25 Ağustos 2023 tarihinde yayınlanmıştır.
Bir kaç haftadan beri aynı âyetden, ma'nâ-yı Kur`âniyyeden, Allah'ın bize nasîb ettiği kadar, sizlerin nasîbi kadar sizlere teblîğ etdik, açıkladık, söyledik. Gene aynı âyetden bir mikdar daha söyleyeceğiz. Okumuş olduğum âyet yâhud Kur`ân-ı Mübîn'in herhangi bir âyetinden kıyâmet gününe kadar bütün insanlar akıllarını birleştirip, ilimlerini birleştirip anlatsalar, insanların lisânı ve ilmi tükenir fakat Allah'ın kelimâtına nihâyet olmaz.
Kur`ân-ı Kerîm, yedi ma'nâ üzerine, yedi harf üzerine nâzil olmuşdur. Yedi sınıf kimseye hitâb eder. Yetmiş, yedi yüz, yedi bin, yedi milyon, yedi milyar da ma'nâsı vardır fakat insanların akıl ve idrâk terâzîsi bunları çekemez. Akıl ve idrâk terâzîsinin mâverâsındadır bu âyât u beyyinât. Onun için bunlar esrâr-ı ilâhîye girer, ne kelâmla, ne de kalemle ifâde olunur, yani ne söylemekle ne yazmakla ifâde olunur. Zevk mes'elesidir, Allah'a kurbiyyetdir, Allah'a yaklaşmakdır. İttikâ ile ve muhabbet ile Allah'a kim yaklaşırsa, onun kalbine Cenâb-ı Hakk bu lezzeti, bu zevki, bu safâyı verir. Fakat ancak kelimât kadar kendisine konuşma hakkı verirler. Zevkin hepsini dil anlatmakdan âcizdir.
İşte az evvel söylediğim gibi, ne kelâm kâfî gelir, ne kalem kâfî gelir. Denizler mürekkeb olsa, ağaçlar kalem olsa, semâvât ve ard kırtas, kağıt olsa, zî-rûh yani rûh sâhibi mahlûkât da kâtib olsalar, kitâbullahı yazsalar yazsalar, kalemler tükenir, mürekkebler tükenir, insanlar yorulur, melekler yorulur, semâvât ve ard yazmakla biter fakat kelimetullaha nihâyet olmaz. Ancak size böyle anlatabiliriz, böyle ifâde edebiliyoruz.
Ehl-i cennet cennete vâsıl olduğunda Cenâb-ı Hakk, bu okuduğum âyet-i kerîmeyi mündemiç olan sûre ki Sûre-i Tâhâ'dır, Sûre-i Tâhâ ile Sûre-i Yâsîn'i bizâtihî Cenâb-ı Hakk kendisi tilâvet buyurup, Allah okuyacak yani, sesden sadâdan ârî, cihetsiz, keyfiyyeti bizce meçhûl Allah'ça malûm olarak Allah okuyacak ve tefsîr edecek Cenâb-ı Hakk. Ve bütün müfessirler, tefsir yazan müfessirler, büyük âlimler yani, büyük islâm âlimleri...
Sen İslâm âlimi denildiği vakitde, öyle mahalle imamını, benim gibi adamları gözönüne getirme! Resûlullah onların hakkını vermiş : "ulemâi ümmetî ke enbiyâi benî isrâil, benim ümmetimin ulemâsı, Benî İsrâil peygamberleri gibidir".
Hattâ edeb bakımından böyledir, ilim bâbında, ehl-i islâmın ulemâsı, bazı enbiyâdan ilim bakımından ileridir. Çünkü onlara verilen suhufla, Tevrat ile, İncil ile ve Zebûr ile onlar ifâde etmişlerdir. İslâm ulemâsı Resûlullah'ın nâibi olmak münâsebetiyle, Kur`ân'dan haber vermişdir. Fakat edeb meselesi vardır burada. Enbiyâ en yüce makâmı tutmuş, en ön safı, onun arkasından evliyâullah, Allah'ın velîleri, Allah'ın dostları. Söyledik ya hani, velîler iki kısım. Bir, vilâyet-i âmme, bir, vilâyet-i hâssa vardır. Benim söylediğim, bu velîler dediğim, vilâyet-i hâssa. Hattâ cennetin seksen safı Ümmet-i Muhammed'e âiddir. Yüz saf olacakdır cennet ehli, seksen safı Ümmet-i Muhammed olacak.
Hattâ şöyle bir şey daha var, söylemeden geçemeyeceğim, çünkü bazı zevâtın belki yanlış anlama, kavrama ihtimâli vardır. Onun için şöyle anlatacağım. Cenâb-ı Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, mirâca gitdiği vakitde, Hazret-i Mûsâ ile karşılaşmışlar, Kelîmullah ile.
Efendimiz mirâca gitdiği vakitde, hepiniz bilirsiniz ama tekrar söyleyelim, şimdi yeri geldi, Efendimiz mirâcı teşrîf etdiler, arş ve kürsüyü süslemek üzere götürüldü. Allah'ın zât-ı ulûhiyyetine âid bazı âyetleri gösterilecekdi, Peygamberimiz sallallahu aleyhi vesellem onlara şeref verecekdi. Ve ervâh-ı enbiyâya da imâm olacakdı. Bu gösterilecekdi. Peygamberimiz ervâh-ı enbiyânın imâmıydı, fiilen gösterilecekdi bu. Netekim de böyle oldu. Yani iki yüz yirmi dört bin peygamberin rûhâniyyetine Efendimiz imam olmuş, sallallahu aleyhi vesellem. Hazret-i Dâvûd kâmet etmiş, diğer peygamberler Efendimiz sallallahu aleyhi veselleme ittibâ etmişler ve Peygamberimizin imamlığı zâhir olmuşdur. Esâsında imâm idi, sonra fiilen da Allah miracda gösterdi bu işi, yapdırdı.
Hazret-i Mûsâ aleyhisselâm ile görüşmüşler, demiş ki Cenâb-ı Mûsâ aleyhisselâm, "Yâ Resûlallah, bu hadîsi nasıl söyledin? Yani ulemâi ümmetî ke enbiyâi benî isrâil diye buyurdun, nasıl olur bu?'" dedi. "Ben bir kelîmim" dedi, "Allah bana kelîmiyyeti verdi ve enbiyâ içinde gözde bir peygamberim, bana Tevrat nâzil oldu" dedi. O vakit Cenâb-ı Hakk, anlatdığım kıssa, isteyenler, Arapça bilenler, Tefsîr-i Rûhü'l-Beyân'a baksınlar, Sûre-i Tâhâ tefsîrine, orada var, Cenâb-ı Hakk buyurdu ki, "Habîbim Ahmed Resûlüm Yâ Muhammed, senin ümmetinden gelecek olan, istikbâlde gelecek olan, bir âlimin rûhunu Hazret-i Mûsâ'ya göndereceğim, ikisi konuşsunlar karşılıklı". Birisi Mûsâ Kelîmullah, birisi Ümmet-i Muhammed'in âlimlerinden. Kim geldi? Muhammed Gazâlî Hazretleri. İhyâu Ulûm sâhibinin rûhâniyyeti zuhûr etdi. Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem dedi ki Hazret-i Mûsâ'ya, "İşte görüş, ben dedim ki, benim ümmetimin âlimleri, Benî İsrâil'in enbiyâsı gibidir demiş idim, işte sana benim âlimlerimden birisi, görüş onunla". Hazret-i Mûsâ sordu, "İsmin nedir?" dedi İmâm-ı Gazâlî'ye. İmâm-ı Gazâlî dedi ki, "Ebû Hâmid Muhammed ibn Muhammed el-Gazâlî et-Tûsî" dedi. Hazret-i Mûsâ dedi ki, "Yâ Resûlallah, bu zâtı âlim diye bana takdîm etdin, ben buna bir söz söyledim, bu bana on tâne cevâb verdi. Halbuki münâzarada bir söze bir sözle cevâb vermek lâzım gelir" deyince, Hazret-i İmâm-ı Gazâlî, Hazret-i Mûsâ'ya şu soruyu sordu, "Allah sana Tûr-i Sînâ'da وَمَا تِلْكَ بِيَم۪ينِكَ يَا مُوسٰى vemâ tilke bi yemînike yâ Mûsâ, sağ elindeki nedir diye sordu. Sen ne dedin yâ nebiyyallah? قَالَ هِيَ عَصَايَۚ اَتَوَكَّؤُ۬ا عَلَيْهَا وَاَهُشُّ بِهَا عَلٰى غَنَم۪ي وَلِيَ ف۪يهَا مَاٰرِبُ اُخْرٰى kâle hiye âsâye etevekkeü aleyhâ ve ehüşşü bihâ alâ ganemî veliye fîhâ mearibü uhrâ. Asâmdır Yâ Rabbi, üzerine dayanırım, dallara vurur, koyunlarıma ot dökerim, yani yaprak dökerim, yediririm, başka işlerimde kullanırım. Bunları söylemedin mi?". "Evet" "Niye asâm demedin?" dedi. Hazret-i Mûsâ cevâb verdi, dedi ki, "Cenâb-ı Hakk bana elindeki nedir diye sorunca, ben bu fırsatı bir ganîmet bildim, ne yapdım, sözü uzatdım ki Allah ile konuşayım diye". O vakit Cenâb-ı Hazret-i İmâm-ı Gazâlî dedi ki, "Sen de bir ulü'l-azm peygambersin, bana ismin ne dedin, bir sözle söylesem, sohbet kısa kesilecek, sözü uzatdım ki senin gibi bir nebî ile ben görüşeyim diye, görüşmeyi uzatayım diye". Onun üzerine, "Sadakte Yâ Muhammed", sallallahu aleyhi vesellem. "Doğru söyledin" dedi Cenâb-ı Peygamber sallallahu aleyhi veselleme Hazret-i Mûsâ aleyhisselâm.
Onun için edeb bakımından böyledir. Çünkü ulemâ-i ümmet yani Ümmet-i Muhammed'in ulemâsı, yani Cenâb-ı Peygamber'in âlimleri, onların dereceleri çok yüksekdir. Çünkü onlar, nûru doğrudan Peygamber sallallahu aleyhi vesellemden ve Kur`ân'dan almışlardır. Edeb bakımından öyle konuşulur. Tabii enbiyânın makâmı ayrı. Enbiyâ birinci safdır. İkinci saf Allah velîleridir. Bunlar ki vilâyet-i hâssa sâhibleri, kerâmet-i ilmiyye, kerâmet-i kevniyye, kerâmet-i vücûdiyyeye mâlik olmuş zevât-ı âlî-kadrdir. Sonra ulemâ-yı benâm hazerâtı, sırayla böyle.
Hattâ inşallah, inşallah, inşallah, cennete vâsıl olduğumuz vakitde, Cenâb-ı Hakk bir çok ikrâmdan sonra, "Ey kullarım benim emrimi tutdunuz, benim Muhammedim sallallahu aleyhi veselleme ittibâ etdiniz ve cennetime dâhil oldunuz. Size birçok ikrâmlarda bulundum. Benden başka ne istiyorsunuz, bir isteğiniz var mı?" dediği vakitde, herkes birbirine bakacak da, o vakit diyecekler ki, "Ulemâya soralım". Allah'dan ne isteyelim diye ulemâya danışacaklarmış, ulemâ diyecekmiş ki, "Cemâlullahı isteyiniz". Orada dahi Hazret-i Peygamber'in ulemâsı, orada dahi Ümmet-i Muhammed'e mürşidlik edecekdir yani.
Ulemâ demek, başı sarıklı ma'nâsına değildir. Allah'ı kim biliyorsa o âlimdir. Ondan gayrı kuru emekdir o. Kim Allah'ı biliyorsa, celâliyle, cemâliyle, kemâliyle, O'nu tanıyorsa, O'na gönül verdiyse, Allah'ı sevdiyse, Allah'a teslîm olduysa, Allah'ın kulu olduğunu bildiyse, o âlimdir. Ondan gayrisi isterse yirmi kamyon dolusu kitâb okusun, bunlardan birisi bulunmazsa kendisinde, kuru emekdir. Çünkü insan yirmi tâne de otuz tane de fakülte bitirse, iyi dinle beni, yirmi otuz tâne de fakülte bitirse, hepsinin diploması kabrin hâricinde kalır, içeriye vâsıl olmaz. Ancak Allah'a îmân, Allah'a aşk ve muhabbet, Hazret-i Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâma muhabbet ve Allah'a kulluk, orada insanın yâveri olur, âhiret âleminde. Yoksa hiç bir şey fayda vermez.
"يَوْمَ لَا يَنفَعُ مَالٌ وَلَا بَنُونَ إِلَّا مَنْ أَتَى اللَّهَ بِقَلْبٍ سَلِيمٍ yevme lâ yenfa'u mâlün velâ benûn illâ men etallahe bi kalbin selîm". Sûra üflendi mi, bu âyet-i celîle, yani ölümle başlar bu iş. Ölüm yatağına yattığın vakitde, etibbâ yani doktorlar senden elini çekdi mi, ilaç sana fayda vermedi mi,o anda başlar bu iş. Ne çoluğun, ne çocuğun, ne kasan, ne kesen sana fayda verecek. Tâ mîzâna kadar. Ancak kalb-i selîm sâhibi. Demek ki mâsivâyı kalbden çıkarmak, kalbi Allah'a îmân ile, Allah'a muhabbet ile, Allah Resûlüne muhabbet ile süslemekle olur. Onların muhabbetini kalbe koymakla olur. Bunun faydası vardır, ondan gayrı hiç bir şeyin faydası olmaz. Faydası olsaydı, görüyorsunuz ehrâmları ve Firavunların ahvâlini, onlara ne orduları, ne kasaları, ne keseleri fayda verdi.
Her kim ki Allah ve Resulullah muhabbetini kalbine koydu, dîn sâhibi oldu, îmân tâcını başına koydu, kulluk kemerini beline doladı, Allah'a kıyâm, rükû' ve secde etdi, Allah'ı zikreyledi, kulluğunu bildi, o kişi ârif oldu, o kişi sultân oldu. Çünkü Allah'a kul olan, iki cihâna sultân olur. Nefsine kul olan iki cihânda rezîl ve rüsvây olur. Saâdet, selâmet, refah, felâh hepsi Allah'a îmânda ve Allah'a kul olmakdadır. Allah'a kul olan kişinin ahvâl u harekâtı Hakk'lı olur, Hakk'la olur, Hak'lı olur.
İyi dinle beni! Gene bir söz getireceğiz şâhid olarak. Hadîs-i şerîfde aynen böyle. Allah, sevdiğine sevmediğine malı verir. Bir daha söylüyorum. Kulağını benden yana ver. Allah sevdiği kuluna da sevmediği kuluna da malı verir. Sevmediğine malı verir, azâbını çoğaltır, sevdiğine malı verir, kendine yaklaştırır. Çünkü sevdiği kişinin eline mal geçerse, o mal, onun için bir binek olur. Hayır hasenât yapdırır, nefs-i emmâresine o parayı harcamaz. O malı nefs-i emmâresine harcamaz. Allah'ın malı olduğunu bilir, kendi de Allah'ın kulu olduğunun farkına varır ve bunu böyle bilir ve Allah yoluna sarfedince para bir gemiye benzer, o vakit mal bir gemiye benzer, gemi su almazsa insanı menzil-i maksûduna çabuk götürür. Ama eğer gemi suyu alırsa batdığı gibi, bir adam ki Hakk'ın sevmediği kişidir, onun kalbi delikdir, kalbine mal muhabbetini sokar. Sokduğu vakitde gemi su almaya başlamış demekdir ki menzil-i maksûda varamaz. Allah, sevdiğine ve sevmediğine malı verir. Sevdiklerine verdiği malı hayra harcatır, hayra sarfettirir. Talebe okutturur, hastahâne yaptırır, ağaç diktirir, kuyu açtırır, yol yaptırır, mekteb yaptırır, câmi yaptırır, insanları menfaatlandıracak işler gördürür.
Görmedin mi bak! Âbâ u ecdâdın öyle bir hayır yapmışdır ki kâfiri de lâ-dînîsi de, hıristiyanı da, mecûsîsi de, o hayratdan istifâde etmişdir. Meselâ bir Dârülaceze var, hiç gitdin, ziyâret etdin mi? Etmedin, etmen lâzım. Hâline şükretmen için, bir defa oraya gitmen lâzım. Hâline şükretmen için, Rabbine şükretmen için hastahâneye gitmen lâzım, hastaların hâlini görmen lâzım. Ama ibretli bir gözle görmen lâzım. Gitdin, bakdın, hiç bir ibret almadınsa eğer, onu hayvan da bakıyor öyle. Hayvanın da gözü vardır, hayvanın da kulağı vardır, onun da lisânı vardır. Çünkü orada yatan hasta, o da senin gibi sıhhatli bir insandı. Onun da sevenleri vardı. Her şeyi elinden gitmiş. Mal mülk sâhibi olmuş fakat altından tasa kan kusuyor. Onu göreceksin, ibret alacaksın ondan.
Cenâze namazı kıldığın var mı hiç? Cenâze namazı kılıyorsun, değil mi? "Ona var, bana yok" diye kılıyorsan eğer hiç kıymeti yok. Cenâze namazına durduğun vakitde, "Tabutun içerisinde ben yatıyorum, benim çoluğum çocuğum yetim kaldı" diye düşüneceksin. Çünkü bir gün o senin başına gelecek. Kurtaramayacağız kendimizi o işden. Böyle kılarsan ibret alırsın, hak yolu bulursun, Allah'a mülâkât edersin. Yoksa "Ona var, bana yok" diye kılarsan faydası yok. Hani daha cenâzenin kefeni soğumadan, iki kardeş birbirinin gırtlağını sıkıyor. Para taksîmi için filan. Ölmeyeceklermiş gibi. O vakit hiç faydası olmaz ölümün. Çünkü kanıksamışdır artık.
Basdığın toprak sana neler söylüyor, haberin var mı ondan? "Ben hangi bir güzel hanımın, bir gelin kızın yâhud güzel bir kızın yanağıyım, dudağıyım" diyor. Otlar sana ne söylüyor? "Ben hangi kızın güzel zülfüyüm" diyor, basdığın yerler sana. "Sen de birgün bu hâle geleceksin" diyor. Bunları görmezsen eğer, olmaz!
Bak âbâ u ecdâdın, gitdik Dârülaceze'ye, şu işe bakınız, âbâ u ecdâdın düşüncesine bak, ne yapılmış. Müslüman fakîrleri için câmi, hıristiyan fakîrleri için kilise, yahudi fakîrleri için sinagog, dinsizler için de bir hücre yapmış, yapdırmış. Eh inanmaz inanmaz. O hücreye girecek orada o, hücreye.
Öyle insan ol ki eline bir nûr al o nûrla halkı ışıldat. Öldüğün vakitde, arkandan halk ağlasın. Kubbede hoş sadâ bırakma yalnız, defter-i a'mâlin açık kalsın. Kubbede hoş sadâ bırakmak riyâya girer o. Defter-i a'mâlin açık kalsın. Çünkü bak, iyi dinle, kulağını benden yana ver, sana mühim bir şey söyleyeceğim. Bir kızı başdan çıkarırsan, yâhud bir iffetli adamın iffetini pâyimâl edersen, o kız yâhud o adam o derekeye düşdükden sonra, işleyeceği günahın bir misli senin defterine kayd olunur. Ölsen dahi böyledir bu. Meselâ Türkiye'ye heronini getiren, kokaini getiren, esrarı getiren kimse esrar içildiği müddetçe her esrarkeşin, her kokaincinin, her heroincinin içdiği esrarın günahı onun defter-i a'mâline misliyle yazılır. Ölse dahi bu adam. Bir hayır getirirsen memlekete, o hayır icrâ edildiği müddetçe, o hayrı getiren kimsenin defteri açık kalır. Ona sadaka-i câriye derler. Meselâ ağaç diken adamın ağacının gölgesinde gölgelendin. Ağaç yaşadığı müddetçe defter-i a'mâli kapanmaz, ölse dahi. Hayır defteri yani. Hayır tarafına yazılıyor o şimdi bu sefer. Meyvası öyle. Su getirmiş, kurtlar, kuşlar su içmiş, onların da hi sevâbı onun defterine kayd olunur. Bir memlekete bir iyilik getirirsen, o iyilik orada câri olduğu müddetçe, senin defter-i a'mâlin kapanmaz, dâimâ yazılır. Kötülük getirirsen, o kötülük devâm etdiği müddetçe, sen ölsen dahi, o kötülük devam etdiği müddetçe senin defterin, seyyie defterin gene kapanmyacakdır. Meselâ bir misâlini vereyim. Ne kadar acı değil mi? Kâbil Hâbil'i öldürmüşdü, Hazret-i Âdem'in çocuklarından. Kıyâmet gününe kadar yaplacak katil davâlarında, her katil davâsının bir misli Kâbil'in defterine kaydolmuşdur. Sana anlatmak için söylüyorum bunu, iyice anlayalım diye işi. Onun için iffet ve ırzına ilişdiğin kadını kurtaracaksın. Öyle yapdın atdın onu, sonra câmiye geldin. Sonra sakal koyverdin, eline tesbih aldın, "estağfirullah" diye çekiyorsun ama onun yapdığı günahın bir misli senin defterine kayd olunur. Ne tesbîhât buna fayda verir ne secde. Alnın secdede delinse gene kurtaramazsın yakanı. Kurtaracaksın onu fenâlıkdan. Malla mülkle râzı edeceksin, onu o işden vazgeçireceksin. İslâm böyle istiyor. Allah böyle istiyor. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem böyle istiyor.
"Efendi, sen neden bahsediyorsun?". Ben kul hakkının bir mikdârından bahsetdim. Zerre mikdarı günahın sorulacak. Sana günahın gösterilecek. Zerre mikdârı! Hayırdan da zerre kadar yapdığın hayır, sana onun mükâfâtı gösterilecekdir, verilecekdir. Hiç biri zâyi olmaz. Ne şer zâyi olur, ne hayır zâyi olur.
"وَمَنْ اَعْرَضَ عَنْ ذِكْر۪ي ve men a'rada 'an zikrî". Bunlar, vahşetler dehşetler, korkunçluklar, insanlara ihânetler, hâne yıkılmalar, ocak söndürülmeler, neden gelir bilir misin? Bunun hastalığı neredendir, bilir misin? Allah'ın zikrinden yüz çevirenler bu işi yaparlar. Allah'ın zikri Kitâbullah'dır, Kur`ân-ı Mübîn'dir. Allah'ın zikri Hazret-i Muhammed Mustafâ'dır. Canlı zikir, canlı Kur`ân-ı Kerîm. Allah'ı tanımayanlar, Kur`ân'ı tanımayanlar, ona sırt çevirenler ve Resûl aleyhi's-salâtü ve's-selâmın yolundan gitmeyenler yaparlar bu işi.
Geliyoruz. Cenâb-ı Hakk malı hem sevdiğine verir, hem sevmediğine verir. Sevdiğine verir, hayırda kullandırır, az evvel söylediğim gibi. Sevmediğine verir, şerde kullandırır, azâbı şiddetli olsun diye. Hattâ âyet-i kerîmede Cenâb-ı Hakk böyle söylüyor, "Eğer mü'min kullarımın îmânları sarsılmayacak olsaydı, kâfirlerin azâbı şiddetli olsun diye onların evlerini altından, merdivenlerini gümüşden verecekdim onlara. Fakat mü'min kullarımın îmânları sarsılacak" diyor. Yaz gününde bir soğuk su içdiğin vakitde, onun dahi hesâbı sorulacak, eğer evvelinde besmele, âhirinde hamdele etmedinse eğer.
Fakat diyor Cenâb-ı Hakk, "Malı sevdiğime de sevmediğime de veririm. Sevdiğim Süleyman'dı, mülkü verdim". Çünkü zenginlik, pâdişahlık, peygamberliğe mâni değildir, velîliğe de mâni değildir, yerinde kullandığın takdirde. "Sevmediğim Firavun'a da verdim. Hem sevdiğime veririm, hem sevmediğime veririm. Fakat îmânı", iyi dinle!, "îmânı sevdiklerime veririm. Kimi seviyorsam, yaratdığım kullarımdan, sevdiğim kullarıma ihsân u inâyet buyururum".
Îmân denilen o nûr, mevhibe-i Rahmânîdir yani Allah'ın mevhibesidir. Cenâb-ı Hakk kimi sevdiyse, yaratdığı vakitde ona îmân tâcını başına vermişdir. Her kim ki Allah sevmedi, buğz etdiyse, îmân tâcını başından almışdır. Zâhirde Kur`ân-ı Kerîm'e sen sırt dönmüş zannedersin, hayır! Allah senden yüz çevirmişdir, Kur`ân senden yüz çevirmişdir. Zâhirde sen Peygamber'den yüz çevirdim zannedersin, zannın öyledir senin, aslında Resûlullah sallallahu aleyhi vesellem senden yüz çevirmişdir. İsmini defter-i islâmdan sildirmişdir. Her kimi severse Allah, ismini defter-i sü'adâya kaydetdirir, sâlihler defterine kaydetdirir. O zâtın ef'âl ü harekâtı Allah'ın rızâsı üzerine olur. Namâzını kılar. Riyâdan, süm'adan, ucubdan, kînden, riyâdan kaçınır. İffet ve ırzına sâhib olur. Beş vakit namazından gayrı Cenâb-ı Hakk'a Peygamberimizin sünneti olan namazları kılar ki bâhusûs gece namazına kalkar, gece namazına! O beş vakit namaz farzdır, mecbûrsun onu yapmaya, kulluk vazîfen senin. Fakat gece namazı, Resûlullah'a farz olan bir namaz vardır, gece namazı, sana sünnetdir, Resûlullah'a farzdır, ona teheccüd derler, oraya seni kaldırırlar. Diyor ki Bayezid-i Bestâmî, kaddese sırrahu's-sâmî Hazretleri, "A'mâl-i sâlihâtımdan en fazla bana fâide veren nısfü'l-leylde kalkıp kıldığım iki rekat namaz oldu" diyor. Gece namazlarını ihmâl etmeyiniz. Kişi, sevdiği ile başbaşa kalır. Cenab-ı Hakk Celle ve Tekaddes Hazretleri, her gece, sülüsü'l-leylde yani gecenin üçde birinde, nidâ eder, münâdîler nidâ eder, "Tövbe eden yok mu tövbesini kabûl edelim?", "Bizden isteyen yok mu istediğini verelim?" derler. Bu fırsatı ganîmet bil, o perde kapanmadan evvel, bu sohbete nâil ol. Ama "Efendim, ben beş vakti bile kılmıyorum" diyorsan, kılmaya çalış ve sızla ve ağla ve Allah'a yalvar, "Ya Rabbi beni huzûruna kabûl et, bana namaz nimetini tattır, beni huzûruna al, bana namaz kılmayı nasîb et, beni tâ'atına mahkûm eyle Yâ Rabbi" diyerek Allah'a yalvar. İki rek'at namazın ne gibi bir ni'met olduğunu yakın bir zamanda göreceksin!
Çünkü, işte okuduğum âyet o, "وَمَنْ اَعْرَضَ عَنْ ذِكْر۪ي ve men a'rada 'an zikrî, her kim ki bizim zikrimizden yüz çevirdi, onun biz dünyâ âleminde maîşetini dar etdik". Korkunç bir hayat yaşar. "Aman efendim sen ne söylüyorsun. Biz ilâhsızları biliyoruz, zevk u safâ içinde". Değildir. Hayır. Safâ, necât, rahatlık, vicdân rahatlığındadır. Vicdân, "vecede"den gelir. Kim ki Hakk'ı kendinde bulur, Allah'a teslîm olur, o adam se'âdetdedir, o adam safâdadır. Dînsiz, dinlenemez. Onun rahatlığı yokdur. Hattâ geçen hafta da söyledik ama gene söyleyivereyim size. Bir çok zenginler, milyarderler, böyle her türlü zevk ü safâyı tadıyorlar. Çünkü her zevk u safânın altında nedâmet vardır, ancak ibâdet zevk u safâsının altında nedâmet yok, se'âdet vardır. İçki içen bir adam, içki içtiği esnâda zevklenebilir, bir müddet sonra başına bir felâket gelebilir. Sabahleyin kalktığı vakitde sıhhatini kaybetmişdir o adam. Yalnız onunla kalmaz, zürriyetine de zararı vardır. Çünkü tımarhânede yatan mecnûnların bir kısmı babalarının alkol kullanmasındandır. Hapishânede yatan ehl-i îmânın bir çoklarının felâketi, babalarının yapdığı sefahatdandır. Baba ekşi elmayı yedi mi, çocuğun dişi ekşir aşağı tarafda.
"وَمَنْ اَعْرَضَ عَنْ ذِكْر۪ي ve men a'rada 'an zikrî, her kim ki bizim zikrimizden i'râz etdi, biz onun maîşetini dar ederiz". Dünyâda rahat bulamaz o. Sonra, bir gün gelir, irâdem var zannederken, bir de bakar ki, "Dön!" emri verilir. "اِرْجِع۪ٓي ircı'î" yani Arapça ircı', dön geri, geri dön. Fakat o pek korkunç gelir ona. Ölümü öyle bir acı olur ki. Hattâ Cenâb-ı Allah bir âyet-i kerîmede, "وَلَوْ تَرَىٰ إِذِ الظَّالِمُونَ فِي غَمَرَاتِ الْمَوْتِ velev terâ izi'z-zâlimûne fî gamarâti'l-mevt", Habîbim Ahmed Resûlüm yâ Muhammed, sallallahu aleyhi vesellem. Efendimize hitâb bize. Efendimize hitâb ile Allah bize hitâb ediyor. Siz zâlimlerin, nefislerine zulmeden zâlimlerin, kâfirlerin, hâinlerin, Allah'ı düşünmeyenlerin, kıyâmeti araştırmayanların, "nerden geldim nereye gidiyorum", "niçin geldim niçin gidiyorum"u düşünmeyenlerin ölüm hâlini bir görseniz, "وَلَوْ تَرَىٰ إِذِ الظَّالِمُونَ فِي غَمَرَاتِ الْمَوْتِ velev terâ izi'z-zâlimûne fî gamarâti'l-mevt". "يَضْرِبُونَ وُجُوهَهُمْ وَاَدْبَارَهُمْ yadribûne vücûhahüm ve edbârahüm", onların yüzlerine ve arkalarına melekler vurarak rûhlarını kabz ederler. Yüzlerine vurularak, arkalarına vurularak rûhları kabz olunur. Onunla da kalmaz iş. Ya kabirde, herkes onu bırakıp gitdiği vakitde? Götürdüler, çukuruna koydular, üstü kapandı, herkes onu bırakdı ve gitdi. Sevgilileri onu ameliyle başbaşa bırakdılar.
Sen bunu düşündün mü hiç? Yakın bir zamanda senin ve benim başıma gelecek bunlar. Evet, benim ve senin başına gelecek. Hiç kimse bundan kurtulamaz. Bir düşün hâlini. Tek başına kaldın kabrin içerisinde.
İki türlü. Bak, kabir insanı iki türlü karşılar. Birisi "hoş geldin evlâdım", diyen anne gibi. Gurbetden gelen evlâdını karşılayan anne gibi, "hoşgeldin evlâdım" gibi. "Muhammedü'r-Resûlullah" diyenleri, "Rabbim Allah" diyenleri, "Kitâbım Kur`ân" diyenleri, Allah'a kulluk edenleri, gurbetden gelen evlâdını karşılayan anne gibidir. Kâfiri ise, onu da aynen karşılar ama, bu şekilde olmaz iş, bir yumurtanın üzerine koyulan büyük bir kaya gibi, kemikleri birbirine geçer. Kim ki i'râz-ı Kur`ân eder, Allah'ın zikrinden yüz çevirir, başına bu musîbet mutlakâ gelecekdir.
Dersi burada bırakıyoruz. İnşâallah haftaya gene sağ olursak bir şeyler daha söyleriz.