6 Haziran 2024 tarihinde yayınlanmıştır.
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri Aşk Yolu Vuslat Tarîki nâmındaki eserlerinde buyuruyorlar ki :
Ey Hakk'a tâlib! Allahu Teâlâ'yı sevmek, Allahu Teâlâ'nın sevgisine lâyık olmak, Hakk'da yok olarak Hakk ile ebedî kalmak isteyen, o mahbûb-u hakîkînin sevgisine mazhar olmayı, onunla sevişmeyi, bilişmeyi ve buluşmayı ve bütün bu büyük nimetlere ermeyi arzu ve murâd edenler, mutlaka aşk yoluna girmelidirler. Bir ârif-i billahın elini tutmalıdırlar. Zîrâ el ele, el Allahu Teâlâ'yadır.
Bu nimet ve mazhariyyete erişebilmenin tek yolunun ancak ve yalnız zikr-i ilâhî olduğunu Habîb-i Edîb-i Kibriyâ haber vermekdedir. Şâh-ı Velâyet Hazret-i İmâm-ı Ali kerremallahu vecheh ve radıyallahu anh bir gün iki cihânın fahri ve rahmeten-lil-âlemîn olan Habîb-i Edîb-i Kibriyâ'ya sordular, "Yâ Resulallah, Allahu Teâlâ'ya erişmenin en kısa ve kestirme yolu nedir?". Seyyidi'l-mürselîn Efendimiz Hazretleri, saâdetle şu cevâbı verdiler : "Ya Ali, Allahu Teâlâ'ya erişmenin en kısa ve kestirme yolu zikr-i ilâhîdir".
Zikirlerin efdali olan, cennet kapılarını açan, cehennem kapılarını kapatan, nârı nûra çeviren o kelime-i tayyibe-i münciyyedir ki "LÂİLÂHEİLLALLAH" ikrâr ve tasdîkinden ibâretdir. Bütün peygamberler, Allahu Zü'l-Celâl ve'l-Kemâl Hazretleri tarafından bu yüce kelimeyi telkîn ve talîm için gönderilmişlerdir. Yüz suhufun esâsı ve dört kitâbın ma'nâsı bu yüce kelimedir. Arş, Kürsî, Levh, Kalem, Sidre-i Azîm, yerler ve gökler ve yerlerle gökler arasında görünen veya görünmeyen, bilinen veya bilinmeyen bütün âlemler, bu yüce kelime için halk ve îcâd buyurulmuşdur. Allahu Teâlâ'nın rahmetini, bu mübârek kelime cûş u hurûşa getirir. Bütün âlemler, bu kelime-i tayyibe sâyesinde rahmet-i ilahiyyeye mazhar olur. Günahkarlar, bu yüce kelime hürmetine bağışlanır ve affolunur. Münkirler ve münâfıklar dahi, bu kelime izzetine bir lokma ekmek ve bir yudum su bulabilirler. Bu mübârek kelime, Arş'ın direğidir, Kürsî'nin dayanağıdır. Denizlerin dalgaları, rüzgarlar ve fırtınalar, göklerde uçan kuşlar, gül dalında öten bülbüller, enginlerde yol alan gemiler, gökyüzüne havalanan uçaklar, bütün madenler, makineler her şey ama her şey bu yüce kelimeyi ikrâr ve tekrâr ederek hâllerince terennüm ederler.
Kâinât, muazzam bir dergâhdır, ay, güneş ve yıldızlar bu dergâhın parlak ışıklar saçan kandilleridir. Bu dergâhın dervîşleri de bütün mevcûdât ve zâkirleri bütün mahlûkâtdır. Gülden o koku geliyordu, âşıkdan o ses işitiliyordu. Bülbüller o kelimenin sâhibi için şakıyordu. Kâfirler, bilmeden ve farkında bile olmadan inkârları ile O'nu ikrâr ediyorlar, bilmeden ve farkında olmadan O'nu zikrediyorlardı. Her yerde O, her şeyde O idi. O, her şeyi halketmiş ve her şeyi ihâta eylemişdi. O'ndan gayrı yokdu, ancak O vardı. Ebediyyen vâr olacak da yine O idi. O'nun evveli yokdu. O, evvellerin evveli, O, âhirlerin ahiri idi. Zâhir O idi, bâtın O idi, kâdir O idi, nereye bakılsa gizli veya âşikâr hep O idi. Her yerde ve her şeyde O'nun eşsiz kudreti, emsâlsiz san'atı görülmekde idi. O, Hayy ve Dâim, O her şeyde ve her yere Kâim idi.
İşte, LÂİLÂHEİLLALLAH O'nun ismi idi. İsimden müsemmâya varmanın yollan ve çâreleri de gösterilmişdi. Bu, ancak onu zikretmekle mümkündü. LÂİLÂHEİLLALLAH, O'nun en sevdiği ismi idi. Bu ismiyle çağırana mutlakâ cevâb verir, bu isimle ananı boş çevirmezdi. Onun için, âşıklar ve sâdıklar her nefesde LÂİLÂHEİLLALLAH diye çığrışırlardı. Bugün de âşıklar ve sâdıklar LÂİLÂHEİLLALLAH tevhîdine devâm etmekdedirler. İlâ yevmi'l-haşr-i ve'l-karâr yeryüzünde tek bir mü'min kalıncaya kadar LÂİLÂHEİLLALLAH devâm edecekdir. Zîrâ, bu isim dağları devirir, bu isim zulmeti nûra çevirir. Bu isim, şakîleri sa'îd eder. Bu isim, bütün şerleri ba'îd eder. Bu isim, gönüllerin pasını arındırır. Bu isim, kulu kurb-ı ilâhîde barındırır. Bu isim, âşıkı ma'şûka götürür. Bu isim, bütün güç işleri bitirir. Bu isim, kulu Hakk ile beraber eder. Bu isim, kişiyi ahdine sâdık er eder. Bu isim, bütün derdlerin devâsı, onulmaz yaraların şifâsıdır. Bu isim, âşıka gözyaşları dökdürür. Bu isim, münkir ve münâfıklara kök sökdürür. Bu isim, ağlayanları güldürür. Bu isim, kulu maksûduna erdirir. Âşık ile ma'şûkun ismi, bu isimde cem' olur ve bu birleşmeden "fe kâne kâbe kavseyn" âyet-i celîlesinin sırrı zuhûr bulur.
Kişi, sevdiğini çok çok zikretmez mi? Bu zikretmesi, sevdiğini unutmak kaygusundan değil, aşkını bu yoldan ifâde etmek istemesinden ileri gelmedtedir. Cidden ve hakîkaten sevenin, sevdiğini unutması veya unutabilmesi mümkün ve muhtemel midir? Elbette değildir. Buna binâen, Allahu Teâlâ'yı zikretmek O'na bir nevi aşkını ilân ve i'lâm etmek demekdir. Onun için de, âşıklar her zaman, her yerde ve her vesîle ile Hakk'ı zikrederler. Zikrettdikçe de, aşk ve muhabbetleri artar, her zikir aşklarına aşk katar. İnsan, kul iken sevdiğini unutmazsa, unutmakdan, unutkanlıkdan ve dalgınlıkdan münezzeh ve mu'arrâ olan Allahu Zü'l-Celâl ve'l-Kemâl Hazretleri kulunu unutur mu, onu va'detdiği gibi zikretmez mi? Netekim, bütün bu âlemleri onun aşkı içün halk ve îcâd buyurduğunu alenen i'lân ve beyân buyurduğu Habîb-i Edîbini nasıl ki tevhîdi ile zikrediyorsa, zikreden bütün kullarını da elbette unutmayacak ve sevecekdir, o kulunu zikredecekdir.
Günlük hayatımızda da pratik bir çok örneklerini görebileceğimiz kesin deliller vardır. Bir kimse, birini aşk-ı mecâzî ile seviyorsa onu dilinden düşürmez, her fırsat ve vesîle ondan söz açar, onun adını anar hep ondan bahseder. Hattâ yalnız kendisi anmakla yetinmez, dinleyenlerin de ondan söz etmelerini ve ismini söylemelerini ister ve bekler. Dilinde sevgilisinin adı, gözünde sevgilisinin hayâli, kalbinde sevgilisinin aşk ateşi yanmakda, dâimâ onu anmakda, her andığında sevdiğine biraz daha yaklaşdığına inanmakda ve günün birinde onun da kendisini sevebileceğini sanmakdadır. Onun için de gece rüyâsında ve gündüz dünyâ gözüyle sevgilisini görmek sevdâ ve iştiyâkındadır.
Oysa, aşk-ı hakîkî ile Allahu Teâlâ'yı sevenler ve Allahu Teâlâ'nın da sevdikleri nasıl olur da, sevdiklerinin zikrini terkederler? Allah adı âşıkın cânıdır, îmânın bürhânıdır. Sultanlar sultanının bu mübârek ismi, LÂİLÂHEİLLALLAH'dır. İsm-i celîl-i ilâhî, Allahu Teâlâ'nın metîn kalesi, nûr burcunun bâlâsı ve anılacak isimlerin en a'lâsıdır. O'nun ismini zikredenlerin kalbleri nûr, gönülleri mesrûr, sa'yleri meşkûr, günahları mağfûr olur.
İsm-i celîl-i ilâhî her okunduğunda, her LÂİLÂHEİLLALLAH tevhîdinden sonra, MUHAMMEDÜ'R-RESÛLULLAH kelime-i şerîfesini de dille söylemek lâzımdır. Dil ile söylenmezse, okuyanın her tevhîdden sonra gönülden düşünmesi gerekir. Böyle yapılırsa, okunan tevhîdin feyz ü bereketi tez ele gelir. Allah âşıkları, zikirden hâl alır ve âşinâ-yı rûh olurlar, dünyâ ve ukbâda devlet ve izzet bulurlar. Zikretmek, Allah âşıklarına nefes alıp vermek, su içmek gibidir. Bir kimse, nasıl ki teneffüs etmeden ve su içmeden yaşamıyorsa, Allah âşıklarının da Allahu Azîmü'ş-Şân'ı zikretmeksizin yaşayabilmeleri mümkün ve mutasavver değildir. Allahu Teâlâ'yı zikredenler, bu âlemde dîdâr-ı Hakk'ı görürler, şâd ü handân olurlar, huzûr ve sükûn bulurlar. Kaldı ki, bu âlemde Hakk'ı göremeyenler, ebedî âlemde de Hakk'ı göremezler, iki âlemde de, hâk-i pây-i Resûl'e yüz süremezler. Habîb-i Edîb-i Kibriyâ'nın mübârek ayaklarının tozunu gözlerine sürme diye çekemeyenlerden daha bahtsız ve kutsuz kimse düşünülemez.