20 Ekim 2020 tarihinde yayınlanmıştır.
Hani yumurtadan yeni çıkmış yavru kuşlar vardır ya. Onlar, yuvada kalırlar, anaları, onlara yem getirmek için uçar gider. Ana kuş, bir müddet aradıkdan sonra bir yem bulur, onu alıp yavrularına götürmek ister ama bir de, "o yemin altında tuzak olmasın, yem toplayayım derken tuzağa tutulup kalmayayım" der. İşte tıpkı hırsına yenilip tuzağa tutulan bir kuşun kafese hapsolması gibi, başımıza gelen bütün belâlar, uğradığımız bütün derdler, hep tamahdan ileri gelir, nefsimizin bizi mahkûm etmesinden, arzularımızın bize hükmetmesinden doğar.
Ey harîs nefs! Sen kuşdan da betersin çünkü kuş, her yeme gitmez, her yemi devşirmez. Midesi açlıkdan yanıp tutuşur da aklı ona şöyle der : "Bu yanıp yakılmak, tuzağa tutulmakdan yeğdir. Bırak şu yemi de, korkusu olmayan, avcısı bulunmayan bir yerden yem devşir". Sonra öyle bir yeme konar ki orada korku, ürküntü daha azdır. Orası, şerden, zarardan daha uzakdır. Böyle olduğu halde gene de elli kere sağa sola bakar, "Aman leş yiyen bir yırtıcı kuş, yâhud da bir kedi pusuda bulunmasın, sakın beni gâfîl görüp avlamasın, birisi tutup beni bağlamasın" der. Akıllılar, kimi ahmak görürlerse ona gülmek isterler.
Nerde o gerçek er ki, kazandığı yeme, yiyeceğe bakar, "şu gördüğüm, şu kazandığım lokma yüzünden leş yiyen nefs, sakın pusuda olmasın, yâhud şeytana mensûb şehvet kedisi bana kasdetmesin, yâhud da Allah'ın kahır tuzağı, bu yeme, yiyeceğe sataşıp da beni tutmasın" der. "Şu yabancı kadına bakıyorum, sakın boynum tuzakda kalmasın, mahmûr gözlerini seyrediyorum, sakın gayb karaltısı ardında bir gözetleyici bulup da boğazıma sarılmasın" diye düşünür.