24 Eylül 2021 tarihinde yayınlanmıştır.
Tasavvuf lisânında ve sôfîlerin dilinde öteden beri dönüp dolaşan bir tabirdir bu. Ama göründüğü kadar basit değildir, çok derin ma'nâları vardır. Büyük sôfîlerden biri, "Cümle halk nazarında âile ferdleri gibi olmadıkça, sôfî gerçek sôfî olamaz" buyurmuşlardır.
E peki nasıl olacak bu iş? Müşrik ile muvahhidi, kâfir ile mü'mini, münâfık ile sâdıkı, âsî ile âbidi, zâlim ile âdili, câhil ile âlimi, deli ile âkili bir mi göreceğiz?
O demek değil elbette. Hiç şübhe yok ki bunlar arasında büyük farklar var, o farkları bileceğiz ama hepsi de mahlûkât-ı ilâhî oldukları için, hiç birinin abes olmadığını bileceğiz, her şeyin yerli yerinde olduğunu anlayacağız. "رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هَذا بَاطِلاً سُبْحَانَكَ فَقِنَا عَذَابَ النَّارِ" âyetini tefekkür edip, hiç bir şeyin bâtıl, lüzumsuz, yersiz, boşuboşuna olmadığını anlayacağız.
Gerçek sôfîler, kâinâta böyle bakdıkları için hiç kimseyi hor ve hakîr görmezler. Kendilerini de kimseden yüksek görmezler. Onlarda kîn, buğz, adâvet filan da yokdur. Tam aksine muhabbet vardır, meveddet vardır, mürüvvet vardır. Onlar herkesin iyiliğini isterler, bütün mahlûkâta hizmetkâr olurlar, adam kayırmazlar, cins ayırmazlar. Neden? Çünkü onlar tevhîd ehlidir. Tevhîdin lafzında kalmamışlar, ma'nâsına ermişler, libâsına bürünmüşlerdir.