Zikrullahdan Yüz Çevirenler - Hutbe - 6 Şubat 1981

21 Ekim 2022 tarihinde yayınlanmıştır.

Zikrullah

HUTBE

Kâlallahu Azze ve Cell fî Kitâbihi'l-Hakîm.
Eûzübillahimineşşeytânirracîm.
Bismillahirrahmânirrahîm.
وَمَنْ اَعْرَضَ عَنْ ذِكْر۪ي فَاِنَّ لَهُ مَع۪يشَةً ضَنْكًا وَنَحْشُرُهُ يَوْمَ الْقِيٰمَةِ اَعْمٰى * قَالَ رَبِّ لِمَ حَشَرْتَن۪ٓي اَعْمٰى وَقَدْ كُنْتُ بَص۪يرًا
Ve men a'rada an zikrî fe inne lehû ma'îşeten dankâ, ve nahşuruhû yevmel kıyâmeti a'mâ. Kâle rabbi lime haşertenî a’mâ ve kad küntü basîrâ.
Sadakallahü'l-azîm.

Dilleriyle Allah'ı tevhîd eden, gönülleriyle Allah'ı seven ve Allah'ın birliğine inanan ve Hakk'ın vahdâniyyetini tasdîk eyleyen, Serdâr-ı enbiyâ, Resûl-i Kibriyâ, sebeb-i hilkat-i âlem olan Hazret-i Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâmı  her şeyinden ziyâde severek îmânını kemâle erdiren, yevm-i kıyâmete inanan, Hakk'ın cennetine tâlib, rızâsına râgıb, cemâline âşık olan mü'minler, âşık-ı sâdıklar!

Dünyâda en büyük belâ iki şeye mübtelâ olmakladır. Birisi, Allah'ı unutmak, birisi, ölümünü düşünmemek ve ölümü unutmakladır. Bir kimse bu iki muazzez şeyi unutdu mu, o kimse bu âlemden azâb-ı ilâhîye müstehak olur. Birisi, Allah'sız bir gönül, îmânsız bir kalb, secdesiz ve şükürsüz bir vücûd, diğeri ise vuslat-ı cemâle giden yolu unutmak. Çünkü ölüm bâbında, mü'minler için korkulacak bir şey yokdur. Allah Celle Hazretleri, Kitâb-ı Kerîm'inde ilân etmiş : اَلَٓا اِنَّ اَوْلِيَٓاءَ اللّٰهِ لَا خَوْفٌ عَلَيْهِمْ وَلَا هُمْ يَحْزَنُونَۚ elâ inne evliyâallah lâ havfün aleyhim velâhüm yahzenûn. Âgâh olunuz, bu âlemden sonraki âlemde, hem de bu âlemde, benim dostlarım için, ne bırakdıklarından bir endîşe, bir keder, ne gitsikleri yerde bir korku vardır. 

Bilmediğimiz bir âleme gideceğiz. Bu âlemi Kur`ân-ı Kerîm burada arîz amîk, geniş geniş, derin derin malûmatlarla bize haber vermekde. Çünkü dünyâ hayâtı yolda giden bir yolcunun, bir ağaç gölgesinde, bir mikdar durup, eğlendikden sonra, tekrar yoluna devâm etmesine benzer. Yani hayâtın mikdârını şöyle ta'rîf edebiliriz, şâirin dediği gibi:

Ana rahmninden çıkdık pazara
Bir kefen aldık döndük mezara

O kadar kısa. Dikkat edersek, cenâze namâzının ezânı ve kâmeti yokdur. Onun ezânı ve kâmeti, çocuk dünyâya geldiği vakitde okunur. Ezânı, sğl kulağa, kâmeti sol kulağa. Ma'nâsı şudur ki, ezânla kâmet arasında ne kadar fark vardır? İşte dünyâ hayâtı bundan başka bir şey değildir. Çocuk dünyâya geldi, ezânı okundu, sağ kulağına, sol kulağına da kâmet edildi, namâzı kalmışdır. Namâzı da musallâda kılınır. O kadar kısa. Fakat bu kısa hayâtın ma'nâsı gâyetle büyük. 

Onun için ölüm bâbı, kâfirler için korkuludur. Zîrâ bir kuşun kanadı kırıkdır, o kuş kafesden çıkdığı vakitde helâke mahkûmdur. Mü'minlerin her iki kanadı vardır. Kafesden kurtuldu mu onlar uçarlar. Damdan yani kafesden, tuzakdan kurtulmuş demekdir. A'lâ-yı illîyîne varamasalar da muhakkak yükselirler.

Elbet ki mü'minler içerisinde Hakk'ın sevdikleri ve Hakk'ı sevenler vardır. Zâten Allah bir kulunu sevmeyince, o kul Allah'ı sevemez. Allah bir kulu dînine, îmânına lâyık görmeyince, o kul, itikâd ve îmân edemez. Allah diyor ki Sûre-i İnsân'da, "وَمَا تَشَٓاؤُ۫نَ اِلَّٓا اَنْ يَشَٓاءَ اللّٰهُۜ vemâ teşâûne illâ en yeşâallah", "siz dilemediniz, ben diledim" diyor Cenâb-ı Hakk, "sizin hidâyetinizi ben diledim".  Allah kimi severse, ona Allah dedirir. Hak ağız, Allah diyebilir. Hak ağız, hak konuşur. Hak göz Hakk'ı görür. Hak kulak Hakk'ı dinleyebilir.

Ölüm bâbında mü'minler için vuslat-ı cemâl vardır. Başlangıç oradan başlar. Bu âlemde ölmeden evvel ölenler vardır, "Mûtû kable en temûtu" sırrına mazhar olanlar. Onlar daha bu âlemden Hakk ile Hakk olmuşlar, Hakk'ın bezmine dâhil olmuşlardır. Yani "فِي مَقْعَدِ صِدْقٍ عِندَ مَلِيكٍ مُّقْتَدِرٍ fî mak'adı sıdkın 'inde melîkin muktedir"e ermişlerdir. Elbet ki onlar için hiç bir korku yokdur çünkü âhiret âlemini bu âlemden görmüşler.

Mûtû kable en temûtu sırrını fehm eyleyen
Haşrı neşri gördü bunda nefha-i sûr olmadan

İsrâfil aleyhisselâm sûrunu üflemeden, onlar bu âlemden haşrı ve neşri gördüler. Tabii görmeye göz gerekdir. Görenedir, köre nedir? Görenedir, köre nedir?

Görmüyor musun rebîi? Rebî dediğim ilkbahardan bahsetdim sana. Rebî ilkbahar. Bütün mahlûkât yani yere ekilen mezrûât kendisini toprak hâricine verir. Kıyâmet gününe kadar Azrâil'in kılıcı ile biçilenler, amel sandığına yerleşdirilenler, mahşer gününde hepsi bir meyva verecekdir, özünü dışarı çıkaracakdır. İnsanlar, tanınmaz, kapalı bir tohum gibidir. Hepsi birbirine benzer ama o gün meyvanı dışarı verdiğin vakitde, herkesin ne olduğu meydana çıkacakdır. Mahşer gününde, "يَوْمَ تُبْلَى السَّرَٓائِرُۙ yevme tüble's-serâîr", sırlar meydana çıkdığı vakitde. Bu âlemde ellerini öpdüğümüz bazı zevâtın yüzlerine tüküreceğiz, tükürülecek. "Eyvâh! Ben bu eli bir kudsî el zannetmişdim, öpmüşdüm, ağzım kirlenmiş, yazıklar olsun sana! Sözünün eri, Allah'ın eri değilmişsin, sözünün eri değilmişsin!" Bunu söyleyeceklerdir.

Mü'minlerin kâffesi, yani "Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah" diyen mü'minlerin kâffesi, Allah'ın dostudur, velîsidir. Yani senin Türkçe anlayacağın evliyâdır. Evliyâ velînin cemîdir. Fakat lugat-ı meşhûr olmuş. Böyle anlatabiliriz. Allah'ın velîleridir, Allah'ın dostlarıdır. Bütün "Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah" diyenler. "Lâilâheillallah" demiş fakat "Muhammedü'r-Resûlullah"ı dememiş, yani risâlet-i Muhammediyyeyi inkâr eylemiş, îmânı mefkûddur, Hakk'a vuslat bulamaz, meclis-i ilâhîye giremez, aşk meclisinden, muhabbet meclisinden, Muhammed meclisinden, onu tard ederler, maddî ve ma'nevî. Ehline söyledik. 

Fakat velîler iki kısımdır. Bir, vilâyet-i âmme vardır yani her "Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah" diyen, velev ki günahkâr olsun, âsî olsun, âsim olsun, Allah'ın dostudur.  Bütün mü'minler Allah'ın dostudur. İki kısımdır. Vilâyet-i âmme, umûmî vilâyet, vilâyet-i hâssa. Bir de onların içinde ehassü'l-hâss olan evliyâullah vardır ki, onlar, Hakk ile Hakk olmuşlar, Hakk meclisinde bulunmuşlardır. Bu âlemden Hakk ile sohbet etmişler, bir vakitlerini dahi Hakk'dan ayrı geçirmemişlerdir, Hakk'sız geçirmemişlerdir. Allah'sız bir ânları yokdur onların.

Hattâ Muhammed Bahâeddîn Nakşbendî Kaddesallahu Sırrahu'l-Âlî Hazretleri diyor ki, "Bir ân ben Resûlullah'ın cemâlini görmesem" yâhud kendi sınıfında olan velîleri işâret ediyor, "Biz bir ân Resûlullah'ın cemâlinden dûr olsak, bir ân bu hayâtımızda, kendimizi tedennîde farzederiz. Her ân, her mekânda Hakk'la berâber ve Resûlullah'la berâberiz" diyorlar. 

Bu zevki duymalısın kalbinde. Bu zevk kalbinde olmazsa, vilâyet-i âmmeden olursun. Sen vilâyet-i hâssadan ol. Yani ümmetin seçilmiş velîlerinden ol. Bu da mümkündür senin için. Mâdem ki Allah seni huzûruna kabûl etmiş, Allah sana namaz nimetini vermiş. Allah sana îmân nimetini vermiş, Allah sana muhabbet, aşk, zevk nimetini vermişdir, bu makâma ermeğe sen ayak atmışsın demekdir.

Allah'ı seviyorsan ki sev! Bak sana ne kadar çok nimetler vermiş. Sevilmeye lâyık değil mi? Kendi cinsinden bir kimseye âşık olabilirsin. Âşık olduğun kimse, pek yakın bir zamanda yüzünün nûru sönebilir. Güzel gözlerinin nûru da çekilebilir. Gül sîmâsı da sararabilir. Servi kâmeti de bükülebilir. Fakat Allah sevgisi böyle değildir.

Bu aşk-ı mecâzî ile sevdiğin ma'şûkanın her emrini dinlemeye, her emrini infâz etmeye hazırsın. Seni yokdan vâr eden, bir katre menîden halk eden, ana rahminde hayız kanıyla kudret fırçasıyla seni istediği şekle koyan, göz verip gösteren, kulak verip işittiren, ayak verip yürüten, el verip tutturan, lisan verip söyleten, yazdıran, çizdiren ve seni bütün mahlûkâtın en mümtâzı olarak yaratan. Bütün mahlûkât senin emrine verilmişdir. Cennet, cehennem, kürsî, arş,  her şey senin için yapılmış. Hattâ bir hadîs-i kudsîde, "Ey benî âdem! Bütün mevcûdâtı senin için halk ettim, seni de kendim için halk ettim" diyor. Ve ilan etmiş, şöyle ilân etmiş, esteîzübillah, "وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْاِنْسَ اِلَّا لِيَعْبُدُونِ vemâ halaktül cinne vel inse illâ li ya'budûn". "Görünen ve görünmeyen kuvvetleri yani insanları ve cinnileri ve melekleri ancak beni bilip bana ibâdet etsinler için halk eyledim" diyor Cenâb-ı Hakk Celle ve Tekaddes Hazretleri.

Bir takım melekler vardır, onların vazîfeleri vardır, hükûmet-i rabbâniyyenin memurlarıdır. Fakat cinlerle insanlar, mücerred vazîfeleri, Rabb'i bilmek, Rabb'i bulmak, Rabb'de olmak, Rabb ile olmak. Allah'lı olmak, Allah'lı bir gönüle mâlik olmak şerefi insanoğluna verilmişdir ki evveli Âdem'dir, Allah'ın halîfesidir, "alleme âdeme'l-esmâ"ya mâlik olmuşdur. Senin tâbi olduğun peygamber ki cümle peygamberler O'na tâbidir, cümle peygamberlerin seyyidi, efendisi, Hazret-i Muhammed Mustafâ'dır, "rahmeten-lil-âlemîn"dir, O, hem esmâya, hem sıfâta, hem zâta âşinâdır. Peygamber-i zîşân sallallahu aleyhi vesellem. O'nun hakkında Cenâb-ı Hakk Kitâb-ı Kerîminde çok, bir çok âyetler indirmiş, anlayanlar ve görenler, Resûlullah'ı Resûlullah'ın nûrundan istifâde ederek görmüşler. Nûr olmayınca Peygamber görülmez, sallallahu aleyhi vesellem. Hatîce'nin kocasıydı, Fâtımetü'z-Zehrâ'nın babasıydı, Âmine'den doğdu, Abdullah'dan oldu,  Mekke'de doğdu, Medîne'ye hicret etdi, bunu bilmek Peygamber'i bilmek manâsına değildir. Bunları dah açok kendi kavminden olup Peygamber'i inkâr eden Ebû Cehil bile bilir. Sen Resûlulullah'ı ne zannediyorsun? "Habîbim, sana bakıyorlar, seni göremiyorlar" diyor.

Okuduğum âyet-i kerîmedeki i'râz-ı zikrin bir manâsı, bir tefsîri de, Hazret-i Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâmdan yüz çevirmekdir. Kur`ân'dan yüz çevirmekdir, Hazret-i Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâmdan yüz çevirmekdir. Çünkü Ümmü'l-mü'minîn Hazret-i Âişe radıyallahu anhâ vâlidemize sormuşlar, "Bize Peygamber'i tarîf et anne" demişler. "Kur`ân'ı okuyunuz, Kur`ân neyse Hazret-i Muhammed Mustafâ odur" demiş, sallallahu aleyhi vesellem.


Hakk çevirmeyince kul çeviremez. Hakk ismini tard eyler, defter-i îmândan siler, âsîler defterine kayd eyler. Hani ben ekseriya söylerim ama senin îmânın kemâle ersin için söyleyeceğim bu sözümü. Bir delîlini, bir şâhidini, bir tanığını getireceğim sana.

Patronlar iki kısımdır. Bir patron vardır, emri altında bulunan...

Aman! Elinizin altında bulunan kimselerin hak ve hukûkuna riâyet ediniz. Bâhusûs anne, baba, kardeş, evlad, âile, hısım, akrabâ, çalışdığın ekmek yediğin yere, devlet kapısıysa devlete, millet kapısıysa millete, bu ekmeğinize tazîm ediniz, tazîm ediniz. Münkirlerin, nankörlerin âkıbeti felâketdir. Sen onlara verilen saâdete hiç nazar etme şimdilik, âkıbetleri felâketdir ve nedâmetdir. "ev mâ meleket eymânüküm", Peygamber'in son sözü, sallallahu aleyhi vesellemin, "size tavsiyem Allah'dan korkunuz ve elinizin altında bulunanlara iyi muâmele ediniz, Hakk'ın istediği gibi muâmele ediniz". Allah'ın istediği gibi, nefsin istediği gibi değil. Nefs girdi mi Hakk çıkar. 

Evet, iki türlü patron vardır. Dinsiz de öyledir, dinsiz de iki nevidir. Birisi inanmaz, inanan mü'mine tecâvüz eder, îmânına tecâvüz eder. Biri inanmaz, inananın itikâdına hürmet eder. Ötekine nazaran bu hayırlıdır. Âkıbeti hayır olabilir. Bazı patron vardır kendisi namaz kılmaz ama kılana ses çıkarmaz, mâni olmaz. Ama namaz kılan mü'min de, onun emrindeki bulunan mü'min, bunu sûistimal etmemelidir. O doğru olmaz, mü'minliğe yakışmaz. Geçiyoruz. Ne demek istediğimi anladınız. Namaz diye gidiyorsun, yarım saat sokaklarda eğleniyorsun, havaya vakit geçiriyorsun, haram olur. Kisb ü ticâretinde sakatlık yapmış olursun. Haram mücerred domuz eti yemek değildir. Haram mutlakâ şarap içmek değildir. Kulun hakkına tecâvüz edersen domuz etinden de berbatdır o, şarapdan da berbatdır. Aman kul hakkı! Aman kul hakkı! Aman insan hakkı! Aman kâfir hakkı! Aman hayvan hakkından kaçınınız! Süratle kaçınınız! Geçiyoruz.

Bu zât, kendisi kılmazmış ama mâiyetinde bulunan işçilerine namaza müsâade edermiş. Bir yere gidiyorlarmış, dedi ki patrona işçisi, "Efendi, müsâade eder misin ben şurada bir namaz kılayım" demiş, ikindi namazını. "Hemen farzlarım" demiş, "farzı kılıp çıkayım dışarı" demiş. "Haydi çabuk ol" demiş "fazla oyalanma" demiş. Kendi câminin kapısında oturmuş hazret. Adamı içeri girmiş, namazı kılmış, çıkmaz. Biraz vakit uzamış. Taaccüb etmiş dışarıdaki patron, "Nedir bunun hâli?" diye ve câminin içerisine seslenmiş, işte "Hasen!" yâhud Fevzi!" diye. "Efendim" demiş. "Ne yapıyorsun? Namazı kılmadın mı?" demiş. "Namazı kıldım ama beni bırakmıyorlar dışarı" demiş. "Fesübhânallah!" demiş, "câmide kimse yok, seni kim bırakmıyor" deyince, şu cevâbı vermiş, "Seni içeri bırakmayan, beni dışarı bırakmıyor" demiş. "Sen de içeri giremiyorsun ya, dışarıda duruyorsun".

Bazen görüyoruz meselâ, cenâzeyi getiriyor oraya koyuyor, babasının cenâzesini, kendi bu tarafda duruyor. Zâhirde o kılmadı zannedersin, hakîkatde sokmazlar içeriye. Zâhirde namaz kılmadı dersin. Hayır! Hakk hangi kulu kabûl ediyorsa onu alır huzûruna. Sen kulken kendi cinsinden sevmediğin adamı huzûruna almazsın. Allah sevmediği kullarını huzûruna almaz. Onun için eğer namaz kılıyorsan, bu nimete erdinse, oruç tutuyorsan, bu nimete erdinse, bunu nefsinden bilme, Allah'dan bil. "مَّا أَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّهِ وَمَا أَصَابَكَ مِن سَيِّئَةٍ فَمِن نَّفْسِكَ mâ esâbeke min hasenetin fe minallah ve mâ esâbeke min seyyietin fe min nefsik". Bütün haseneler, güzel şeyler Allah'dandır. Seyyieler, nefisdendir. Edeb bakımındandır bu. Seyyieler nefsindendir. Kötülükler, fenâlıklar nefsinden. Haseneler, güzellikler, hep Allah'dandır. Onun için Hakk Teâlâ kimi severse onu huzûruna alır. Sen zannetme ki o câmiye gelmeyen kendi gelmiyor. Onları Allah huzûruna kabûl etmez. "Efendi, bundan cebir çıkmaz mı?" Çıkmaz! Cebir çıkmaz bundan. Allah dilerse alır seni huzûruna. 

Ve dikkat buyurunuz, bir isbâtımız daha var, ismi şimdi tebcîl edilen ve hutbelerde okunan ve islâmda adâlet sembolü olarak gösterilen Ömer, islâmından evvel, gâyetle İslâm'a düşmandı. İslâmından evvel müslümanlara yapdığı eziyeti, cefâyı hiç bir şeye lâyık görmüyordu. Îmândan çevirsin ve döndürsün diye. Ve kendisi anlatıyor zâten, diyor ki, "İslâmımdan evvel iki hâletimi hatırlarım, iki hâlimi, birisine gülerim, birisine ağlarım" diyor ve şöyle ifâde ediyor : "Güldüğüm şudur. Hamurdan ilâh yapardık, elimizle hamurdan ilâh yapardık, sonra karnımız acıkır, tapdığımız allahı yerdik, karnımızı doyururduk" diyor. "Buna gülerim" diyor Hazret-i Ömer.

Hazret-i Muhammed gelmeseydi, sallallahu aleyhi vesellem, kendi kızınla evlenirdin sonra. Sana insanlığı gösteren, sembolün O. Nûr-i ilâhî, mir`ât-ı Hakk olan Muhammed Mustafâ. Sana akı karayı göstermiş. Senin ve benim insanlığımı sana ve bana talîm etmişdir.  

"Ağladığım da şudur. Bir çok evlâdımı, kız çocuğumu götürdüm, toprağı kazar, içerisine koyar, toprağın içerisine, o küçük elleriyle benim sakalıma düşen toprakları silkerken ben onu boğardım" diyor. Çünkü Araplar kız çocuklarını boğarlardı, öldürürlerdi kız çocuklarını. Güçlerine gidiyordu bir kızı büyütmek, yetiştirmek sonra bir adamın koynuna vermek filan ağır geliyordu onlara. Kendi ananelerine göre. Yani İslâm'dan evvel bu hâdise. "Kendi elimle yavrularımı, kaç tânesini boğdum. O küçücük elleriyle benim sakalıma düşen toprakları silkeliyor, ben onu koca ellerimle boğuyordum. Ona ağlarım" diyor. İslâm'dan evvel ama bu. Ve İslâm'ın da en müdhiş düşmanıydı.

Sen Ömer'in bu hâline taaccüb edip şaşırma. İslâmından evvelki Ömer'den bahsediyorum. İslâmdan sonra radıyallahu anh, aşere-i mübeşşereden, adâlet sembolü. Nasıl ki Hazret-i Muhammed'e bîat etdi, âlî oldu, yüceldi. Bilâl-i Habeşî de öyle, bir köle idi, âlî oldu, yüceldi. Ebû Cehil Kureyş'in eşrâfı idi, alçaldı. Hazret-i Muhammed'e kim tutunursa, sallallahu aleyhi vesellem, o âlî olur. İzzet Allah'ın indinde ve Resûlullah'ın indindedir. Şu oturduğun yeri dahi ona borçlusun. "İstanbul feth olunacak" demiş, işâret etmiş, senin âbâ ü ecdâdın gelmiş burayı feth etmiş, sen oturuyorsun burada şimdi. Bu emri vermeseydi burayı feth edemezlerdi, olmazdı o iş. "ve le ni'me'l-emîr" demiş, "ne kadar güzel emîrdir orayı zabt eden" demiş. "Ne güzel askeri var, ne güzel askerdir" demiş, seni medh ü senâ eylemiş. Onun işâreti ile gelmişler buraya, bu hadîse mâ-sadak olalım, mazhar olalım diye gelmişler. O bu sözü söylemeseydi gelmezdi âbâ ü ecdâdın buraya. Gâyet metîn kaleleri vardı bunun. Dişleriyle tırmandılar kaleye. Bıçaklarını sokup çıkdılar, kaleye tırmandılar. Oku bak İstanbul târihini. Kaç yüz bin şehîdin var biliyor musun İstanbul surlarının hâricinde? Hepsi Hazret-i Muhammed'e koşdular. O çağırmışdı çünkü, "gelin" diye. Zâhirde fâtih, Muhammed Hân'dı, fakat bâtında ilk işâreti veren Mahbûb-i Kibriyâ rahmeten-lil-âlemîn Muhammed Mustafâ idi.

Sen Ömer ibn Hattâb'ı konuşduğum sözle kabahatlandırma! Kendin bir düşün bakalım. Eğer evlâdını, İslâm, îmân sâhibi, insâniyyete hâdim yetiştirmedinse, Ömer çocuğunu gömmekle dünyâ hayâtını ona zehir etti, âhiret hayâtını kazandırdı, sana verilen evlâdı böyle din ve diyânet ve iffet ve ırz ve namusunu bildirmedinse, Allah'ı tanıtmadınsa, insanlığa hizmeti bildirmedinse, onu ebediyyen boğdun sen. Âhireti harap çünkü. âhireti harap. Ömer'in boğduğu dünyâya mahsûs o. Bitdi. Boğuldu, hiç günah çirkâbına dalmadan çocuk gitdi âhiretde a'lâ-yı illiyyîne vâsıl olur. Senin evlâdını yetiştirmedinse böyle, Ömer'in vakt-i câhiliyyetde şirk zamanındaki hâlinden daha kötü yapdın.

Cenâb-ı Peygamber sallallahu aleyhi vesellem, mütemâdiyen duâ ediyordu. "Yâ Rabbi, iki Ömer'den birisiyle benim dînimi teyid eyle, bana yardımcı kıl, ensar kıl bunları". Bu iki Ömer'den birisi Ebû Cehil, birisi Ömer ibn Hattâb'dı. İkisinin ismi de Ömer. Ve o güne kadar Kur`ân'ı dinleyen Ömer ibn Hattâb Kur`ân'dan bir şey anlamamışdı hiç. Îmân edeceği gün kardeşine vurduğu tokat üzerine kardeşi yere yıkıldı, Ömer kardeşini kesmek üzere kardeşinin üzerine düşdü, kıssayı anlatırsam vakit geçecek, ekseri siz biliyorsunuz, kız başladı okumaya, Ömer'in kızkardeşi, "طٰهٰۜ ﴿١﴾ مَٓا اَنْزَلْنَا عَلَيْكَ الْقُرْاٰنَ لِتَشْقٰىۙ ﴿٢﴾ اِلَّا تَذْكِرَةً لِمَنْ يَخْشٰىۙ ﴿٣﴾ تَنْز۪يلًا مِمَّنْ خَلَقَ الْاَرْضَ وَالسَّمٰوَاتِ الْعُلٰىۜ ﴿٤﴾ اَلرَّحْمٰنُ عَلَى الْعَرْشِ اسْتَوٰى tâhâ, mâ enzelnâ aleyke'l-Kur`âne li teşkâ, illâ tezkiraten li men yahşâ, tenzîlen mimmen halaka'l-arda ve's-semâvâti'l-'ulâ, er-rahmânü 'ale'l-'arşi's-tevâ", bunu okuyunca, Ömer'in eli ayağı titredi ve kılıç elinden düşdü. "Bu okuduğun senin nedir?" dedi. "Hazret-i Muhammed aleyhi's-salâtü vesselâmın getirdiği Kur`ân'dır" dedi. "Ben şimdiye kadar bunu dinledim böyle şey ben duymadım, anlamadım" dedi. Duâ müstecâb olmuşdu, Allah huzûruna Ömer kabûl olmuşdu. Anlamay başladı. Ve derhal Resûlullah'ın huzûruna vardı ve îmân ile müşerref oldu. Kısa, kestirme yoldan.

Sözlerimin şehâdetini ve tanıklığını bunlarla söylüyorum sizlere. 

Allah yoluna geldinse, câmi yolunu buldunsa, Muhammed kokusunu aldınsa, Allah'ın sana olan hüsn-i teveccühü, Allah'ın sana talebidir o, Resûlullah'ın talebidir. Seni müjdeliyorum, beşâret veriyorum sana. Âkıbetin hayır olacakdır, âkıbetin hayırlıdır. Yalnız Allah'ı incitme, Peygamber'ini gücendirme. Özün sözün doğru olsun. Hazret-i Resûlullah'a lâyık ümmet ol. O'nun ef'âl ve harekâtı gün gibi âşikârdır. Bizim için "üsvetü'l-hasene"dir yani en güzel numûne-i imtisâldir. O'na ittibâ eyle. Afüv, kerem, mürüvvet, musîbete sabır. Seni mahrûm edeni sen mahrûm etme, Hazret-i Muhammed'e tâbi' isen, sana zulmedeni sen affet, seni terk edeni sen terk eyleme. Peşinden gideceksin, hak yola çağıracaksın, dilinle söyleyeceksin, tatlı konuşacaksı. Yüzün tatlı, dilin tatlı olacak. Allah'a çağıracaksın.

Okuduğum âyet-i kerîme,  "وَمَنْ اَعْرَضَ عَنْ ذِكْر۪ي ve men a'rada 'an zikrî". Okuduğum âyet-i kerîme Sûre-i Tâhâ'dan azîm bir âyât u beyyinâtdır. Kur`ân'ın hepsi azîmdir. Allah'ın isimlerinin hepsi azîmdir, büyükdür. "İsm-i a'zam hangisi?" diye sormuşlar bir veliyyullaha, "Bana küçüğünü gösterin ki ben size büyüğünü göstereyim" demiş. Hepsi azîmdir Allah'ın isimlerinin. Kitâbullah'ın her âyeti azîmdir. Meğer ki kalbinden perde-i gaflet gide, Hakk sana konuşa, Hakk sana Kur`ân'dan suna, Hakk sana Kur`ân'dan tat vere, lezzet vere, ibâdetden zevk vere, Hazret-i Muhammed'den zevk vere, sallallahu aleyhi vesellem. 

 "وَمَنْ اَعْرَضَ عَنْ ذِكْر۪ي ve men a'rada 'an zikrî". Bizim zikrimiz olan Hazret-i Kur`ân'dan, ya Habîbim Muhammed Mustafâ'dan her kim yüz çevirirse, ona dünyâ hayâtını dar ederiz. İşte Allah'sız bir gönül, muhabbetsiz ve Muhammed'siz bir kalb, dünyâ hayâtı zehir olur. İsterse Kaf'dan Kaf'a hükmetsin, zevk duyamaz, lezzet bulamaz. İlle zevk ve lezzet Hazret-i Muhammed aleyhi's-salâtü ve's-selâmladır. Bu taâmın tuzu gibidir, zevkini o verir. Allah bunun zevkini bize tattırsın, Fahr-i risâlet sallallahu aleyhi vesellemin.

"مَعِيشَةً ضَنكًا ma'işeten dankâ, maîşetini, geçimini dar ederiz". Kalbi dar olur. Çünkü kalbin genişliği ve safâsı islâmdadır, îmândadır, îkândadır, ihsândadır. Zâhirde islâmdadır, evvelâ, ilk aldığımız. "Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah" denir lisânen. Sonra bunun muhabbeti kalbe iner, o vakit îmân sâhibi olursun. Îmânın daha gürleşir, îmânının nûru, îmânının nûru daha ziyâdeleşir, o vakit îkân sâhibi olursun. Îkân demek, yakînen bilirsin, yakînen görürsün. Neye bakarsan ibret alırsın. İbretli bir göze sâhib olursun. Zîrâ,

Bir göz ki olmaya ibret anın nazarında
Ol düşmenidir sâhibinin baş üzerinde

İbretsiz göz, başında taşıdığın düşman gibidir sana. Ama kalbe îmân girdi mi, lisâna islâm girdi, mi kalbe îmân girdi mi, îkân girdi mi, nereye bakarsan göreceksin. Ölmeden evvel kıyâmeti görmek istiyor musun, haşrı neşri? İşte ilkbahara bak şimdi. Her tohum içindeki meyvasını dışarı verecek. Gülle ısırgan ayrılacak. Kıyâmet de böyle olacakdır. Bölük bölük, fevc fevc huzûra getirilecek. Bir kısım var, müttakîler. Hakk'dan korkanlar. Allah'ı sevenler. Onlar Resûlullah ile beraber, sallallahu aleyhi vesellem. "يَوْمَ نَحْشُرُ الْمُتَّق۪ينَ اِلَى الرَّحْمٰنِ وَفْدًاۙ yevme nahşuru'l-müttakîne ile'r-rahmâni vefdâ, müttakîleri biz bineklere bindirerek mahşer yerine sevkederiz". Önde Resûlullah çünkü "اِنَّ اَكْرَمَكُمْ عِنْدَ اللّٰهِ اَتْقٰيكُمْۜ inne ekremeküm indallahi etkâküm". İçinizde en kerîminiz Muhammed Mustafâ'dır, onunla beraber.

Maîşeti dar olur. Îmân yok çünkü. Hep söylediğimiz gibi, dînlenen kalb dinlenir. Yani ne demek bu? Dîn sâhibi olan kalb dinlenir, safâya erer. Dînsiz kalb dinlenemez. Dînsiz kalbin başı da rahat etmez. Milyonlara mâlik olan kişiler var, dînsiz olduğu için, her yerden, her zevkden zevk alacağım derken nedâmet duyuyorlar ve nihâyet intihâra gidiyorlar. Neden Allah'sız kalb çünkü. 

Allah sana senden yakın! Sen Hakk'ı gökde ne arıyorsun, kendinde bulsana! Sana ne güzel refîk Cenâb-ı Hakk. Ve ne güzel senin için yardımcı. Ne güzel vekîl. Seninle berâber, her yerde. Bunu böyle bilirsen günâh işleyemeyeceksin ama. Hattâ insanlardan sakındığın şeyleri kendi başına yapamazsın sonra, bunu böyle bilirsen eğer. Hani biliyorsun ya, Bayezid-i Bestâmî diyor ki, "Ben bir gece ayaklarımı uzattım yatıyordum", Bayezid-i Bestâmî, Tayfur, kaddesallahu sırrahu'l-âlî, bana hitâb-ı izzet vukû buldu, sessiz, sözsüz, savtsız, cihetsiz, 'Ey Bayezid! Pâdişâhın önünde böyle uzanıp yatabilir misin?' dediler. Hemen kalkdım, toplandım" diyor.

Edeb meselesi. İnsan yaşlı bir insanın önüne geçemez. Yaşlı bir adamın önünde ayağını uzatamaz. İnsansa eğer. Yaşlıdır, gün görmüşdür, senden ve benden fazla Allah demişdir, bizden yaşlıysa eğer. Ey yaşlı! Sen de küçükleri günahkâr olarak görme. Senin kadar günah işlememişdir küçükler. Yaşları küçük daha onların. Ey kâfirle konuşan! Âkıbetinde o îmân edebilir, kerih görme. Allah için buğz et, başka. Hakk'a davet et ve duâ eyle. Sonra son nefesinde bakarsın benim elimden îmân gider, kâfire îmân tâcı giydirilir. Son nefese kadar çünkü iş. Acaba anlatabildik mi? Bir günah işleyeni işittiğin vakitde onu hemen ayıplama. Düşün, onun yapdığı günaha benzer bir günah sen yapmışsındır. "Yapmadım". Yarın yapmayacağın ne malûm?

Dâimâ Hakk korkusuyla, Hakk sevgisiyle, insanlara muhabbetle ve hizmetle vazîfedâr olduğunu bil. "İrhemû men fi'l-ard yerhamüküm fi'-s-semâ". Kürre-i ardda bulunan bütün mahlûkâta merhametli ol ki Allah sana merhametli ola. 

Îmânsızlar bu âlemden azâba dûçâr olurlar.

Evvelâ islâm. Lisânen "Lâilâheillallah Muhammedü'r-Resûlullah". Sonra îmân kalbe indirilme, bu Kelime-i Tayyibe'nin tasdîki. Sonra bu îmânın nûru çoğalmakla îkân, yakınlık Allah'a, yakın görme. Sonra ihsân, ihsân rütbesi verilir adama. Onun için her kim ki Kur`ân'dan iğrâz etti, dünyâda rahat edemedi ve âhiret felâketlerine uğradı. Hazret-i Muhammed'den kim yüz çevirdi, dünyâda ona rahatlık yok, âhiretde de hüsrâna uğradı.

Allah sana iki büyük nûr vermiş. Kur`ân-ı Mübîn dâimâ genç ve dinç, elinde senin düstûrun, Hazret-i Muhammed de önderindir. Ondan ayrılma ki mutlakâ bu yolun sonu Hakk rızâsına çıkar, Allah'ın cennetine çıkar, Allah'ın rızâsına çıkar, Allah'ın cemâline çıkar. 

Zinhar Allah'ı unutma! En büyük felâketdir. Ölümü de unutma! Şu kılmış olduğun namazı son Cuma olarak hatırına getir. Bu Cuma gününü de son günüm diye hatırına getir, unutma bunu! Çünkü hangimize Hazret-i Melekü'l-mevtin el atacağı malûm değildir. Akşam sıhhatli olan sabah hasta, sabah azîz olan akşam zelîl olur. Akşamdan zengin olan sabahleyin fakîr, sabah fakîr olan akşam zengin olur. Sabah hasta olan akşama ifâkat bulur, akşam sıhhatli olan sabahleyin rahatsız olur. Her şey Allah'ın kudretindedir, Allah'dan ayrılma! Dâimâ Allah de ki mahrûm olmayasın. Bu lafza-i celâli hem dilinle söyle, hem gönlünle söyle. Hiç bir zaman O'nun ismini dilinden, sevgisini gönlünden dışarı çıkarma.

Vallahu yed'û ilâ dâri's-selâm ve yehdî men yeşâu ilâ sırâtin müstakîm.


Efendi Hazretleri, bu hutbeyi, Cuma namazlarını kıldırdığı Kapalıçarşı'daki Câmili Han Mescidinde 6 Şubat 1981 (2 Rebîulâhir 1401) tarihinde îrâd buyurmuşlardır. Efendi Hazretlerinin yayınlanmış bütün hutbelerine şu sayfadan erişebilirsiniz.
Listeye geri dön