26 Şubat 2019 tarihinde yayınlanmıştır.
Ben burada bir meczûba bir dayak atdım. Burada, bu meydanda. Çünkü öyle îcâb etti. Bilek kalınlığında odunu, sırtında kırdım. Ertesi gün bakdım, o meczûb elinde bir odunla buraya geliyor. Bana saldıracak mı, ne yapacak, bilmiyorum, kendimi korumak için elime bir sopa aldım, bekliyorum. Geldi buraya, dükkândan içeri girdi, "Efendi, dün sopayı sırtımda kırdın, Allah senden râzı olsun, bana çok iyi geldi, şu sopayı al, beni bir daha döv" dedi. "Yok, ben seni dün dövdüm bugün dövmeyeceğim" dedim. "Allah aşkına, ille döv beni" diyerek ayaklarıma kapanıyor.Efendi Hazretleri hâdiseyi şöyle îzâh etmişlerdi :
Buraya senatörler gelmiş, o da buraya gelmiş, şuraya oturmuş, küfür ediyor. Nasıl küfürler ama! Ağzına ne gelirse söylüyor. Çok ayıp oluyor, senatörler var, vekiller var filan. Kalkdım, dışarı çıkıp elinden tuttum, "Yapma böyle, ayıp oluyor, ben bir şey demem ama, içeride büyük adamlar var" dedim. Aldım, oraya ağacın dibine götürdüm. O vakit bu parmaklıklar yokdu. Tekrar geldi buraya. Tekrar küfretmeye başladı. Nasıl küfürler ama! Yine çıkıp kolundan tuttum, yine götürdüm, "İçeride büyük adamlar var, burada otur, küfürünü burada yap, bizim dükkânın önüne gelme" dedim. Yine geldi, buraya oturdu. Bu sefer ben meczûb oldum. O meczûb, ben câzib, çıkdım, bir yakaldım onu ben, ona güzel bir dayak attım, aklını başına getirdim, düzeldi. Ertesi gün sopayı getirmiş bana, "Aman Efendi, bir daha döv beni" diye yalvarıyor. "Yok" dedim.
Bu meczûbun ne kadar netâmeli olduğunu herkes bilirdi. Ona bir kimse fiske ile vursa, hemen başına belâyı satın alırdı. En büyük külhânbeyler bile ondan korkarlardı. Bir seferinde, yirmi tâne polis onu karakola götüremediler. Kolunu ağaca bir taktı, yirmi polis, uğraşdılar, onu ağaçdan çekemediler, en sonunda bırakdılar. O meczûb senelerden beri bu çarşıdaydı. Öleceği günden bir gün önce buraya geldi elimi öptü, bana bir fotoğraf verdi, "Bu fotoğrafı sakla, sende hâtıra kalsın" dedi, ertesi gün öldü.Bazı meczûblar, akıllarını ve şûurlarını kaybedip, tamâmen nefs ve tabîatlarının hükmü altında kaldıklarından hayvanlardan farksız hâldedirler. Bunlar tıpkı hayvanlar gibi yerler, içerler, bağırırlar, çağırırlar, kavga ederler. Bazıları fil gibi kuvvetli olurlar. Zîrâ bunlar, hiç tezkiye-i nefs etmeden cezbeye tutulmuş olanlardır. Söz dinlemeyen hayvanları yola getirmek için ne yapmak gerekiyorsa, hudûdu aşdıkları zaman bunlara da onu yapmak lâzımdır. Tabii herkes buna cesâret edemez, cesâret etse de güç yetiremez. Ancak Allah erleri bunlardan korkmaz ve haklarından gelir.