Zühd--i Barid

26 Ağustos 2024 tarihinde yayınlanmıştır.

Tasavvuf

Kuru zühd sâhiblerine zühd-i bârid sâhibi yahud zâhid-i efsürde derler. Yine aynı manâya sôfi-i sâlus yâhud ham sofu da derler. Bunlara bârid ve efsürde denilmesinin sebebi, bunlarda donukluk ve soğukluk olduğundandır. Zîrâ aşk yokdur bunlarda. Bunların yegâne arzusu, sevâb elde etmek, cennete kavuşmak, cennetin türlü türlü nimetlerine nâil olmakdır. Bunlar uhrevî nimetlerin peşine düşmüş kimselerdir, nimetin sâhibi pek umurlarında değildir. Nimetin sâhibi dururken nimeti taleb etmek ne büyük gafletdir!

Zühd-i bârid sâhiblerinin bir takım alâmetleri vardır. Ağır hareket eder bunlar, hep ciddî dururlar, suratları asıkdır, yüzleri gülmez, şaka yapmazlar, yapılmasından hazzetmezler. Ümmet-i Muhammed'in günahkârlarına karşı çok katıdır bunlar, müsâmaha nedir bilmezler, onlara acımazlar, bilakis nefret ederler onlardan. İnsanların bâhusûs gençlerin en ufak bir hatâsına tahammülleri yokdur, hemen kaşlarını çatarlar, söylenip dururlar. Ucub vardır bunlarda, amellerini beğenirler, amellerine güvenirler, kendilerini cennetlik, başkalarını cehennemlik görürler. Bir de ilme meraklı olur bunlar, ilim sâhibi olmak çok önemlidir bunlar için. Nâfile ibâdetlere de çok düşkün olur bunlar, bütün derdleri sevâb kazanmakdır çünkü.

İsmâil Hakkı Bursevi Hazretleri zühd-i bârid sâhibleri ile âşıkları mukâyese ederek şöyle buyuruyorlar : 

Zühd, yâbis nesnedir ki onda 'ilm-i ilâhî feyzi yokdur. Ve 'aşk ratb nesnedir ki feyzi müştemildir. Pes, 'aşk vesîle-i vusûldür ki ma'nâ-yı rağbeti hâvîdir. Ve zühd, vasîledir -sâd ile- ki vesîleden e'ammdır. Ve 'âşıkın rağbeti Hakk'a ve zâhidin halkadır ki na'îm-i cennetdir.
'Âlem-i ıtlâka vusûle vesîle olan 'aşkdır, zühd değil. Zîrâ zühdde min-vechin kayd vardır ki zâhid dünyâdan fâriğ ve âhirete meşgûldür. Âhiret ise mahlûkdur. Mahlûka iştigâl ise Hâlık'dan inkıtâ'dır. 'Aşkda ise 'alâka ancak Hâlık'adır. Ve belki gâyetinde her 'alâkadan bî-kayd ve bî-'alâka olmalıdır.

Aynı mesele hakkında başka bir yerde de şöyle buyuruyorlar :

Ba'dezâ nâr, 'aşk ve muhabbete izâfet kılındı. Zîrâ 'aşk, ifrât-ı muhabbetdir ve ifrât-ı muhabbet âteş gibi muhrikdir. Nitekim enbiyâ ve evliyânın evâil-i hâlinde vâkı' olur ki makâm-ı "kâbe kavseyn"in hükmüdür. Zîrâ kavseyn gibi isneyniyyeti müş'irdir, velâkin mâsivâ-sûz olmakla "ev-ednâ"ya mûsıldir ki "ev ednâ"da vahdetden gayrı nesne mütesavver değildir. Yani orada izâfât sâkıt ve hakîkat-i vücûd zâhir olur. Ve bundan fehm olundu ki zühd ile Hakk'a vusûl müyesser değildir. Belki evvelen muhabbet ve sâniyen irtibât-ı 'aşk lâzımdır. El-hâsıl gerçi herkes hâline göre Hakk'a vâsıldır, velâkin havâss indinde müte'âref olan vech ile değildir. Zîrâ murâd olan 'ilim ve 'amel ile vusûl değil, belki müşâhede tarîkıyla vusûldür. 'İlim ve 'amel ise ma'lûma hicâbdır. Zîrâ nisbetdir. Nisbet ise berzahdır. Pes, 'ilmi 'ayn mertebesine îsâl lâzımdır, tâ ki vusûl-i kâmil hâsıl ve 'abd murâdına vâsıl ola.

Hazret-i Şeyh bir başka yerde, zühd ile aşk arasındaki farkı şöyle îzâh ediyorlar :

Hâl-i zühd ile hâli aşk vezn olunsa bir kırât ve bir cebel-i şâhik gibi tefâvüt zuhûr eder. Bu cihetden 'aşk ile olan bir demi bî-'aşk olan yüz bin deme vermediler. Ve bî-netîce olduğunun bir vechi dahi budur ki zühdün netîcesi na'îm-i cinân ve 'aşkın netîcesi likâ-i Rahmân'dır. Na'îm-i cinân ise likâ-i Rahmân'a nisbetle netîceden hâricdir. Zîrâ mahlûka vusûl ile Hâlık'a vusûl berâber olmaz. Yani na'îm, hazz-ı bedendir ki sâfildir ve rü'yet hazz-ı rûhdur ki 'âlîdir.

Listeye geri dön