/273/ Buna nazîre olarak berây-ı istişfâ’ âtîdeki manzûme-i fakîrâne sânih oldu:
Elâ ey mahzen-i irfân u hikmet Yazıcı-zâde
Seni ez-cân (u) dil sevdim hakîkat Yazıcı-zâde
Kemâl-i şevk ile itsem ziyâret kabrini dirken
Muvaffak eyledi ol Rabb-i İzzet Yazıcı-zâde
Şeref yâb-ı ziyâret olduğum ân-ı saâdetde
Dil-i mahzûnuma geldi meserret Yazıcı-zâde
Mübârek kabrini gördüm ser-â-pâ nûra gark olmuş
Sana züvvâr olan eyler şehâdet Yazıcı-zâde
Kitâb-ı müstetâbındır hakîkat bahrinin dürrü
Bulunmaz âlem-i zâhirde kıymet Yazıcı-zâde
Şerîatdan tarîkatdan hakîkatdan dakâyıkdan
Güzelce eylemişsin serd-i hikmet Yazıcı-zâde
Eyâdî-i muhabbetde gezer te’lîf-i mergûbun
Gece gündüz okurlar cümle ümmet Yazıcı-zâde
Garîk-ı bahr-ı aşk-ı Hazret-i Fahr-i cihânsın sen
Eyâ şem’-i şebistân-ı muhabbet Yazıcı-zâde
Seninçün ümmetin kalbinde vardır mevkı’-ı âlî
Sana beslerler elbet hiss-i hürmet Yazıcı-zâde
Cenâb-ı Fahr-i âlem aşkına dil-sûz olmuşsun
Elâ ey server-i uşşâk-ı Hazret Yazıcı-zâde
Tasavvuf âleminde sözlerin iksîr-i a’zamdır
Gül-i gül-zâr-ı erbâb-ı tarîkat Yazıcı-zâde
Cemîan ehl-i aşka şerbet-i zevki virir hâlin
İdersin dâimâ ibzâl-i himmet Yazıcı-zâde
Mükerrem nâmını zîver iderler dillere uşşâk
Hakâyık bülbülü ihsân-ı kudret Yazıcı-zâde
Kemâl-i aşkına burhân olan âsâr-ı mergûben
Kabûl-i Hazret-i Fahr-i risâlet Yazıcı-zâde
Reîsü’l-evliyâsîn mazhar-ı feyz-i Rasûlü’llâh
Eyâ misbâh-ı erbâb-ı selâmet Yazıcı-zâde
Künûz-ı hikmetin miftâhı olmuşsun maârifde
Sana herkes ider tâ’zîm ü hürmet Yazıcı-zâde
Yanardı nâr-ı hecrinle nice demden beri Vassâf
İrişdi bezm-i vuslat kıl inâyet Yazıcı-zâde
Hattât-ı merhûm Hâfız Tahsîn Efendi, bunu güzelce yazmış idi. Ahîren çerçeveye koyarak
türbe-i şerîfeye muttasıl tevhîd-hânede âvîhte-i mevki'-i muhabbet kılınmıştır.
Muhammed Efendi hazretlerinin peder ve vâlidesi semâ’-hânenin bir köşesinde
medfûndur. Birâderleri Ahmed-i Bîcân hazretleri ayrıca bir türbede medfûndur.
Âsârı :
Muhammed Efendi hazretlerinin, Muhammediyye’den başka Fâtiha-i Şerîfe Tefsîri
olduğu gibi, Muhyiddîn-i Arabî hazretlerinin Fusûs’u üzerine bir şerh yazdıkları menkûldür.
Bunda Hz. Muhyiddîn’e bir çok i’tirâzâtta bulunduğu mervî ise de, vâkıf-ı esrâr-ı tevhîd olan
müşârünileyhin böyle bir hâlde bulunmayacağına kanâat etmek lâzım gelir. Fusûs’a mu’tarız
olan, tabiî onu şerh etmeye kalkışmaz. Şerhden maksad, metnin erbâb-ı ma’rifete kapalı olan
cihetlerini açmaktır ve Hz. Müellifin eserini ta’mîm etmekten ibârettir. Tabîî i’tirâzla tevfîk
kabûl etmez.
/274/ Köstendilli Şeyh Süleymân Efendi merhûmun Bahru’l-Velâye nâm eserinde
yazıldığı üzere, bu eser birâderleri Ahmed-i Bîcân’ın olması ihtimâli mevcûddur. Yâhud, Bursalı
Mehmed Tâhir Bey’in istidlâli vechile Hacı Bayram-ı Velî’ye mülâkattan ve zevk-i ma’nâya
vusûlden mukaddem yazılmış olması melhûzdur.
AHMED-İ BÎCÂN HAZRETLERİ
Yazıcı-zâde’nin birâderidir. Meşâhîr-i meşâyıh u üdebâdandır. Yazıcı-zâde’nin
Magâribü’z-Zamân li-Gurûbi’l-Eşyâ fi’l-Ayni ve’l-Ayân nâm eserinin bâis-i te’lîfi
olmuşlardır. Bu eser-i âlî-kadrden kendisi de müstefîd olup, Envâru’l-Âşıkîn nâmında eser-i
mu’teberlerini vücûda getirmişlerdir. Dürr-i Meknûn, Acâibu’l- Mahlûkât ve Müntehâ
nâmlarında âsârı vardır. Envâru’l-Âsıkîn’e "Ahmediyye" dahi derler.
Her ikisinin meşîhatı teselsül etmemiştir. Her ikisi de müstağrak-ı deryâ-yı aşk olup, sırr-ı
irşâda sâhib olmağa meyl etmemişlerdir. Eserleri erbâb-ı aşka mürşidlik hizmetini görmektedir.
Gerek Muhammediyye, gerek Ahmediyye Anadolu’da pek ziyâde münteşirdir. Herkes bir
zamân adetâ evrâd gibi bunu okumağa hâhiş-ker bulunurlardı. Muhammediyye okunup bitince
hatim cem’iyyeti gibi cem’iyyetler yaparlar imiş. Sinn-i sabâvetimde pek iyi hâtırlarım; vâlidem
merhûmenin Muhammediyye ve Ahmediyye kitapları elinden düşmez, komşular bir araya
gelirlerse dedikodu edeceklerine Muhammediyye’den okurlar, ağlarlar idi.
Halkın bu inhimâki azalmış, tabiî feyz-i Muhammedî bizlerden uzaklaşmış, başımıza
bunca felâketler gelmiştir.
Muhammed Efendi hazretlerine, “Yazıcı-zâde” denilmesi, pederlerinin erbâb-ı hatt u
kitâbetten olmasından ve Ahmed-i Bîcân hazretlerine “Bîcân” denilmesi de, nehâfet-i
vücûdiyyelerinden mütevellid bulunduğunu İsmaîl Hakkî merhûm beyân buyurmaktadır. Cenâb-ı
Hak cümlemizi mazhar-ı feyz ü şafâatleri buyursun, âmîn bi-hurmeti Nebiyyi’l-Emîn.
Her ikisinin ervâh-ı şerîfesine bir Fâtiha-i şerîfe ihdâ buyuran erbâb-ı îmân mazhar-ı
ihsân-ı Mennân olsun.
Yazıcı-zâde’nin şeyhi hakkında bir medhiyyesi vardır. Bir beyiti:
Cihânın kutbu mâhı Hâcı Bayram
Cihânın şeyh u şâhı Hâcı Bayram
Muhammediyye’sini İsmaîl Hakkı hazretleri iki büyük cildde şerh etmiştir.
/275/AKBIYIK SULTÂN
Meczûb
YAZICIOĞLU MEHMED EFENDİ
(ö. 855/1451)
Daha çok Muhammediyye adlı eseriyle tanınan Osmanlı mutasavvıf şairi.
Bölümler İçin Önizleme
1/2Müellif: MUSTAFA UZUNBölüme Git
Doğum yeri kesin olarak bilinmemekte, Âmil Çelebioğlu onun Gelibolu’ya 40 km. uzaklıktaki Kadıköyü’nde yahut Evreşe’de doğduğunu ileri sürmektedir. İl...
2/2Müellif: İLYAS ÇELEBİBölüme Git
Bazı Görüşleri. Yazıcıoğlu Mehmed Efendi dönemin ilim geleneğine uyarak tefsir, hadis ve fıkıh yanında kelâm dersleri de almış, bazı eserlerini Arapça...
1/2
Müellif:
MUSTAFA UZUN
Doğum yeri kesin olarak bilinmemekte, Âmil Çelebioğlu onun Gelibolu’ya 40 km. uzaklıktaki Kadıköyü’nde yahut Evreşe’de doğduğunu ileri sürmektedir. İlk eğitimini Şemsiyye adlı manzum eserin müellifi olan babası Yazıcı Sâlih’ten aldı, Arapça ve Farsça öğrendi. Muhammediyye’den anlaşıldığına göre Mısırlı âlim Molla Zeynüddin Arab’dan da çok faydalandı. Son hocası Haydar-ı Hafî’dir. Yine bu eserinde Arap ve Fars ülkelerini, Mâverâünnehir’i ve Anadolu’yu dolaştığını kaydeder. İlimlere ve edebiyata dair geniş bilgi sahibi olan Yazıcıoğlu’nun Arapça ve Farsça kaynaklardan yararlandığı, bu iki dile eser yazacak kadar vâkıf olduğu görülmektedir. Latîfî, “Ulûm-i zâhirede mütebahhir idi” sözüyle onun ilmî seviyesinin yüksekliğine işaret eder. Hacı Bayrâm-ı Velî, Sultan II. Murad’ı ziyaret için Edirne’ye gidip Ankara’ya dönerken Gelibolu’ya uğradığında Mehmed Efendi, Envârü’l-âşıkīn müellifi kardeşi Ahmed Bîcan’la birlikte ona intisap etmiş (Sarı Abdullah Efendi, bibl.), zamanla kendisi de tasavvuf alanında söz sahibi bir şahsiyet haline gelmiştir. Latîfî onun hakkında, “Eğerçi tarîk-i tasavvufun müntehîlerindendir, ammâ seccâde-i irşâda geçip kimseyi irşâd ettikleri ma‘lûm değildir... İlm-i bâtında ve fenn-i tasavvufta müteferrid idi” diyerek irşad makamında bulunmadığını belirtmektedir.
Dinî ilimleri tahsil edip mânevî eğitimini de tamamladıktan sonra çevresinde dinî-tasavvufî bir otorite olarak kabul edilen Yazıcıoğlu, Gelibolu Namazgâhı yakınında günümüzdeki adıyla Hamzakoyu sahillerine bakan büyük bir kayaya oyulmuş iki hücreden ibaret çilehânesinde yaşamaya başladı. Gelibolu ahalisinin kendisinden Hz. Peygamber’e dair bir eser yazmasını ısrarla istediği, Muhammediyye’deki bazı kayıtlardan eserini de burada telif ettiği anlaşılmaktadır. Hacca gittiği bilinmekteyse de tarihi belli değildir. Adını andığı yakın dostlarından biri sonraki yıllarda Fâtih’in veziri olan Mahmud Paşa’dır. Diğerleri Gelibolu’da birçok hayratı bulunan Subaşı Ahmed-i Hâs, Yıldırım Bayezid’in oğlu Şehzade Mehmed’in hocası olup şehirde bir zâviyesi, kervansarayı ve civarda hayratı bulunan, Sırr-ı Cânan müellifi Derviş Bayezid’dir. Vefatına kadar eser telif etmek, vaaz ve dersleriyle halkı ve talebeleri eğitmek gibi hizmetlerle meşgul olan Yazıcıoğlu Mehmed 855 (1451) yılında Gelibolu’da vefat etti. Âlî Mustafa Efendi, Tuhfetü’l-mücâhidîn’de vasiyetine uyularak çilehâne yanındaki mezarlığa defnedildiğini belirtmektedir. Kabri günümüzde Yazıcıoğlu Camii adını taşıyan mescidin hazîresindeki türbededir.
Eserleri. 1. Meġāribü’z-zamân li-ġurûbi’l-eşyâʾ fi’l-ʿayn ve’l-ʿıyân. Arapça olan eser, beş vakit namaza işaret etmek üzere kâinatın yaratılışına, peygamberlere, meleklere, kıyamete ve makām-ı a‘lâda Hakk’ın sözlerine dair beş bölümden meydana gelmektedir. Rivayete göre çevresindekiler Yazıcıoğlu’ndan Hz. Peygamber hakkında bir kitap yazmasını talep edince kendisinin tereddütle baktığı bu işe rüyasında Resûlullah’ı görüp onun da böyle bir eser kaleme almasını beklediğini bildirmesi üzerine yazmaya başlamıştır. Kitabın rağbet görmesi üzerine müellif, eserinin Hz. Peygamber’le ilgili bölümlerini genişletip nazma çekerek Türkçe Muhammediyye’yi ortaya koymuştur. Ayrıca kardeşi Ahmed’den (Ahmed Bîcan) Meġāribü’z-zamân’ı Türkçe’ye çevirmesini istemiş, o da bu eseri genişletip Envârü’l-âşıkīn’i hazırlamıştır. Eserin Topkapı Sarayı Müzesi (Emanet Hazinesi, nr. 1283), Nuruosmaniye (nr. 2593, 2594, 2596), Süleymaniye (Hekimoğlu, nr. 509), Beyazıt Devlet (nr. 1784), Akseki (nr. 132) ve Burdur (nr. 2063) kütüphanelerinde nüshaları mevcuttur. 2. Kitâbü Muhammediyye fî na‘ti seyyidi’l-âlemîn habîbillâhi’l-a’zam Ebi’l-Kāsım Muhammedini’l-Mustafâ (Muhammediyye*). Müellifini üne kavuşturan eser üç ana bölümden meydana gelmektedir. Yazıcıoğlu, rüyasında yine Resûlullah’ı görüp ondan aldığını söylediği emirle 850 (1446) yılında yazmaya başladığı kitabını 853 Cemâziyelâhirinde (Ağustos 1449) Gelibolu’da tamamlamıştır. Çok sayıda yazma nüshası bulunan eserin müellif nüshası Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşiv ve Neşriyat Müdürlüğü Kütüphanesi’nde korunmaktadır (nr. 431/A). Kazan’da basılan eserin (1845) İstanbul’da rumî 1262-1326 (1846-1910) yılları arasında dokuzu resimli olmak üzere yirmi iki baskısı yapılmıştır. Eserdeki çeşitli mersiyeler arasında “Vefâtü’l-Hasan ve’l-Hüseyin” başlıklı elli dört beyitlik Kerbelâ Mersiyesi, Sünnî çevrelerdeki muharrem törenlerinde asırlarca okunmuş, mersiyenin Zâkirî Hasan Efendi tarafından nühüft makamında yapılan bestesi Türk dinî mûsikisinde çok rağbet görmüştür. Muhammediyye’nin önemli özelliklerinden biri, matbu nüshalarından bir kısmının devrin önemli hattatları tarafından yazılmış ve içinde bazı dinî resim ve çizimlere yer verilmiş olmasıdır. Muhammediyye sonraki dönemlerde şerhedilmiş ve esere nazîreler yazılmıştır. İsmâil Hakkı Bursevî’nin Ferahu’r-rûh adıyla kaleme aldığı şerhi meşhurdur. Kitabın nazîreleri arasında en önemlisi, XVI. asır mutasavvıf şairlerinden, kendisinden Yûsuf-ı Bîçâre diye bahseden Ankaralı bir müellifin 913’te (1507) tamamladığı Muhammediyye adlı eseridir. 3. el-Müntehâ ʿale’l-Fuṣûṣ. Bu küçük eser, Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin tanınmış eserinin ilk şârihi Müeyyidüddin el-Cendî tarafından yapılan şerhinin ta‘lîkātından ibarettir. Yazıcıoğlu Mehmed bu ta‘lîkātı ömrünün son yıllarında kaleme almış ve esere altmış üç beyitlik Arapça müstezad şeklinde bir Ḳaṣîde-i Rabbâniyye eklemiştir. el-Müntehâ’nın bazı nüshaları mevcuttur (TSMK, III. Ahmed, nr. 1616; Nuruosmaniye Ktp., nr. 2466; Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 175, Pertev Paşa, nr. 293, Lala İsmail, nr. 162/13). el-Müntehâ, Ahmed Bîcan tarafından genişletilerek Türkçe’ye çevrilmiş (Süleymaniye Ktp., Kılıç Ali Paşa, nr. 630) ve bu eser Fuṣûṣü’l-ḥikem’in ilk Türkçe tercümesi sayılmıştır.
BİBLİYOGRAFYA
Yazıcıoğlu Mehmed, Muhammediye (nşr. Âmil Çelebioğlu), İstanbul 1996, I, tür.yer.; II, 58; Lâmiî, Nefehât Tercümesi, s. 691; Latîfî, Tezkire, s. 54-55; Keşfü’ẓ-ẓunûn, II, 1699; Sarı Abdullah Efendi, Semerâtü’l-fuâd, İstanbul 1328, s. 233-238; Hacı Ali Âlî, Tuhfetü’l-mücâhidîn, Nuruosmaniye Ktp., Manzum, nr. 937; Osmanlı Müellifleri, I, 194; III, 307; Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ (haz. Mehmet Akkuş - Ali Yılmaz), İstanbul 2006, II, 458-463; Sadettin Nüzhet Ergun, Türk Musikisi Antolojisi, İstanbul 1942, I, 13; Malik Aksel, Anadolu Halk Resimleri, İstanbul 1960, s. 148-151; Özege, Katalog, II, 898-899; IV, 1652; Zehra Öztürk, “Muhammediyye’nin İki Yazma Nüshası ve İki Kadın Müstensih”, Türk Kültürü İncelemeleri Dergisi, sy. 1, İstanbul 2000, s. 333-338; a.mlf., “Eğitim Tarihimizde Okuma Toplantılarının Yeri ve Okunan Kitaplar”, Değerler Eğitimi Dergisi, sy. 4, İstanbul 2003, s. 137, 138, 139; Âmil Çelebioğlu - Kemal Eraslan, “Yazıcıoğlu”, İA, XIII, 365-366; Âmil Çelebioğlu, “Ahmed Bîcan”, DİA, II, 49-51; Mahmud Erol Kılıç, “Fusûsü’l-hikem”, a.e., XIII, 232-233; Nuri Özcan, “Mersiye”, a.e., XXIX, 220; Mustafa Uzun, “Muharremiyye”, a.e., XXXI, 8-9; Edith G. Ambros, “Yazid̲j̲i-og̲h̲lu”, EI2 (İng.), XI, 319.
Bu bölüm ilk olarak 2013 senesinde İstanbul'da basılan TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 43. cildinde, 362-363 numaralı sayfalarda yer almıştır. Matbu nüshayı pdf dosyası olarak indirmek için tıklayınız.
2/2
Müellif:
İLYAS ÇELEBİ
Bazı Görüşleri. Yazıcıoğlu Mehmed Efendi dönemin ilim geleneğine uyarak tefsir, hadis ve fıkıh yanında kelâm dersleri de almış, bazı eserlerini Arapça yazacak kadar bu dile vâkıf olmuştur. Onun, eserlerinde yoğun biçimde üzerinde durduğu konu mebde ve meâd itibariyle varlık meselesidir. Eserinde mebde ve meâda ilişkin konular, şeriatın sınırlarını zorlamadan tasavvuf kaynaklarından ve melâhim literatüründen yararlanılarak halkın anlayacağı bir üslûpla anlatılmıştır. Yazıcıoğlu, dinî konuları işlerken Kur’ân-ı Kerîm ve hadislerin yanı sıra Ebû Nuaym el-İsfahânî, Gazzâlî, Zemahşerî, Kādî İyâz, Fahreddin er-Râzî, Nevevî ve Kurtubî gibi âlimlerden, tasavvuf konularında Muhyiddin İbnü’l-Arabî, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî ve Molla Câmî gibi şahsiyetlerden faydalanmış, bu arada Muhyiddin İbnü’l-Arabî’nin meşhur eseri Fuṣûṣü’l-ḥikem’e şerh yazmıştır. Ayrıca babasına ait, Şemsiyye adını taşıyan melhame türü (geleceğe ve kıyamet alâmetlerine dair eserler) kitaptan da etkilenmiştir.
Yazıcıoğlu Mehmed’in Muhammediyye adlı meşhur eseri tevhid konusuyla başlar. Ona göre Allah’a akılla değil iman ve aşk ile ulaşılır, aklın açamadığı kapıları aşk açar. Gönül ilâhî sırların tecelli ettiği ayna, bir tür kıbledir; ancak nefs-i emmârenin buyruğuna girdiğinde paslanır ve ilâhî sırlar tecelli etmez olur. İlâhî aşk varlığını koruduğu sürece gönülde kir barınamaz. Yazıcıoğlu Mehmed Efendi yaratılış safhalarını şöyle anlatır: Önce akıl, sonra kalem ve levh, ardından ruhlar ve Mustafa’nın sûreti, daha sonra arş, kürsî, dört büyük melek, sekiz cennet ve yedi cehennem yaratılmış; ardından latif cevher, bundan su ve ateş, sudan buhar ve duman, bunlardan da yedi kat gök ve yedi kat yer meydana gelmiş; nihayet ay, güneş, cin, melek gibi varlıklar halkedilmiştir. Âlemler on sekiz bin olup insân-ı kâmil bunların özünü temsil eder. En son merhalede yaratılan insan eşref-i mahlûkattır, onda bütün âlemlerin sûreti bir araya gelmiştir. İnsanlar avam, havas ve hâssü’l-havâs olmak üzere üç gruba ayrılır. Avam dünyayı, havas cenneti, hâssü’l-havâs âl-i hazreti (cemâl-i ilâhîyi) ister. Yazıcıoğlu’na göre zehirli ateşten (nâr-ı semüm) yaratılan cinler erkekli dişilidir. Daha sonra Azâzîl (İblîs) halkedilmiş, insan türü ise Âdem ve Havvâ’dan çoğalmıştır. Âdem’in sûreti topraktan yaratılmış, sonra ona ruh üflenmiştir. Cenâb-ı Hak meleklere Âdem’e secde etmelerini emretmiş, bu emre itaat etmeyen şeytan huzurdan kovulmuştur. Ardından Âdem’e arkadaş olarak Havvâ yaratılmış, bu ikisi cennete konulmuş, İblîs çeşitli hilelerle onları kandırıp cennetten çıkarılmalarına sebep olmuştur. Bunun üzerine Âdem ile Havvâ yeryüzünün ayrı ayrı yerlerine bırakılır. Âdem tövbe eder ve tövbesi kabul edilir; Havvâ ile Arafat’ta buluşur.
Allah, zâtına yönelik muhabbeti izhar ve sırrını âlemlere âşikâr etmek için, “Ben gizli bir hazine idim, bilinmek diledim” buyurmuş; zâtına, sıfatlarına ve fiillerine ayna olmak üzere insân-ı kâmili (Hz. Muhammed) yaratmış ve âyetlerine mazhar kılmıştır. “Sen olmasaydın kâinatı yaratmazdım” hitabına göre âlemleri onun sayesinde vücuda getirmiştir. İnsanda bütün âlemlerin sûreti vardır. Baş arş-ı rahmâna, yüz vech-i rahmâna, göğüs kürsîye, kalp cennete, yedi organ yedi göğe, beden yerlere, kemikler dağlara benzer. Varlıklar âlemi vahdet ve kesret etrafında toplanır. Âleme esmâsı yoluyla tecelli eden Cenâb-ı Hak eserleriyle bilinir. Bundan dolayı kesret âlemine dikkatle bakmalıdır. Kesretin vahdete dayanması O’nunla bütünleşmesi anlamına gelmez. Tasavvufu şer‘î zemine oturtmayanlar vahdet-i vücûdda yanılırlar. Yanılgı noktaları Hakk’ın eseri olan insanı O’nun bir parçası saymalarıdır. Her nesne Allah’ın kemaline şahittir ve her zerrede O’nun nuru güneş gibi parlamaktadır. Allah birdir ve O’ndan gayri olan her şey kesrettir; O güneştir, mâsivâ zerrelerdir; O nurdur, mâsivâ gölgelerdir.
Allah Âdem’i nübüvvetle görevlendirmiş, son peygamber Hz. Muhammed’e kadar birçok peygamber gelmiştir. Varlığına delil olması için âlemleri, kendi zâtını görmesi için de kâmil insan olarak Hz. Muhammed’i yaratmıştır. Yazıcıoğlu’nun düşünce dünyasında merkezî kavram Peygamber aşkıdır; o Peygamber aşkıyla yanıp tutuşur. Resûlullah’ı rüyasında üç defa görmüş, onun aşkı ile Muhammediyye’yi yazmış, her satırına onun sevgisinden bir iz düşürmüştür. Resûl-i Ekrem’in doğumu gecesinde meydana gelen birçok olağan üstü hadise, onun çocukluğu, göğsünün yarılması, seyahatleri, evlenmesi, kırk yaşına gelince inzivaya çekilmesi, ilk vahyin inişi, Mekke’deki mücadeleleri, hicreti, bir işaretiyle ayın ikiye bölünmesi, ölüleri diriltmesi, körleri iyileştirmesi gibi hususları ona olan muhabbetinin çevresinde lirik bir üslûpla dile getirmiştir.
Yazıcıoğlu Mehmed Efendi’nin eserlerinde yoğun biçimde işlediği konulardan biri de kıyamet alâmetleri ve âhiret ahvalidir. Muhammediyye’de bir kısmı kıyametin kopmasından önce, bir kısmı kopması sırasında ortaya çıkacak olan küçük ve büyük alâmetlerden uzun uzadıya söz edilir. Bunlar ilmin azalıp cehlin baskın hale gelmesi, kötülüğün artması, zinanın ve içkinin çoğalması, fitnenin yaygınlaşması gibi küçük; deccâlin ortaya çıkışı, Hz. Îsâ’nın nüzûlü, mehdînin, Ye’cûc ve Me’cûc’ün zuhuru, dâbbetü’l-arzın çıkması, güneşin batıdan doğması gibi büyük alâmetler yanında, sûra üflenmesi, bütün yaratılmışların helâk olması, yerle göklerin değişmesi, ölülerin diriltilmesi, sûra ikinci üfürülmede bütün ruhların cesetlerine girerek mahşerde toplanması gibi merhaleler anlatılır. Eserde kıyamet duraklarından sonra livâü’l-hamd açılacağına ve müminlerin bunun altında toplanacağına, Hz. Muhammed ve diğer peygamberlerin şefaatte bulunacağına, herkese kitabı verileceğine değinilir. Ayrıca mîzan, sırat, a‘râf, dünyadan kalan hakların adaletle yerini bulması, cennet tasvirleri, cennet ehlinin dereceleri ve rü’yetullah gibi hususlara temas edilir.
Müellife göre Allah’a ulaşmak için şeriat, tarikat, mârifet ve hakikat olmak üzere dört kapı vardır. Yazıcıoğlu şeriata bağlıdır ve şeriatın sınırlarını zorlamaz. Onun din anlayışı, etrafında tarikat, mârifet ve hakikat mertebeleri bulunan şeriat şeklindedir. Yazıcıoğlu Mehmed Efendi eserlerinde Resûlullah’a muhabbetini yoğun biçimde dile getirmiş bir gönül adamıdır. Çeşitli konuları anlatırken her türlü rivayetten faydalanmış, bunları değerlendirmeden kullanmıştır. Bununla birlikte Muhammediyye’de hoşgörüyle karşılanamayacak ölçüde aşırı düşünce ve görüşlere rastlanmaz. Kitabın halk tarafından asırlarca okunmasını âlimlerin müsamaha ile karşılaması da bunu ortaya koyar.
BİBLİYOGRAFYA
Yazıcıoğlu Mehmed, Muhammediyye, İstanbul 1298; a.e. (s.nşr. Âgâh Güçlü), İstanbul 1969; a.e. (nşr. Âmil Çelebioğlu), İstanbul, ts. (Tercüman 1001 Temel Eser), neşredenin girişi, I, 13-32; a.e. (nşr. Âmil Çelebioğlu), İstanbul 1996; Ahmed Bîcan, Envârü’l-âşıkîn (s.nşr. Halil Bedi Fırat), İzmir 1970; a.e. (s.nşr. M. Rahmi), İstanbul 1974; İsmâil Hakkı Bursevî, Ferahu’r-rûh, Kahire 1255, I, 68-112; a.e. (haz. Mustafa Utku), İstanbul 2007, I, 17-30, 67-369; II, 170-260; Hatice Kelpetin Arpaguş, Osmanlı Halkının Geleneksel İslâm Anlayışı ve Kaynakları, İstanbul 2001, s. 24-28; Mustafa Uzun, “Muhammediyye”, DİA, XXX, 586-587.