Zikrullahın Mertebeleri

3 Şubat 2018 tarihinde yayınlanmıştır.

Zikrullah
Zikrullah türlü türlü olur. Herkes kendi mertebesine göre Allah'ı zikreder. Bu mertebeler ve Kur`ân-ı Kerîm'de bunlara delâlet eden âyet-i kerîmeler şunlardır :

1. Dilin Zikri : Lisân ile yani harflerle, kelimelerle, sesle, savtla yapılan zikirdir. Meselâ namazlarda yapılan kıraat veya namazlardan sonra yapılan tesbîhât veya esmâ-yı ilâhiyyeden her hangi birini tekrarlamak sûretiyle yapılan zikir böyle bir zikirdir. Dil ile yapılan zikir iki türlü olur.

a) Zikreden kişi gâfildir yani diliyle zikreder ama aklı ve kalbi başka yerdedir. "إِنَّ الْمُنَافِقِينَ يُخَادِعُونَ اللّهَ وَهُوَ خَادِعُهُمْ وَإِذَا قَامُواْ إِلَى الصَّلاَةِ قَامُواْ كُسَالَى يُرَآؤُونَ النَّاسَ وَلاَ يَذْكُرُونَ اللّهَ إِلاَّ قَلِيلاً" âyet-i kerîmesi bunlar hakkındadır. Bu zikir makbûl değildir zîrâ dili başka kalbi başka yerde olmak mürâîlik ve münâfıklık alâmetidir.

b) Zikreden kişi yaptığı zikrin farkındadır yani dilindeki zikir kalbinden de geçer. "وَمَا يَذْكُرُونَ إِلَّا أَن يَشَاء اللَّهُ هُوَ أَهْلُ التَّقْوَى وَأَهْلُ الْمَغْفِرَةِ" âyet-i kerîmesi de bunlar hakkındadır.

2. Kalbin Zikri : Diliyle zikretsin ya da zikretmesin kişinin kalben zikretmesidir yani kalbin zikirle meşgûl olmasıdır. Bu, öncekinden daha üstündür zîrâ bunda gaflet ihtimâli yokdur. Bu zikrin dil ile zikre diğer bir üstünlüğü de zamandan ve zemînden âzâde olmasıdır. Meselâ necâset olan bir mahalde zikrullah dil ile yapılamaz ama kalb ile yapılabilir. Ya da insan başka bir işle meşgûl iken, insanlarla haşır neşir iken diliyle zikredemez ama kalbiyle zikredebilir. "لَّذِينَ يَذْكُرُونَ اللّهَ قِيَامًا وَقُعُودًا وَعَلَىَ جُنُوبِهِمْ وَيَتَفَكَّرُونَ فِي خَلْقِ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضِ" âyet-i kerîmesi bu zikrin ehli hakkındadır. Bu zikrin ehli olanlar esmâ-yı ilâhiyyeyi yalnızca dilleriyle zikretmekle kalmaz âyet-i kerîmede beyân edildiği gibi cümle mahlûkât üzerinde Cenâb-ı Hakk'ın esmâ ve sıfatını görmekle kalben de zikretmiş olurlar.

3. Sırrın Zikri : Dilin zikrinden de kalbin zikrinden de üstündür. Zîrâ bu mertebede zikrullah için ne bir mahalle, ne bir lafza, ne bir irâdeye, ne de gayrete ihtiyâc vardır. Bu, zikrin tabii ve dâimî olduğu hâldir ve ricâlullah da denen büyük velîlere mahsûsdur. "رِجَالٌ لَّا تُلْهِيهِمْ تِجَارَةٌ وَلَا بَيْعٌ عَن ذِكْرِ اللَّهِ" âyet-i kerîmesi de bu zikrin ehline işâret eder.
Büyük velîlerden Zünnûn Mısrî Hazretleri, Sûre-i Fâtır'daki "ثُمَّ أَوْرَثْنَا الْكِتَابَ الَّذِينَ اصْطَفَيْنَا مِنْ عِبَادِنَا فَمِنْهُمْ ظَالِمٌ لِّنَفْسِهِ وَمِنْهُم مُّقْتَصِدٌ وَمِنْهُمْ سَابِقٌ بِالْخَيْرَاتِ بِإِذْنِ اللَّهِ" âyet-i kerîmesinin zikrin şu mertebelerine işâret ettiğini beyân etmişdir. "فَمِنْهُمْ ظَالِمٌ لِّنَفْسِهِ den murâd, diliyle zikreden ama zikirden gâfil olanlardır, وَمِنْهُم مُّقْتَصِدٌ den murâd kalben zikredenler, وَمِنْهُمْ سَابِقٌ بِالْخَيْرَاتِ 
dan murâd da sırren zikredenlerdir" buyurmuşlardır.

Hazret-i Mevlânâ, gafletle zikredenleri dilenciye benzetir. Bilindiği gibi dilenci, Allah'ın adını dilinden hiç düşürmez ve karşısındakinin merhametini celb ederek parasını almak için "Allah rızâsı için bir sadaka" ya da "Allah ne murâdınız varsa versin" der durur. Dilencinin yaptığı da zikirdir ama riyâ ile yapıldığı için makbûl değildir.

Hem dil ile hem kalb ile yapılan zikrin misâli, susayan bir kimsenin su istemesidir. "Ne olur bana bir bardak su verin" diyerek suyu taleb eden kimse, susuzluğu bütün varlığı ile hissettiği için bu isteği de samîmî bir istekdir. Bu yüzden bu zikir makbûl bir zikirdir.

Diliyle zikretmediği halde kalbiyle zikreden kişi ise, susuzluğunu dile getirmeyip, yani suyu kimseden istemeyip, usulca mutfağa giderek suyu kendi içen kimsenin misâlidir. Bu zikir öncekinden daha makbûldür zîrâ riyâdan berîdir.

Sırren zikredenlerin misâli ise bir akarsuyun ya da gölün içinde yüzen kişiye benzer. Bunlar için suyun lafzı da ma'nâsı da ortadan kalmış, hakîkati tebeyyün etmişdir. Niyâzî Mısrî Hazretleri, Kelime-i Tevhîd zikrini îzâh ederken, zikrin bu mertebesini şöyle beyân etmişdir : 
Kelime-i Tevhîd'in bir ma'nâsı "Allâh'dan gayrı ibâdete lâyık hiç bir şey yokdur" demekdir. Diğer bir ma'nâsı "Allah'dan gayrı hiç bir maksûd yokdur" demekdir. Üçüncü ma'nâsı "Allah'dan gayrı hiç bir mevcûd yokdur" demekdir. Ârife lâzım olan, “Hakk'ın gayrı mevcûd vardır” tevehhümünü nefy edüb, her vücûd zâhiren ve bâtınan Hakk'ın idüğün isbât etmekdir ki tevhîd tamâm ola. Bu olmadan yalnız dil ile tevhîd, tevhîd-i ‘avâmîdir ve makbûliyeti yine ‘avâm arasındadır.
Zikr ile mezkûru bul dolsun tecellîden gönül
Geçdi refrefle o mülke 'aşk-ı Hakk'la zâkirûn
Listeye geri dön