29 Mayıs 2024 tarihinde yayınlanmıştır.
Mürşid-i Azîzim Muzaffer Efendi Hazretleri, Amerika'daki bir radyo sohbetinde, zikir âyîninin mâhiyeti ve zikre katılanların takınması gereken tavır hakkında bir soru sorulunca buyurdular ki :
Programı sunan kişi, "Çok basit bir soru belki ama Allah nedir?" diye sorunca Efendi Hazretleri buyurdular ki :Zikrullah, Allah'ın isimlerini lisâna getirerek zikretmek, aynı zamanda Cenâb-ı Hakk'ın muhabbetini kalbimizde bulmak üzere yapdığımız bir fiildir. Hem sevdiğimiz zikrederiz, hem de Allah'ı unutanlara, Hakk'ı, Allah'ı hatırlatırız. Çünkü zikrin karşılığı, unutmakdır yani nesiydir, zikir de hatırlamakdır. Öyleyse biz sevdiğimizi zikrederiz ve unutanlara da sevdiğimizi ve Hakk'ın esmâsını hatırlatırız.
Öyle olunca, zikrullaha gelecek olan kimseler, zikrin fazîletini ve kadr u kıymetini anlarlarsa ve bilirlerse, buradan boş çevrilmeyeceklerini, taraf-ı ilâhîden boş çevrilmeyeceklerini ve onların gönüllerinin arzularını ve murâdât-ı hayriyyelerinin verileceğini bilmelidirler. Zîrâ zikredenle, zikir meclisinde bulunan, Allah'dan mükâfâtı müsâvî alır. Yani zikrullaha hüsn-i niyetle gelen bir kimse zikredenlere bağışlanır, onlarla beraber Hakk'ı zikretmiş olur. Çünkü yalnız lisânen zikir olmaz, kulakla işitmek de zikirdir.
Allah, kâinâtın hâliki ve mâliki, müstakillen mâliki ve haliki, esmâsıya malûm, âsârıyla meşhûddur. Çok güzeldir, güzeli sever. Allah diyeni mahrûm etmez, zikredeni zikreder, şükredenin nimetini ziyâde kılar. Bizi yokdan vâr eden, bizi öldüren ve dirilten, O'dur. Bizi yediren, içiren O'dur. Altımıza kürreyi döşedi, semâyı, göğü direksiz üzerimize kaldırdı, gündüz güneş ile gece ay ve yıldızlarıyla semâyı süsledi. Verdiği nimetler saymakla tükenmez. Her şey O'nundur ve bize ihsânı nâ-mütenâhîdir. İşte bu sevgiliyi biz zikrediyoruz ve bu sevgiliyi unutanlara hatırlatıyoruz ki, bunu zikretsinler.
Allah, kâinâtın hâliki ve mâliki, müstakillen mâliki ve haliki, esmâsıya malûm, âsârıyla meşhûddur. Çok güzeldir, güzeli sever. Allah diyeni mahrûm etmez, zikredeni zikreder, şükredenin nimetini ziyâde kılar. Bizi yokdan vâr eden, bizi öldüren ve dirilten, O'dur. Bizi yediren, içiren O'dur. Altımıza kürreyi döşedi, semâyı, göğü direksiz üzerimize kaldırdı, gündüz güneş ile gece ay ve yıldızlarla semâyı süsledi. Verdiği nimetler saymakla tükenmez. Her şey O'nundur ve bize ihsânı nâ-mütenâhîdir. İşte bu sevgiliyi biz zikrediyoruz ve bu sevgiliyi unutanlara hatırlatıyoruz ki, O'nu zikretsinler.
Hazret-i Muhammed, sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu : Allah'ın bir takım melekleri vardır, bunlar kürre-i ardı dolaşırlar, nerede bir zikir meclisi görürlerse oraya toplanırlar. Melekler zikre iştirâk ederler ve Allah'ı zikredenleri görürler. Sonra zikir meclisi dağılır, melekler makâm-ı malûmlarına varırlar, makamlarına varırlar. Allah sorar meleklerine, "Neredeydiniz?". Melekler derler ki, "Yâ Rabbi, gecede gündüzde, semâda ardda, bilinen bilinmeyen her yerde, her şey sana malûmdur, nerede olduğumuzu biliyorsun". "Evet biliyorum ama sizle konuşayım ki kullarım duysun. Kullarım ne yapıyorlardı?". "Yâ Rabbi, seni zikrediyorlardı". "Peki beni niye zikrediyorlardı?". "Kişi sevdiğini çok zikreder, seni seviyorlar onun için zikrediyorlardı". "E peki benim cemâlimi onlar görmüşler mi? Nasıl bana âşık olmuşlar?". "Yâ Rabbi eşyâyı, eşyâdaki bulunan kudretini, kuvvetini, heybetini, satvetini, azametini görmüşler ve sana teslîm olmuşlar ve âşık olmuşlar". "Demek ki eşyâdaki kudretimi, kuvvetimi, azametimi görmüşler, bana âşık olmuşlar, ya beni görselerdi ne yapacaklardı?". "Yâ Rabbi, bir kısmı da senin celâlinden korkmuşlar, 'biz Allah'ı seviyoruz ama Hakk Teâlâ bizi sevmezse bizim halimiz nice olur' demişler, celâlinden korkuyorlar, onları sevmediğinden korkuyorlar, içlerinde arzuları ve istekleri var senin aşkına". "Kalblerindeki bulunan şübheyi gidersinler, onlara cemâlimi göstereceğim. Müjde ver". "Yâ Rabbi, zikre iştirâk etmeyen, oraya toplanan bir takım insanlar vardı, onlar, zikrullahı seyrediyorlardı. Bunlar hakkındaki muamelen ne acaba?. Bunu da öğrenmek istiyoruz Yâ Rabbi". "Zikir meclisine gelip zikrullahı seyredenleri de zikredenlere bağışladım, onlara da cemâlimi bahş edeceğim, vaad ediyorum".
Öyleyse, zikrullahda bulunan, Allah'ı zikredenlerle, zikri seyreden, zikre gelen kişiler de aynı ecre, aynı sevâba, aynı derecâta mâlik olurlar.
Program sunucusu, "Allah'ın sıfatlarını o kadar güzel tarif etdiniz ki, bundan anladığım kadarıyla kulun Allah ile münâsebeti aklî bir îmânla olamaz, doğrudan bir tecrübe gerekiyor, acaba bu tecrübeyi îzâh edebilir misiniz?" diye sorunca Efendi Hazretleri buyurdular ki :
Aklîdir ama akl-ı me'âş değildir, akl-ı me'âddır. Akl-ı me'âş, insanları bir dereceye kadar, bir yere kadar götürebilir, ondan sonra akl-ı me'âd ve aşk başlar. Ondan sonra, Hakk ile münâsebetler, zevke girer. Zevke girince, zevk, lisânla ifâde edilmez, ancak tadılırsa bilinir, tadmayan bilmez. Zîrâ kör için renk sağır için âhenk yokdur. Ve işte insan, bu makâma ererse, bu münâsebete, o vakit nereye bakarsa, Hakk'ın cemâlini görür. Zîrâ Kur`ân-ı Kerîm'de Allah gene der ki, "فَاَيْنَمَا تُوَلُّوا فَثَمَّ وَجْهُ اللّٰهِۜ fe eynemâ tüvellû fe semme vechullah", siz nereye dönerseniz benim cemâlime dönersiniz.
Mûsâ Peygamber, Tûr'da Allah'la konuşduğu vakitde, bundan cesâret alarak, "Yâ Rabbi, bana cemâlini göster" dedi. Allah böyle naklediyor Kur`ân'da. "وَلَمَّا جَٓاءَ مُوسٰى لِم۪يقَاتِنَا وَكَلَّمَهُ رَبُّهُۙ قَالَ رَبِّ اَرِن۪ٓي اَنْظُرْ اِلَيْكَۜ ve lemmâ câe Mûsâ li mîkâtina ve kellemehû rabbuh, kâle rabbi erinî enzur ileyk". Allah dedi ki, "قَالَ لَنْ تَرٰين۪ي kâle len terânî", "Sen beni göremezsin yâ Mûsa, ben istersem kendimi sana gösteririm. Ben cemâlimi âşıklarıma sakladım. Sen makâm-ı nübüvvetde olduğun hâlde, bunu görmeye tahammül edemezsin". İşte orada Cenâb-ı Hakk diyor ki Mûsâ Peygamber'e, "Yâ Musâ, ben dağa tecellî edeceğim, dağ beni görmeye kâdir olursa, sen beni görebilirsin". Allah ile münâsebet eden, münâsebetde bulunan kullar ki yani akl-ı me'âşı geçmişler, o kimseler, dağlardan daha kavîdirler. Zîrâ Cenâb-ı Hakk tecellî etdi, dağ dümdüz olmuşdu, erimişdi.
Gene Kur`ân-ı Kerîm'de diyor ki Cenâb-ı Hakk, "Eğer biz Kur`ân'ı dağlara indirseydik, dağlara indirseydik, sözümüzü isbât ediyoruz, dağlara indirseydik, dağlar benim haşyetimle, benim celâlimle dümdüz olurdu, erirlerdi. Fakat insanoğullarına o makâmı verdim ki, Kur`ân'ı dinledikleri hâlde, onlar erimiyorlar. Neden? Zîrâ onlara o mertebeye yükseltdim yani o kudreti, o kuvveti, o tahammülü verdim" diyor. İnsanoğluna dağlardan daha çok büyük kuvvet veren nedir? Aşkdır. Kim ki aşk tâcını başına koydu, o, cemâl-i ilâhîyi görmeye tahammül etdi.