Zâhir İlmi Bâtın İlmi

17 Temmuz 2021 tarihinde yayınlanmıştır.

Hazret-i Musa
Büyük mürşidlerimizden Azîz Mahmûd Hüdâyî Kaddesallahu Sırrahu'l-Fettâhî Efendimiz Hazretlerinin sohbetlerindendir :

بِسْــــــــــــــــــــــمِ اﷲِارَّحْمَنِ ارَّحِيم
قُلْ هَلْ يَسْتَوِي الَّذ۪ينَ يَعْلَمُونَ وَالَّذ۪ينَ لَا يَعْلَمُونَۜ

Hakk Sübhânehû ve Teâlâ Kitâb-ı Kerîminde buyurur ki, "Habîbim sen de, hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?" Kaçan olurlar?

Tahkîk, maârif-i ilâhiyye ile müteazziz olamazlar, illâ ukûl-i hâlise sâhibleri olur. Şübhe ve zunûndan, şek ve evhâmdan hâlise ukûl erbâbı olur. Ancak ilim dedikleri, bir nesneyi mücerred bilmeye ve temyîz etmeye derler. 

İlim mertebesinin birisi, şu ulemâ-yı zâhirin yazıp çizdikleri ki o ilm-i ahkâmdır. Vâkıa 'lm-i ahkâm ki helâl ve harâm, ferâiz ve sünen ise hiç bunları bilenle bilmeyen bir olur mu? Orta mertebesi, ilm-i billahdır. Onu bilenlerle evvelki mertebede olanlar berâber değillerdir. Asıl murâd odur. Kişi hemân ol mertebede kalmamak gerekdir. Öteye çalışmak gerekdir. Hazret-i Mûsâ'ya göre Hızır ol ilim için gönderildi, kelîmullah iken, sâhib-i şerîat iken.

Hazret-i Mûsâ bir gün vaaz ederken, "Şimdi yer yüzünde a'lem kimdir?" diye O'na sordular. "Benim" buyurdular. Vâkıa, sâhib-i Tevrât kelîmullah, ne müşkil olsa, öteden sorar bilir. Böyle olunca, Hakk Sübhânehû ve Te'âlâ hitâb etdi, "Yâ Mûsâ, mecme'al-bahreynde benim Hızır diye bir kulum var, O senden a'lemdir" diye buyurdu. Mûsâ hiç demedi, "Ben kelîmullah olam, sâhib-i şerîat olam, neden benden a'lem ola?". Hemen "N'ola elbette biz onu bulmağa cehd ü sa'y ederiz yâhud dehr yoluyla mürûr ede" dedi. Neyse, Yûşâ bin Nûn Hazretlerini bile aldı, balıcak pişirdiler. Niçin balık aldılar, gayrı nesne almadılar, onun dahi sırrı vardır, dersek söz uzar. Hâsıl-ı kelâm, vardılar, Hızır'a selâm verip eyitdi, "Şu Hakk Teâlâ'nın sana verdiği ilmi bize de öğret" dedi. Gör Hızır'ın dahi istiğnâsın, ifnâ etmek ister, "Benim bildiğim ilme sen sabretmeğe kâdir değilsin" dedi. Mûsâ'nın kemâl-i teslîmini gör ki, "سَتَجِدُنِي إِن شَاء اللَّهُ صَابِرًا وَلَا أَعْصِي لَكَ أَمْرًا setecidünî inşâallahu sâbiran velâ 'asî leke emrâ", "inşâllah" dedi, "beni sabredici bulursun, senin emrine karşı gelmem" dedi. Hızır bu kadar taleb görünce, "Şimdi olmaya ki benden bir nesne sudûr etdiğinde hemen onu sorasın" dedi. Gitdiler. İlm-i melekûtdan üç nesne gösterdi. Cümlesini dersek tafsîl olur. 

Giderek deryâ kenârına geldiler. Biri ilm-i melekûtun kâbili, biri ilm-i mülkün. Ne bilirler, fukarâ diye kimse bunları gemisine almadı. Âkıbet bir gemici, "Bre gelin ben sizi alayım fakîrler" dedi, gemisine aldı. Neyse gitdiler, tam çıkacak zamanda, kenara karîb olduğu gibi, Hızır geminin bir tahtasını kopardı. Hazret-i Mûsâ sabredemeyip eyitdi, "Niçin böyle etdin! Bir alay mesâkînin maîşetleri bununladır. Husûsan gayrı gemiciler bizi almadı, bunlar aldı" dedi. Hızır, "Ha ben sana demedim mi, sabredemezsin" dedi. Mûsâ geri itirâz etdi. Hâsıl-ı kelâm, cümlesinden sonra, Hızır, "Gel imdi o sabredemediklerinin asıllarını ben sana deyivereyim" dedi.

Ammâ ol gemi ki tahtasını kopardım, sâhibleri bir alay fakîrlerdi. Verâlarında bir pâdişah-ı zâlim var idi ki sefîne-i sahîha ve sâlime ki geleydi gasb ile alırdı. Pes o fakîrlere terahhümen kopardım ki, bir vîrâne imiş diye almayalar, kurtulalar. Bir tahta hod cüzîdir, geri yaparlar.

İmdi ne söz. Ulemâ-yı zâhir ilm-i mülkün zîynetleridir. Âlem-i mülkün nizâmına sebebdirler. Lâkin hemen onda kalmamak gerek. Bu ilm-i zâhir, amele âletdir. İmdi ilm-i zâhir amele âlet olduğu gibi amel de ilm-i billaha âletdir. Ulemâ-yı zâhir, âlem-i mülkün ziynetleridir, ulemâ-yı bâtın âlem-i melekûtun ziynetleridir. 

Bir kimse, Sadreddîn Konevî Hazretlerinin evsâfın işitti, tâ Konya'ya geldi, "ilm-i zâhirden musâhebet edem" diye buna her ne derse karşıladı. Sadreddin Hazretleri,  "Baka kişi! Otuz yıldır ki ben bu ilm-i mülke bakmayıp dururum. Bu gece sabreyle yarın ne soracaksan sor" dedi. Yarındesi oldu, ne ise, "Ha sor" dedi, "Ha cevâbını ver" dedi. Âhir, Sadreddin eyitdi, "Nedir bu senin etdiğin! Ha sorarsın, ha sorarsın, sorduğun bir avradın karnından sorarsın, ne istersin? Filan maârif-i ilâhiyyeden nen var, getir göreyim" dedi. Böyle deyince neye uğradığını bildi. "Gel imdi beni kabûl eyle, aradan getireyim, beni dahi bu ilimden haberdar eyle" dedi. "Kaç yıldır bu ilme çalışdın?" diye sordu. "Heftâd ü dü sâl hest ki derin ilim sa'y-gerdeyim, yetmiş iki yıldır ki bu ilme sa'y eylemişim" dedi. "Yetmiş iki yıl dahi nesne bilmezem demek gereksen bu ilmi bilmeğe lâyık olasın" dedi. Murâdı red değildir. Halbuki ifnâ etmek ister.

İmdi beğim, elbette bir kişi kendinden a'lem işittikde varıp ona öğrenmek gerek, çalışmak gerek. "وَفَوْقَ كُلِّ ذ۪ي عِلْمٍ عَل۪يمٌ ve fevka zî külli 'alîm"

Mûsâ ile Hızır'ın bu muâmelesinden sonra Hızır gördü ki, Mûsa bu fikirde ki "bunun ilmi ne ilimdir". Meğer ol hînde bir kuşcağız geminin direğinden deryâya inip burnun bir iki batırdı. Çıkdı yine geminin direğine kondu. Hızır eyitdi, "Yâ Mûsâ, şu kuşcağızı gördün mü? Burnuyla deryâdan ne aldı? İmdi senin ve benim ilmim, Allahu Teâlâ'nın ilm-i şerîfi katında ona nisbet hemân kuşun deryâdan aldığıdır".

İmdi ilim ilim deyip gezdikleri ol ilimdir. Bu ilim de ne güzel ilm-i şerîatdir. Lâkin bu ilim ol ilme katar gibi olmuşdur. Çalışmak gerek, bu ilmi amele götürmek gerek, tâ ki amelden bir nûr zâhir ola, ol ilme sebeb ola.

Mevlânâ Celâleddîn Rûmî ki Molla Hünkâr derler Konya'da medfûndur, Alaaddin'in müftîsi idi. Öteden Şems-i Tebrîzî'ye işâret olur ki, "Rûm'da bir kâbil şahıs vardır, var terbiye eyle". Şems-i Tebrîzî geldi, meğer Molla dahi dershânede ders verirmiş, kapıdan içeri bir köşede oturdu.  Molla dersini anlatır idi, dervîş ki hiç tınmadı. Neyse de ders tamâm oldu, dervîşi gördü, söyleşdiler. Bakdı ki musâhabetinde rûh var, meğer Molla dahi üç günde bir iftâr ederdi, eyitdi, "Dervîş, bugün iftârım günüdür, seninle bir tâam yiyelim" dedi. Kalkdı içeri gitdi ki bir nesne ihzar ede. Hemen dervîş kütübhânesinde olan kitâbları cümle derdi, şadırvanın içine doldurdu. Gördüler, "Hey ne işlersin!" dediler, bakmadı. Molla'ya haber etdiler. "Hâtırına değmediniz ola" dedi. "Yok, lâkin şöyle etdi" dediler. Bu kerre Molla geldi, gördü, kurcalamak ister, "Molla gücendin mi yoksa?" dedi. "Yok ne gücendim, ne olsa gerek. Okuduğum ve yazdığım nesnelerdir. Yalnız bir kitâb var hâtırası vardır, onu aradım" dedi. Şeyh Attâr Hazretlerinin tasnîfi Mantıku't-Tayr'ı var idi. Dervîş elin sokdu, suyun içinden çıkardı, birkaç eliyle şöyle vurdu, toz çıkdı. "Ha işte kitâbın bu mudur?" dedi. Bu kerre Molla dahi, "Benim istediğim sensin" dedi, pekçe yapışdı.

İlim ilim bilmekdir
İlim Hakk'ı bilmekdir
Sen Allah'ı bilmezsin
Bu nice okumakdır
Listeye geri dön