Yola Mürşidsiz Gidilmez

22 Kasım 2023 tarihinde yayınlanmıştır.

Tasavvuf

Niyâzi Mısrî Hazretleri, Hazret-i Yûnus'un "Çıkdım erik dalına anda yedi üzümü" diye başlayan meşhûr nutkunun ilk beytini şerhederken buyuruyorlar ki :

İşbu beytden murâd oldur ki, her 'amel şecerinin bir türlü semeresi olur. Zâhirde her meyvenin bir mahsûs şeceri olduğu gibi. Kezâlik, her ilmin bir mahsûs âleti vardır, anın ile hâsıl olur. Meselâ ilm-i zâhirin husûlüne âlet, lugat ve sarf ve nahiv ve mantık ve âdab-ı kelâm ve me'âni ve usûl ve hadîs ve tefsîr ve hikmet ve 'ilm-i hey'etdir. Ve 'ilm-i bâtının husûlüne âlet, evvelâ hulûs-i dâim ve mürşid-i kâmil nefesi ile zikr-i ber-devâm, kıllet-i ta'âm, kıllet-i kelâm, kıllet-i menâm ve 'uzlet-i ani'l-enâmdır. Ve ilm-i hakikatin dahi husulüne âlet, terk-i dünyâ ve terk-i 'ukbâ ve terk-i vücûddur.

Hest-i tâc-ı 'ârifân ender cihân ez çâr terk
Terk-i dünyâ terk-i 'ukbâ terk-i hestî terk-i terk

İmdi, Azîz kuddise sırruh, erik ve üzüm ve ceviz ile şerî'at ve tarîkat ve hakîkate işâret ederler. Zîrâ erik meyvesinin dışı yenir, içi yenmez. Cümle erik gibiler, amel-i zâhirin misâlidir. Üzüm hem yenir hem nice türlü nimetler andan zuhûra gelir. Lâkin içinde bir mikdar riyâ ve sum'a ve ucub vardır. Çekirdeği olmakla amel-i bâtın denilir, hakîkat denilmez. Ve ceviz, sırf hakîkate misâldir. Cevizin içinde aslâ yabana atacak bir şey yokdur. Hem yenir hem nice marazlara, illetlere şifâ olur. 

İmdi, bir kimse erik taleb ederse, erik şecerinden taleb eder. Ve üzüm taleb ederse, bağdan taleb eder. Ve ceviz taleb ederse, ceviz şecerinden taleb eder. İmdi, her kim üzümü erik şecerinden ararsa, ol ahmakdır. Kuru yere zahmet çeker, emeği hebâdır.

Pes, imdi bu malûm olduysa, bir kimse zâhir 'amelinin salâhı ve fesâdın bilmek isterse, anı şerî'atdan taleb eyler ve fıkıh kitâblarına mürâca'at eyler, bilir, öğrenir, amel eyler. Ve eğer' amel-i bâtının ıslâhın ve fesâdın ve tenezzülün ve terakkisin bilmek isterse, telkîn-i mürşid ile, usül-i esmâ ile, gönül kitâbına ve 'ilm-i ta'bîre mürâca'at ile, her gün vâkı'ada ne görürse, mürşidine arz eyler, o da ana ahvâli beyân eyler, andan ol müşkili hallolup sülûk eyler.  

Ve bir kimse, 'ilm-i hakikat ve ma'rifet-i nefs, ki ayn-ı ma'rifet-i Rabb'dir, bu 'ilmin zevkine ve hâline irmek isterse, mürşid-i kâmilin terbiyesiyle riyâzat-ı şâkka ateşiyle nefsin cemî' evsâfını ve beşeriyyet ve enâniyyet ahlâkını yakup, gönülden nefy-i mâsivâ ile mahv-ı vücûd-i küllî kıldıkdan sonra ayn-ı vücûd-ı hakîkî kılup, ol fenâsı ayn-ı bekâ olmak ile olur. 

İmdi, bu üç 'ilmin başka başka tarîki vardır. Yoluyla taleb olursa, ümîddir ki, az zamanda maksûduna nâil olur. Nitekim eriğin ve üzümün ve cevizin başka başka şecerleri olup her biri kendi şecerinden taleb olunduğu gibi. 

İmdi, bir kimse zâhir 'amelini işlerken, "İlm-i bâtını ve iilm-i hakikati zâhir 'ameli ile ele getiririm" dese ve andan bir alay zahmet çekse, meselâ kendiliğinden esmâya  müdâvemet eylese ve oruçlar tutsa ve halvetler çekse, ol kişinin misâli erik şecerinden üzüm taleb etmeğe benzer. 

Bostan ıssı, mürşid-i kâmildir, "Niçin yersin kozumu" diye kakıdığı tenbîhdir ki, "Niçin olmaz yere ta'ab çekersin! Sen üç ilmi bir uğurdan bir 'amel ile ele getiririm mi sanırsın! Her birinin başka başka 'ameli, vakti ve mu'allimi ve mürşidi vardır" diye ehl-i kemâl, bunlar gibi indîce sülûk edenleri gördükde, azar edüp, "Niçün böyle edersin! Evvelâ sana lâzım olan, var, her meyvenin kendi şecerinden bitdiğini bil. Andan sonra 'amele mülâzemet eyle. Senin misâlin buna benzer ki, bir kimsenin bahçesinde uğruleyin erik ve üzüm yemeğe çıka, dahi ceviz taşlaya". Bostancı anı gördükde, "Niçin yersin kozumu" dediği, hakîkat 'ilmi mürşid-i kâmilin 'ilmi ve mülküdür. Ve anın âleti nedir anı bilmeğe isti'dad kesb etmekdir. Mürşid-i kâmilin izni ve terbiyesiyle riyâzât-ı şâkkadır ki ana kemâl-i teslîmdir. Ve kendi renginden çıkup mürşidin rengiyle hem-reng olmakdır.
İmdi, mürşid görürse ki bir kimse kendiliğinden esmâya ve riyâzata müdâvemet eyler, ana der ki, "Sâhibinden izinsiz bahçeye niçün uğrulamaya girersin!" Pes imdi, ilm-i tarîkat ve ilm-i hakîkat mürşid-i kâmilin bahçesidir. Ve müdavemet-i esmâ ve riyâzat ol bahçenin kapısıdır. Her kim ki kendi kendine sülûk eyler, bir gayrı kimsenin bağına uğruluğa girmiş gibi olur. 
Bunun hâriçde misali şuna benzer. Bir kimse, bir alay dülger âlâtın pazardan alsa ve kendiliğinden dülgerlik etmek istese, ol kimse o sanatı işlemeye mübâşeret etdikde ve her murâd etdiği işte hangi âlete yapışacağını bilemez. Bir üstâd anı görse, "Bre sanat uğrusu! Bizim sanatımızı uğrulamak mı istersin? Bizim âlâtımızı niçün aldın?" der. Eğerçi ol kimse ol âlâtı pazardan akçesiyle almışdır.
İmdi, Azîz'in bu beytden murâdı, "Ben şerî'ata ve tarîkata ve hakîkata kendi bildiğim gibi 'amel etmekle mürşidsiz vâsıl olurum" deyu sa'y idenlerin ahvâlini bu mislli tarîk ile beyân buyurur. Mürşidsiz bu yola giden kimsenin hâli şuna benzer ki, her meyve hangi şecerde bitdiğini bilmeye, gönlü üzüm istedikde, erikde biter sanup erik ağacı deyu ceviz ağacına çıkan kimse gibi olur.  demek ister. Mesela a'mâ olan cümle renkleri siyah sandığı gibi. 
İmdi, Yûnus Emre kuddise sırruh, bu hâli, kendüye nisbet etdiği câizdir ki kendi bir zaman böyle mürşidsiz çalışup bir şey hâsıl edemeyüp sonra mürşide vardı ola. Bu dahi câizdir ki, kendi yüzünden murâdı gayrılara ta'rîz ve tenbîh ola. Vallahu a'lem bi's-sevâb.
Çıkdım erik dalına anda yedim üzümü
Bostan ıssı kakıyıp der ne yersin kozumu
Listeye geri dön