16 Ağustos 2018 tarihinde yayınlanmıştır.
Burada bizim için büyük bir ders var. İnsan, hiç beklemediği bir zamanda, hiç beklemediği bir teklifle karşılaşabilir. Bu teklif, maddî bakımdan çok câzib de olabilir. Yapılan teklif iyi niyetli de olsa, yapılacak iş meşru da olsa, her işde esas olan liyâkat ve ehliyetdir. İnsan, yapamayacağı bir işe aslâ tâlib olmamalı, ez kazâ kendisine böyle bir teklif gelirse de aslâ kabûl etmemelidir. Aksi takdirde vebâli pek büyük olur.
Mes'eleye bir başka açıdan bakarsak bir de şunu görürüz. Efendi Hazretleri, hayâtını irşâd hizmetine adamış yani kendisini bu işe vakfetmiş bir insandı. Böyle mukaddes bir vazîfe ile şereflenen bir kimse, hiç onu bırakır da dünyevî bir kazanç ya da makâm peşinde koşar mı? Elbette koşmaz. Efendi Hazretleri, işte bu sebeble, Cenâb-ı Hakk'ın irşâd ordusunda bir nefer olmayı, Yemen imâmının ordusunda paşa olmaya tercih etmişdir.Şeyh Mansûr Efendi, sâdâtdan imiş. Bu yüzden de Medîne-i Münevvere'de ne kadar ziyâretgâh varsa hepsini tek tek bilirmiş. Efendi Hazretlerini her yere bizzat o götürmüş. O yıllarda hacca giden herkes delîl adı verilen rehberlerden tutar ve onların rehberliğinde gezermiş. Bu rehberler hacıları sadece belli başlı birkaç ziyâretgâha götürürmüş. Efendi Hazretleri, Şeyh Mansûr Efendi sâyesinde Medîne-i Münevvere'deki her ziyâretgâha gidebilmiş olmayı Cenâb-ı Hakk'ın büyük bir lutfu olarak zikreder ve Allah'a şükrederdi. Efendi Hazretleri, "İnsanlara teşekkür etmeyen Allah'a şükretmiş olmaz" düstûrunca, Şeyh Mansûr Efendi'nin bu iyiliğine mukâbele olarak da bir sonraki haccında ona kıymetli bir kitap hediye etmişdir.