27 Aralık 2023 tarihinde yayınlanmıştır.
Meşâyihin ekserisi seyr u sülûkü yedi tavır üzere yapdırmışlardır. Zîrâ nefsin yedi mertebesi vardır. Bu yedi tavır, nefs-i emmâre ile başlar, nefs-i sâfiyye ile tamamlanır. Seyr u sülûk nefs-i sâfiyyeden sonra da devam eder zîrâ seyr-i fillaha nihâyet yokdur. Ne var ki sâfiyyeden sonra nefsin mertebesi değişmez. Her tavrın, her mertebenin kendine mahsûs alâmetleri, hâlleri ve ilaçları vardır. Bu yedi tavra sôfiyye lisânında etvâr-ı seb'a denir. Her birinden kısaca bahsedelim :
- İlk tavır, nefs-i emmâredir. Kur`ân'daki delîli, "وَمَٓا اُبَرِّئُ نَفْس۪يۚ اِنَّ النَّفْسَ لَاَمَّارَةٌ بِالسُّٓوءِ" âyetidir. Nûru mavidir. Belli başlı alâmeti, şerîata muhâlefet edip, pişmânlık duymamakdır. Nefs-i emmâre ehli, Allah'a ibâdetden kaçar, O'nun emirlerini dinlemez bilakis günaha, fıska, fücûra koşar. Hem fâsıkdır hem de fıskından utanmaz, hayâ etmez. Bilakis günahıyla iftihar eder. "Filanca adamı şöyle dövdüm", "Şu kadar adam öldürdüm", "Ben her gece şu kadar içerim" filan gibi laflar ederek işlediği günahlarla övünür. Bunlarda bulunan kötü sıfatlar şunlardır : Şirk, küfür, cehâlet, gaflet, kibir, hırs, buhl, şehvetpersetlik, gadab, hased. Emmârenin ilacı, Kelime-i Tevhîd'dir. Hikmeti şudur ki, emmâredeki kişi her ne kadar mü'min ve muvahhid görünse de hakîkatde müşrik ve münkirdir. Zîrâ nefsine tapmakdadır, hevâsını ilâh edinmişdir. Tevhid zikri onu îmân-ı hakîkîye getirir, "lâ mabûde illallah" sırrına erdirir. Bu zikre hakkıyla devâm eden sâlik, bir ileri mertebeye geçer, nefsine tapmayı bırakır, mabûd-i hakîkîye ibâdet etmeğe başlar. Emmâredeki sâlikler, rüyâlarında ekseriyâ hayvanları görürler. Bu hayvanlar, onlarda bulunan kötü huyların timsâlleridir. Sâlik, kendisinde hangi sıfat gâlib ise ona remz olan hayvanı görür. Kimisi köpek görür, kimisi domuz, kimisi ayı görür, kimisi fare. Her hayvan kötü bir sıfatın remzidir. Meselâ köpek, gadabla tabir olunur, ayı ucubla, eşek şehvetle, yılan zumlü temsîl eder, akrebin manâsı, kötü söz söyleyerek insanları incitmekdir. Sâlik, gördüğü hayvanı mağlûb ediyorsa, bilsin ki nefs-i emmâresini mağlûb ediyor, o gördüğü hayvanın temsil etdiği kötü sıfatı ortadan kaldırıyor. Yok eğer, hayvana mağlûb oluyorsa, bilsin ki nefs-i emmâresine yenik düşüyor.
- İkinci tavır, nefs-i levvâmedir. Nûru kırmızıdır. Kur`ân'daki delîli, "وَلَٓا اُقْسِمُ بِالنَّفْسِ اللَّوَّامَةِ" âyetidir. Başlıca alâmeti, şerîata muhâlefet etmesi ama aklı başına gelince pişmanlık duymasıdır. Levvâme ehli, kimi zaman sâlih ameller işlerken kimi zaman gaflete düşerek günah işler. Fakat günahdan sonra pişmanlık duyarak tövbe eder. Levvâme denilmesinin sebeb-i hikmeti budur. Sâlik bu mertebede yapdığı ibâdet, angaraya gibi yapar, ibâdetden zevk almaz. Bu tavırda bulunan kişinin sıfatları şunlardır : Tembellik, çok uyumak, çok yemek, çok içmek, güzel elbiselere, süslü eşyalara rağbet, gaflet, cehâlet, boş laflar ve lüzumsuz işlerle meşgûliyet. Levvâme mertebesi son derece tehlikelidir zirâ sâlik cehd etmezse, vazîfelerini yerine getirmezse, hop diye aşağı düşebilir, yeniden emmâreye gerileyebilir. Üçüncü tavra geçebilmenin şartı, nefs ile mücâdeleyi bırakmamak ve tövbede sâbit olmakdır. Bu tavırda sâlike ism-i celâl zikri verilir. Hikmeti şudur ki, nefs-i levvâme ehli her ne kadar mü'min ve muvahhid de olsa Hakk'dan gâfildir, Allah'ı iyi tanımaz, bilmez. Meselâ Allah basîrdir, her şeyi görür. Eğer levvâmedeki kişi, bunu hakkıyla bilse, günah işlemez, tövbesinden dönmez. Yâhud Allah'ın celâl sâhibi olduğunu bilse, kendisine cehennemlik edecek fiilleri işlemez. Yani vevvâmedeki kişi Hakk'ın sıfatlarından gâfil olduğu için günaha girer. Bilse yapamaz. İşte İsm-i Celâl zikri bu gafleti giderir. Bilindiği gibi Allah ismi, ism-i câmidir yani bütün esmâ-yı husnâ bu isimde mündemiçdir. Hakk'ı Allah ismiyle zikretmek, bütün esmâsıyla zikretmek gibidir. Bunlar rüyâlarında, ekseriyâ ev yâhud mescid ve câmi görürler. Eğer ev yâhud mescid, câmi temiz ve tertibli ise, sâlikin kalbi temizleniyor demekdir. Yok eğer pis ve dağınık ise sâlik kalbini kötü sıfatlardan arındırmamış demekdir.
- Üçüncü tavır, nefs-i mülhimedir. Nûru yeşildir. Kur`ân'daki delîli, "فَاَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوٰيهَاۙۖ" âyetidir. Alâmeti, şerîata tâbi' olması, ibâdete ve tâata yönelmesidir. Bu makâma erenler, Allah'a şevkle ibâdet ederler yani ibâdete ve tâata düşkün olurlar bunlar. Farzlarla yetinmezler, nâfile ibâdetlerle de çokça meşgûl olurlar. Bir önceki tavırda angarya gibi yapılan ibâdetler bu tavırda zor gelmez. Ne var ki bunları hep cennet arzusu ve cehennem kokusuyla yaparlar, ihlâs ile yapmazlar. Bunların sıfatları da şunlardır : İlim, tevâzu, tövbe, sabır, şükür, cömertlik, kanâat. Mülhimedekilere, İsm-i Hû zikri telkîn edilir. Sebebi, bunları ihlâsa getirmek içindir, Hakk rızâsından başka maksadı gözetmesinler diyedir. Zîrâ, İsm-i Hû ism-i zâtdır. Yani bu isimde sıfatlar sözkonusu değildir. Bu itibarla "Hû" zikrine devâm eden sâlik, "Benim maksadım ancak Allah'dır, tek gâyem onun rızâsı ve muhabbetidir" demiş olur. Bu da onu ihlâsa ve muhabbetullaha götürür. Sâlikde aşk-ı ilâhî peydâ olur. Bu tavrın en büyük tehlikesi, ucubdur. Zîrâ çok ibâdet eden ibâdetine güvenmeye başlar. Kendini beğenmeye başlar. Pek çok sâlik, hattâ pek çok hoca, âlim bu ucub batağına batarak cehenneme yuvarlanmışdır. Gâyet dikkatli olmak lâzımdır. Bunlar rüyâlarında sesler, sadâlar, neyler, defler, çeşitli sazlar görürler. Bazısı da meşâyihin yâhud enbiyânın ervâhını müşâhede eder. Bazıları rüyâsında meyhâneler görür, şarap görür, şarap içer. Şarabdan murâd, aşk şarabıdır.
- Dördüncü tavır, nefs-i mutmainnedir. Nûr beyazdır. Kur`ân'daki delîli, "يَٓا اَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُۗ" âyetidir. Alâmeti, nefsin hayvânî sıfatlarını kerih görüp, onları terketmekdir. Nefsin boynunu vurmakdır. Bu makâm ehlinin alâmet-i fârikası, Hakk'ın rızâsı olmayan işleri kerih görmesi ve nefsinde günaha hiç meyil ve istek kalmamasıdır. Sâlik bu makâmda, "وَهُوَ مَعَكُمْ أَيْنَ مَا كُنتُمْ" sırrına mazhar olur. Yani gafletden tamâmen kurtulur, ihsân makâmına erer. Bu makâmda rûh-ı Resûlullah ile âşinâlık hâsıl olur. Bu makâm ehli, Hakk'ın "ircıî" hitâbına mazhar olur, onun için sâlik kendini rüyâda idâm edilmiş görür. Yâhud bir koçu kurban ediyor görür. Bu makâmdaki sâlik kalbini Kabe sûretinde görür. Yine bu mâkam ehli, kıyâmetin kopduğunu görür, göklerin yıkıldığını görür. Bu tavırdaki sâlikin sıfatları şunlardır : İhlas, tevekkül, riyâzat, ibâdet, şükür, rızâ. Bu tavrın zikri İsm-i Hakk'dır. Hikmeti şudur ki, bu ism-i şerîf Hakka'dan gayrı ne varsa bâtıl olduğunu ifâde eder. Mühimeden geçen sâlik, ihlâsa ermişdir ama henüz nefsini yok etmemişdir. Bu esmâ ile nefsi ifnâ eder. İkincisi, sâlik bu mertebeye kadar, eğri- doğru, iyi-kötü, lutuf-kahır gibi ikilikler içindedir. Yani olana bitene hep bu ikilik gözlüğü ile bakar. Halbuki Allah bâtıl bir şey yaratmamışdır, O ne murâd etdiyse, hakdır, güzeldir, hoşdur. Bu zikrin tesiri ile sâlik, Hakk'dan gelene rızâ gösterir, her şeyi hoş karşılar, hiç bir şeyi kötü görmez.
- Beşinci tavır, nefs-i râdıyyedir. Nûru sarıdır. Kur`ân'daki delîli, "اِرْجِع۪ٓي اِلٰى رَبِّكِ رَاضِيَةً" âyetidir. Alâmeti, sâlikin efâl-i ilâhiyyeden râzı olmasıdır. Zikri İsm-i Hayy'dır. Hikmeti şudur ki, râdıyye fenâfillah makâmıdır. Râdıyye ehli, rüyâsında ekseriyâ cenneti, cennet nimetlerini ve hûrileri müşâhede eder. Bazısı da âb-ı hâyât görür yâhud içer. Bütün bunlar sâlikin ahlâk-ı zemîmeden kurtulduğunu ve ahlâk-ı hamîdeye sâhib olduğunu gösterir. Bu mertebedeki sâlikin sıfatları, mâlâyaniyi terk, zikir, zühd, verâ, kerâmet ve riyâzatdır.
- Altıncı tavır, nefs-i merdıyyedir. Nûru siyahdır. Kur`ân'daki delîli, yine aynı âyetdedir. "اِرْجِع۪ٓي اِلٰى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَرْضِيَّةًۚ". Alâmeti, Allah'ın ondan râzı olmasıdır. Zikri İsm-i Kayyûm'dur. Hikmeti şudur ki, mardiyye, bekâbillah makâmıdır. Bir önceki tavırda fenâya eren sâlik, Hakk ile bekâ bulur yani Hakk'la kâim olur. Bu tavırda sâlik rüyâsında gökleri, ayı, güneşi görür. Bu mertebede bulunan zevâtın sıfatları şunlardır : Mâsivâyı terk, Hakk'a kurbiyyet, mahlûkata lutuf ve merhamet, tefekkür, marifetullah.
- Yedinci tavır, nefs-i sâfiyyedir. Nûru renksizdir. Kur`ân'daki işâretlerinden biri, "وَمَا رَمَيْتَ اِذْ رَمَيْتَ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ رَمٰىۚ" âyet-i celîlesidir. Alâmeti, beşerî sıfatlardan tamâmen kurtulup Hakk'ın sıfatlarına bürünmekdir, sıbgatullah ile boyanmakdır. Zikri, İsm-i Kahhar'dır. Hikmeti şudur ki, bu mertebeye erişen zât, Hakk ile beraberdir. Yani artık o Hakk'ın bir âleti hükmündedir, kendi irâdesi kalmamışdır. Zîrâ tevhîd-i zât tecellîsine mazhar olmuşdur. Sâfiyye ehlinin rüyâları, ekseriyâ yağmur, kar, dolu, nehir, göl, pınar ve denizdir.